II. Abdülhamit döneminde Osmanlı Yahudileri, önemli gelişmeler de göstermişti. Yahudi gençleri, Alliance Israélite Universelle’in açtığı okullarda eğitim görerek birçok alanda ilerlemeye başladı. Osmanlı Yahudileri ayrıca birçok kamu görevlerinde yer aldı. Bu dönemde Yahudilerin İspanya’dan Osmanlı’ya göçünün 400. yıldönümü de coşkuyla kutlandı.
Siyonizm ve Arap Milliyetçiliği
19. yüzyılda Siyonizm ve Arap milliyetçiliği, aşağı yukarı aynı paralelde gelişti: Ağırlıklı olarak laik politik ideolojiler içeren bu ulusalcılıklar, emansipasyona ve kendi özgürlüğünü ilan etmeye dayanıyordu. Siyonizm incelenecek olursa, klasik Siyonizm ile modern siyasal Siyonizm arasındaki farkı görebilmek çok mühimdir. Klasik Siyonizm’in kökenleri, Diaspora Yahudileri ile Yahudilerin özgürlüğünün Maşiyah’ın (Mesih) gelmesi ile gerçekleşebileceği inancı ile ilişkili geleneksel bağlarda yatıyordu. Hâlbuki modern siyasal Siyonizm ise, Yahudilerin tek bir ulusu temsil ettiğini savunuyor ve bir Yahudi devletinin Avrupa’daki Yahudi sorununa bir çözüm getireceğini iddia ediyordu. Antisemitizm ile sadece Avrupa’dan fiziki anlamda ayrılmak ve istiklâlini ilan etmekle baş edilebilirdi.
Siyasal bir ideoloji olarak modern siyasal Siyonizm, hem doğu, hem de batı Avrupalı Yahudi düşünürlerin oluşturduğu deneyimlerinin ve fikirlerinin kaynaşması idi. Güney Rusya’da 1881’de yaşanan, Yahudilere yönelik bir dizi pogrom, Doğu Avrupa Yahudi istihbaratının asimilasyon ve reform hususundaki tüm ümitlerini yok etti. Bu pogromlar, özellikle ABD’ye Yahudi göçünü tetiklediği gibi aynı zamanda Siyonist hareketi doğurdu. Bu konuda ilk neşriyat 1882’de Odesa’da Yahudi doktor Leo Pinsker’in yayınladığı ‘Auto-Emancipation’ adlı eserdi. Pinsker’in fikirlerinden etkilenen ilk Siyonist organizasyon ‘Hibbat Zion /Siyon’u Sevenler’, Filistin topraklarına yerleşen ufak idealist gruplar tarafından kuruldu. Bunlar, 1882’den 1903’e dek süren 1.Aliya’yı oluşturdu ve Rişon Le Zion, Petah Tikva, Rehovot ve Roş Pina adında ilk Yahudi yerleşim birimlerini kurdu.
