Bazı insanlar vardır kendilerince bir yol / yöntem belirlemişlerdir ve ne olursa olsun bunu değiştirmeye açık değillerdir. Bu uğurda da ne gerekiyorsa onu yaparlar. İşte Cabi Efendi böyle biri. Ne zaman tesadüfen geçtiği bir sokakta bir mobilya ustası görüyor ki, Ali Usta neredeyse tüm ustalar gibi tezgâhını kalastan yapmak yerine mermerden yapmış; Cabi Efendi tabir caizse kafayı yiyor. İnanamıyor bir ustanın kalas varken mermer gibi hassas bir malzemeyi kendisine tezgâh olarak koymasına. En çok şaşırdığı şey de, üzerinde o kadar testere gibi kesici aletlerle mobilya parçalarını kestiği halde bir kere olsun mermere zarar vermediği bu ustanın! Nitekim bunu -hiçbir şekilde onu ilgilendirmediği halde- Ali Usta ile sorguluyor da. Sorma şeklinden dolayı bir nevi küstahlık aslında Cabi Efendi’nin yaptığı. Ali Usta da hiç rahatsız olmadığı gibi gururla söylüyor ki, 20 küsur yıldır bu dükkânı işletmesine rağmen bir kez bile olsun mermer tezgaha iş üstündeyken zarar vermemiştir.
Normal insanlar bu durumda ne yaparlar? “Peki Ali Usta, valla bravo sana ancak yine de dikkatli ol!” derler.
Ama biraz olsun takıntısı olan bir insan ne derdi? “Ali Usta, bence kesinlikle mermer tezgâhı kalas ile değiştirmelisin, yoksa bir gün yazık olacak.” Bu da affedilebilir bir yorum çünkü bunu söyleyen kişi Ali Usta’dan çok hoşlanmış ve ona iyilik yapmak istemiş olabilir. Ya da bu kadar mükemmeliyetçi olması kendisine veya topluma zarar vermiyordur ve gerçekten de bazı kişilerin alışkanlıklarını değiştirmeyi başarıyor ve bundan kendince gurur duyuyordur. Bunlar tartışmaya açık olan konular.
Ancak Cabi Efendi yukarıda ifade etmeye çalıştığım karakterlere hiç benzemiyor. O başka bir ‘cins’. Hatta takıntının ötesinde ‘psikolojik olarak rahatsız’ diyebiliriz. O önce -hiç üstüne vazife olmadığı halde- gidip mahalleliden Ali Usta’nın ne kadar deneyimli ve saygı duyulan bir mobilya ustası olduğunu teyit ediyor. Kendisi ona iş vereceğinden değil, bir tek bir kişinin mermer bir tezgâh kullanabilmesi için ustalığına güvenmesi gerektiğini kendi kendisine ispat etmek için bunu yapıyor. Yalnız burada durmalıydı! Hani durmuş olsaydı diyebilirdik ki, ‘tamam bir takıntılı ama boş verin o da bir zat’. Hatta Latinlerin ünlü sözüne de sığınabilirdik: Homo sum, humani nihil alienum puto (Ben bir insanım, insana dair hiçbir şey bana yabancı değildir). Tamam ya derdik, her türlü insan var, bu da onlardan biraz daha cins olanı. Ancak bu vardığı sonuç Cabi Usta’yı halen tatmin etmiyor. Onun amacı bir şekilde Ali Usta’nın elbet bir gün hata yapacağını şimdiden ona göstermek.
Bunun için de -paraya kıyıp- bir kuzu satın alıyor ve Ali Usta’nın -araştırarak öğrendiği- evine götürüp bu pahalı ve zahmetli hediyeyi ustanın karısına bırakıyor. Akşam Ali Usta eve gelip de masaya oturduğunda, servis edilen kuzuyu gördüğünde şok oluyor ve kimden geldiğini bilmediği için hem karısıyla tartışıyor hem de kuzuyu yiyemediği gibi gece bile doğru dürüst uyuyamıyor. Çünkü bir insanın başına gelebilecek en kötü sıkıntılardan birini göğüslemiştir gece boyunca: Şüphe!! Buna bir de ‘belirsizlik’ de eklenince iyice uykusu dağılmıştır. Kafasında hep şu soru dolaşıp durmuştur: “Bana niye tanımadığım birisi ‘kuzu’ gibi para harcatan bir hediyeyi ismini ve getirme nedenini açıklamadan getirdi ki?!”
Nitekim bu ‘soru’ dolu geceden sonra sabah dükkânına gelir, köşeye saklanmış Cabi Efendi’ye dikkat etmeden... Mermer tezgâhının üzerine, son 20 yıldır yaptığı gibi tamir edilecek bir mobilya parçası koyup da üzerinde çalışırken ‘ilk’ kez ‘yanlış’ bir vuruşla mermerden büyükçe bir parça kopartarak tezgâhını mahveder. İşte o anda Mephisto gibi çıkar ortaya Cabi Efendi ve tüm nefretini kusar, “Yaa Ali Efendi, ben sana dememiş miydim, işte bak hatayı yaptın! Zaten sen hata yapasın diye dün akşam kuzuyu yollamıştım sana. Sen şimdi git de hemen kalas bir tezgâh yaptır. Bu dersimi de unutma!!” ve adeta süpürgesine binip uçar gider.
Bizim Ali Usta, neye ağlasın (kırılan emektar tezgâhına mı, yemediği kuzunun ziyan olmasına mı, bu nereden çıktığı belirsiz kötü niyetli adamın kendisinde bıraktığı şüpheli/belirsiz duygulara mı) diye düşüne -hatta mümkünse sevine (belki bir daha bu adamı görmez de kurtulur)- dursun biz Cabi Efendi’ye bakalım.
Ömer Seyfeddin’in vermeye çalıştığı mesajlar; hayatımızın çeşitli evrelerinde bu tip insanlarla karşılaşacak olmamız ve mümkünse olabildiğince onlardan uzak durmamız mıdır acaba? Öyleyse kendisine çok teşekkür ediyorum! Çünkü gerçekten de hayata negatif perspektiften bakan insanlar mevcuttur etrafımızda. Onların bir kısmıyla baş edebiliriz, hatta belki görüşlerini değiştirmeyi de başarabiliriz. Ama bir kısmı da maalesef aciz vakadırlar. Ne kadar uğraşsak da onları değiştiremeyiz. Cabi Efendi böyle bir insan. Bir kez olsun bir insanın hatalı olduğunu ispat edene kadar rahat etmeyecekti. Şimdi Ali Usta hatayı yapıp da ambale oldu ya, işte artık Cabi Efendi huzura erebilir.
İnsan pozitif bir varlık olmalı, hem duygularıyla hem de hareketleriyle. İnsan insana pozitif hislerini yaymalı, insan insanı cesaretlendirmeli, teşvik etmeli ve ne zamanki bir ders vermek istiyorsa, uyarmak, doğru yolu (kendince) göstermek istiyorsa da bunu pozitif hislerle ve duygularla yapmalı. Başaramıyorsa da bir kendisine dönmeli ve düşünmeli, “Ya ben hatalıysam, adam haklıysa değişmemekte!?” diye sorgulamalı. O zaman kendimizi gerçekten geliştirmeye başlamışız ve Erdem’in kapılarından biri daha aralanmakta demektir.
Sevgili okurum, arzu ederseniz size bu hikayeyi (11 sayfalık) ulaştırabilirim. Sonrasında da okuyup görüşlerinizi bana e-posta olarak ([email protected]) yollamanız durumunda üzerinde tartışabilir, fikir alışverişinde bulunabiliriz.