9 yıllık bir rötarla da olsa Y. Lanthimos’a şöhreti getiren ‘Köpek Dişi’nin vizyona girmesi önemli
Tıpkı, filmiyle selam çaktığı ustası Michael Haneke gibi, provokasyonda, kışkırtmada, kural çiğnemede sınır tanımayan Yorgos Lanthimos, izleyiciyi şaşırtmak, ters köşeye yatırmak, şoke etmek için ne lazımsa yapıyor. Filmde fabrikatör bir baba, gözden uzak bir villaya hapsettiği karısı ve yetişkin üç çocuğunu baskıcı bir otorite altında kendisine itaate razı ediyor. Felsefi metaforlarla yüklü bu özgün ve çarpıcı film, cinsellik, kurallar ve yasaklar, otorite gibi temalar eşliğinde, çeşitli sembollere başvurarak, önemli şeyler söylüyor.
‘KYNODONTAS’
l Yön: Yorgos Lanthimos l Sen: Y. Lanthimos – Efthymis Filippou l Gör: Thimios Batatadis l Müz: Bruno Coulais
l Oyn: Christos Stergioğlu – Michele Valley – Angeliki Papoulia – Hristos Passalis – Anna Klaitzidou
2009’da Cannes Film Festivali’nin prestijli yan bölümü Belirli Bir Bakış’ta En İyi Filim Ödülü’nün kazanan ‘Köpek Dişi / Kynodontas’ ile adını duyuran Yorgos Lanthimos, Yunan sinemasının Theo Angelopoulos’tan sonra yetiştirdiği en ünlü yönetmen.
Yunan Yeni Dalga akımının bu öncü ismini dünyaya duyuran, sonraları Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’a aday gösterilen film, bizde dokuz yıllık bir aradan sonra da olsa, vizyona girdi.
2009’da Cannes’da gördüğüm ‘Köpek Dişi’nin (Lanthimos’un ardından yaptığı, büyük sükse yapan) üç filmine kıyasla, daha etkileyici olduğunu düşünürüm.
‘Köpek Dişi’nin kendisine sağladığı krediyi iyi değerlendiren Lanthimos, ülkesi dışında, uluslararası oyuncu kadrolarıyla çevirdiği ‘The Lobster’ (2015), ‘Kutsal Geyiğin Ölümü’ gibi filmlerle festivallerin gediklisi oldu. Bu son film, geçen sene Cannes’dan En İyi Senaryo Ödülü’yle ayrılmıştı.
Filmde Yunan bir çift, üç çocuklarıyla birlikte bilinmedik şehir dışı bir evde hayatlarını sürdürmektedir. Evden çıkabilen tek kişi olan fabrikatör baba, gözden uzak bir villaya hapsettiği karısı ve çocuklarını, baskıcı bir otorite altında kendisine itaate razı etmiştir.
Biri erkek, ikisi kız, yetişkin üç çocuğun hapis hayatı yaşadığı bu geniş bahçeli, yüzme havuzlu evi terk edebilme kriteri, köpek dişinin düşme çağına gelmesidir.
Çocuklar, tüm eğitimlerini evde alırken, dış dünya ile hiçbir şekilde temas kuramazlar. Onların dış dünya ile tek temasları, babanın oğlunun seks ihtiyacını karşılaması için eve getirdiği genç kızdır. Bu fabrika çalışanı genç kızın çıkıp gelmesiyle üç kardeşin dünyası alt üst olur.
Okula gidemeyen, arkadaş edinemeyen, evlerinde özel eğitimle yetişen, ilk başta durumlarından şikâyetçi görünmeyen gençlerin, beklenen isyanı gecikmeyecektir.
Film boyunca Lanthimos izleyicisinin beynine, ensest ilişkilerle sürdürülen günlük rutin hayatın akışına karşı isyan bayrağını ilk kez kim çekecek sorusunu işliyor.
Ahlak kurallarını ve mantığı dışlayan bu aykırı yaşam şeklinde, oğlanın annesiyle, sonra kız kardeşiyle seks yapmasına hiç şaşırmıyoruz.
ENSEST İLİŞKİLER
Tıpkı, filmiyle selam çaktığı ustası Michael Haneke gibi, provokasyonda, kışkırtmada, kuralları çiğnemede sınır tanımayan Yorgos Lanthimos, izleyiciyi şaşırtmak, ters köşeye yatırmak, şoke etmek için ne lazımsa yapıyor.
Bu üzgün ve çarpıcı filmiyle Yunanlı yönetmen, cinsellik, kurallar ve yasaklar, otorite, aile değerleri gibi temalar eşliğinde, çeşitli sembollere başvurarak önemli şeyler söylüyor.
Yorgos Lanthimos, medeniyetin beşiği olarak bilinen ülkesi Yunanistan’da, kendine has bir üslup içerisinde, bir sistem eleştirisi getiriyor.
Yönetmenin, filmografisinin karakteristiği olan tekinsiz bir dünya inşa etme alışkanlığını ‘Köpek Dişi’ ile başlatıp, kara mizahtan beslenme kararlılığını sonraki filmlerinde sürdürdüğünü biliyoruz.