Pinsker’e kısa bir süre sonra Theodor Herzl iştirak etti. Ancak Herzl’in başlangıç noktası tamamen değişikti. Kendisi, Viyana’da oturan Batı Avrupalı ve özümlenmiş bir Yahudi’ydi. 1894’te Herzl, Fransa’da haksız yere vatana ihanetle suçlanarak mahkûm edilen, Yahudi Yüzbaşı Dreyfus’un duruşmasına gazeteci olarak katıldı. Herzl, Fransız İhtilali’nin özgürlükçü fikirlerini yayan Fransa gibi kültürlü bir ülkede sergilenen antisemitizm karşısında şok olmuştu. 1896’da Herzl, ‘Judenstaat /Yahudi Devleti’ adında bir kitap yazdı. Bu eserde Herzl, bir Yahudi devletinin kurulması için çağrıda bulunuyordu. Çünkü asimilasyon antisemitizme karşı umulanı becerememişti. Kendilerine ait bir devlet sayesinde Yahudi halkı uluslararasında eşit bir yer işgal edebilecekti…
Herzl’in fikirleri ve aktivist çalışmaları sonucunda, 1897’de İsviçre Basel’de 1. Siyonist Kongre toplandı ve burada Yahudi devleti ideali, İsrail topraklarına dönme olgusuna dönüştü. Hâlbuki ilginçtir; ne Pinsker, ne de Herzl, Filistin topraklarında bir devlet düşünmemişlerdi. İkisi de Arjantin veya Büyük Britanya’nın Doğu Afrika’daki alanlarına razıydılar. Ancak Kongre, Filistin’de bir Yahudi devleti üzerinde yoğunlaşmıştı. Bunun için Avrupalı Yahudiler Filistin topraklarına göç edip yerleşecekti. Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimi ‘Yişuv’ adıyla anıldı. Siyonizm, Arap-İsrail sorunu için uzun vadede ilgi konusu olacak iki gelişme daha yaşadı. Birincisi, Siyonizm’e sosyalist ilkeleri ve sınıf mücadelesini dahil etmekti. Bu fikirler, Siyonizm ile A.D. Gordon gibi düşünürlerce kaynaştırılmıştı ve İşçi Siyonizmi doğmuştu. Bu düşünceler, Siyonizm’e 1904-1913 arasındaki 2.Aliya zamanında devreye girdi. Bu Aliya’da 1905’te Rusya’da bastırılan ihtilâl zamanında kıyımdan kaçan Doğu Avrupa ve Rus Yahudileri yer alıyordu. O dönemde kaçan tahminen 2,5 milyon Yahudi’nin 60 bin kadarı Filistin’de yerleşti. 2. Aliya, Filistin’deki ilk Siyonist kurumların oluşmasını sağladı; bunlara sosyalist ideallerle bezenmiş ziraî kooperatif veya ‘kibutz’ da dahildi. 2. Aliya, Yişuv’un kurumsal temellerini meydana getirdi.
Siyonizm’e dahil edilen diğer bir gelişme de 1920-1930 yılları arasında Avrupa milliyetçiliğinden ithal edilen ulusalcı düşüncelerdi. Bu ilkeler, kolonyalizmi onaylıyor ve Filistin’de yaşayan Araplarla bir arada yaşamanın olanaksızlığını vurguluyordu. ‘Revizyonist Siyonizm’ olarak adlandırılan bu akımın başını da Vladmir Ze’ev Jabotinski çekiyordu. Jabotinski, ‘The Iron Wall’ adlı makalesinde, askerlerden ve savunmadan bahsediyordu. Siyonizm, modern bir ulusalcı hareket olarak önce Arap milliyetçiliği ile rekabete girdi. Zira her iki kesim de aynı ülkeye sahip çıkıyordu. Arap ulusalcılığına gelince, o da Arap halkının tek bir siyasal cemaat veya millet olduğunu savunuyordu. Bu unsur, hem müstakil, hem de müşterek bir hükümet altında birleşmiş olmalıydı; veya müttefik Arap devletleri söz konusuydu. Bu ‘Rönesans’, 18. yüzyıldan beri gelişen Avrupai özgürlük, eşitlik ve gelişme fikirlerinden etkileniyordu. Ancak Arap milliyetçiliği, bu ilkelerden ve modernizasyondan nasibini almakla beraber, Avrupa kolonyalizminin lüzumsuzluğunu da vurguluyordu…
Siyonizm gibi Arap ulusalcılığı da entelektüel çevrelerde gelişmeye başladı. Nitekim ilk ulusalcı Arap partisi 1875’te Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi mezunları tarafından kurulmuş gizli bir cemiyetti. Onu başka Arap ulusalcı dernekleri izledi. Arap milliyetçiliğinin göbeğinde, diğer ulusalcılıklarda da olduğu gibi kendini yönetme ilkesi yer alıyordu. Üç ana ilkeye dayanıyordu: ilk olarak, yüzyıllardan beri süregelen Osmanlı yönetimine ve 1908’deki Genç Türkler devrimine karşı güçlü bir negatif duygunun mevcuttu.
İkinci olarak, Arap ulusalcı tepkisi, Avrupalı ve kolonyalist güçlerin Arap ülkelerindeki kontrolüne karşı idi. Üçüncü tepki de, kuşkusuz Siyonizm’e ve Siyonist ideolojiye yönelikti. Bu müşterek amaçlara rağmen Arap ulusalcılık hareketinde bir birleşiklik eksikti. Örneğin 1913’te organize edilen Paris’teki ilk Arap Kongresinde otonom yönetiminin oluşturulması, merkezi Osmanlı Yönetimine Arap katkısı, Arapça’nın resmi bir dile dönüştürülmesi ve genel itibarı ile de birleşmek için uğraşı vermek vardı. Ancak bunların hepsi de Osmanlı İmparatorluğu çatısı altında olacaktı. Buna karşın başka Arap ulusalcıları tam bağımsızlık peşindeydi ve liderlik için savaş vardı. Bu durumda Arap milliyetçiliği hem Pan-Arabizm’i, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun muzaffer Batılı güçler tarafından I. Dünya Savaşı’ndan sonra parçalanması aşamasında da mahalli ulusalcılığı gördü. Keza Arap ulusalcılığı Siyonizm’de olduğu gibi bünyesine sosyalizm gibi başka idealler de kaynaştırdı.
19. yüzyılın bitiminde Arap âlemine bakılacak olunursa, Arapların ekseriyetinin kendisini ulusal tabirlerle değil de; aile, kabile, köy gibi veya dini terimlerle nitelediği görülür. Ancak şu da bir gerçektir ki, Arap entelektüelleri arasında Osmanlı’nın 1872’de gerçekleştirmeye başladığı reformlardan itibaren oluşmaya başlayan bir ulusal tanım da gelişmeye başlamıştı. Bu tarihte Osmanlı yönetimi, bağımsız Kudüs Sancağını kurmuş ve mahallî ileri gelenlerin ön plana çıkması mümkün olmuştu. Bu durum, 1. Aliya’dan on yıl kadar evvel gerçekleşmişti. Ancak Araplar arasında Filistin hususunda birleştirici bir diyalog pek gözlenmedi. Ta ki Araplar 1936-39 arasında Siyonist devlet ve İngiliz Mandası’na ‘Arap İsyanı’ şeklinde bir tepki gösterene dek1.
Filistin’e göçler
Esasen 19. yüzyılın son çeyreğinde, Filistin’e sürekli olarak küçük bir Yahudi göçü sürüyordu. Bunların çoğu, ulusalcılıktan ziyade Kutsal Topraklara dinsel bir motivasyon ile akmıştı. Bazıları, Eski Kudüs’teki gettoda yerleşmişler, iane ile geçiniyor ve günlerini ibadet ile geçiriyorlardı. Diğerleri, ziraata yöneldi; arazileri ve sermayeleri Yahudi yardımsever dernekler tarafından temin ediliyordu. Bunların en önemlisi, Jewish Colonization Association (I.C.A.) idi ve bu teşkilât, Baron Edmond de Rotschild tarafından finanse ediliyordu. Bu eski yerleşimciler veya I.C.A. kolonyalistleri, siyasal anlamda Siyonist değildi. Türkler onlara hoşgörü gösteriyordu ve Araplarla dostane ilişkileri vardı. Arap işgücünü kullanıyor ve ilişkileri bozabilecek siyasal Siyonizm’den kaçıyorlardı. Lâkin ilk Siyonistler ülkeye gelmeye başlayınca, vahşi doğadan ve hastalıklardan tedirgin oldu. Kurdukları kolektif yerleşim birimlerinde tifüs ve sıtmadan başka, hırsız bedeviler, hatta onlara iyi gözle bakmayan eski Yahudi yerleşimcilerle de mücadele etmek durumundaydılar2.