Batı toplumunun yaşadığı suçluluk duygusunu senaryolarında kullanan Lanthimos, demirbaş senaristi olan Efthymis Filippou ile olan işbirliğini, geçen yıl Cannes’da En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanmasından sonra yaptığı basın konferansında açıklamıştı: “Son dört filmimin senaryosunu birlikte yazdığım Efthymis Filippou ile sürekli yeni projeler düşünürüz. Küçük bir fikirden yola çıkıp, onu geliştirmeye ve derinleştirmeye çalışırız.
İkili, ‘Köpek Dişi’nin ardındaki ‘Alpler’deki (2011) beraberliğinde, Venedik’te En İyi Senaryo Ödülü’nü kazanmıştı. Ancak Lanthimos son filmi ‘The Favourite’de senaryo yazılımını iki İngiliz yazara bırakarak Filippou ile çalışmasına ara veriyor.
‘The Favorite’ cumartesi sona eren 75. Venedik Festivali’nde ödül listesine iki kez girdi. Jüri Büyük Ödülü kazanan filmde, İngiltere kraliçesini canlandıran İngiliz aktris Olivia Colman En İyi Kadın Oyuncu seçildi.
Dokuz yıllık bir rötar ile de olsa, günümüzün en özgün ve yaratıcı yönetmenleri arasında gösterilen Lanthimos’a şöhreti getiren ‘Köpek Dişi’nin bizde vizyon şansı bulmasını önemli buluyorum.
ETKİLEYİCİ BİR TOPLUMSAL ELEŞTİRİ
Wajda, Kieslowski, Polanski gibi dev yönetmenler yetiştirmiş Polonya sinemasından gelen, Malgorzato Szumowska’nın ‘Yüz/Mug’ı, bu ülkenin toplumsal eleştiri türündeki ustalığının son örneği.
Kadın senarist- yönetmenin Berlin Film Festivalinde Jüri Büyük Ödülü kazanan filmi, yaşanmış bir olaydan yola çıkarak, 2010’lu yılların Polonya’sına sert bir eleştiri getiriyor.
Polonya’da yapılan ilk yüz nakli ameliyatına odaklanan film, toplumun beden algısını hedef tahtasına yerleştirirken, derin bir kimlik eleştirisini beraberinde getiriyor.
Demirperde ülkelerinin sosyalizmden kapitalizme geçmeye çalışırken karşılaştıkları (ve bir türlü başa çıkamadıkları) sorunlara eğilen ‘Yüz’, açılış sekansında tüketim çılgınlığı eleştirisini, ülkede artan dindarlığı, Katolikliğe abartılı sarılışı, ustalıklı bir hiciv atmosferi eşliğinde gözler önüne seriyor.
Kapitalizme geçme aşamasındaki aileler arasında gevşeyen bağlar, kaybolan vefa duygusu, aile reisinin vefatından sonra oğullarının miras kavgasına tutuşması, filmde Szumowska’nın deyişiyle “yetişkinlere yönelik bir masal” formatında anlatılıyor.
Film, çarpıcı bir sekansla açılıyor: Taşradaki bir alışveriş merkezi, kapısında soyunup sadece iç çamaşırlarıyla içeri giren müşterilerine, büyük indirimler vaat ediyor.
Polonya kırsalında geçen acımasız bir olaya odaklanan film, 52 metre yüksekliğinde (Rio de Janerio’daki benzerinden daha büyük) bir İsa heykelinin inşaat aşamasında yaşanan talihsiz bir kazayı anlatıyor.
Bu inşaatta çalışan, aynı semtte yaşadığı güzel bir kıza evlilik teklifi yapan, Metallica hayranı, arkadaşlarının ‘eğlenceli bir çılgın’ olarak gördüğü, dev yapılı yakışıklı Jacek, İsa heykelindeki platformdan düşerek yaralanıyor.
Yüzü tanınmayacak hale gelen, annesinin dahi “bu benim oğlum değil” dediği Jacek’e Polonya’nın ilk yüz nakli ameliyatı yapılır. Sevgilisi ve arkadaşları dahi, hilkat garibesine dönüşmüş genç adamı dışlarken, kendisine sadece ablası sahip çıkar.
İnşaatta çalışıp biriktirdiği para ile kendisine yeni bir gelecek kurma peşindeki Jacek, kasabanın ve ailesinin baskıcı atmosferinden bunalırken, kökünden değişen hayatı işkenceye döner.
Krakow’da 1973’te dünyaya gelen, senaryo yazarı- yönetmen ve yapımcı Malgorzata Szumowsa, aktifindeki beş uzun metrajlı filmle, Doğu Avrupa’nın en güçlü kadın sinemacıları arasında yer alıyor.
‘Beden/Cialo’ ile 2015 Berlin Film Festivalinde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanan sanatçının filmografisindeki iki önemli film, başrolünü Juliette Binoche’un oynadığı ‘Kadınlar/ Elle’ (2011) ile gay bir rahibi merkezine alan ‘W imie…’ (2013).
‘Yüz’, Szumowska’nın müthiş gözlemlere dayanan zengin senaryosu, görkemli mizanseni, ustalıklı makyajları, uyumlu oyuncu kadrosu için izlenmeyi hak eden bir film.