Avrupalı devletler ve özellikle İngiltere, topraklarından Siyonist unsurları Filistin’e ihraç ederek, Yahudileri dış politikaları için ‘malzeme’ olarak kullanmayı düşünüyordu. Sultan II. Abdülhamit, Filistin’de bir bağımsız Yahudi devleti fikrinin yattığını tespit ederek, özellikle 1882’de Rusya’dan Filistin’e bir Yahudi göçünün başlaması üzerine, hükümetin dikkatini çekerek bunun önlenmesini istedi. Bu göç dalgasının Arapları küstüreceği ve iç çatışmalar çıkabileceği endişesindeydi. Siyonistlerin faaliyetleri konusunda sunulan bilgi ve raporları inceleyen Padişah, Siyonizm’e karşı tespit edilecek politikanın ana hatlarını kendisi çiziyordu. 1890’da Siyonistlerin Osmanlı ülkesine kabul edilmemesi için bütün tedbirlerin alınmasını istedi ve bunun üzerine toplanan Meclis-i Vükelâ, alınacak önlemler paketini hazırladı. Buna rağmen Yahudilerin Filistin’e göçü sürüyordu. 21 Kasım 1900’da hazırlanan dört maddelik yeni nizamnameye göre, herhangi bir ülkeden gelip Filistin’i ziyaret etmek isteyen bir Yahudi, teskere veya pasaport edinecekti. Otuz günün sonunda Osmanlı topraklarını terk etmediği anlaşılan Yahudiler, yakalandıklarında sınır dışı edilecekti. 1883’te ise bir arazi kanunnamesi çıkarılmıştı; bu kanunla Avrupa ve Amerika’nın himayesindeki yabancı uyruklu Yahudilere Filistin’de emlak edinme yasaklanıyordu. Ancak bu yasak delinince, 1893’te devlet yeni bir kararla bütün Yahudilere Filistin’de arazi satılmasını yasakladı. Tüm bu çabalara rağmen, Siyonistler çok sayıda taraftarlarını Filistin’e yerleştirmeye başladı. II. Meşrutiyet’in ilan edildiği 1908’de Musevi göçmen nüfusu 80 bine ulaşmıştı; 40 bin dönüm de toprak almışlardı. 1870-1896 seneleri arasında yerleşimciler 17 tarım kolonisi kurmuştu.
II. Abdülhamit’in Yahudilere yaklaşımı
Siyonistlerin Filistin’de iskân edilmelerine karşı çıkan II. Abdülhamit’in, Avrupa’daki katliamlardan kaçan Yahudi göçmenlerin Babıali tarafından tespit edilecek bölgelere yerleştirilmelerine karşı olmadığının da altının çizilmesi gerekir. Sultan’ın bu onayıyla, Yahudilerin mali hizmetlerinin de bir karşılığı olarak, Yahudilerin iskânını hızlandırmak ve Hristiyan âleminde onların daha fazla acı çekmelerini önlemek için Muhacirin Komisyonu kuruldu3.
II. Abdülhamit’in Osmanlı Yahudileri ve Yabancı Yahudiler ile olan ilişkileri ayrı tutulmalıdır. Döneminin bir bölümünde yer alan İttihat ve Terakki akımı içinde II. Abdülhamit’e muhalefette bulunmuşlarsa da, bu Yahudilerin Türk unsuruna karşı olduğunu ifade etmez. I. Siyonist Kongre’nin toplanmasından sonra, kongrelerin toplanmasını sağlayan Herzl’in planlarında Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında bulunan Filistin’in, Osmanlı’nın rızası ve egemenliği altında Yahudileşmesini gerçekleştirmek yer alıyordu. Herzl, bu amaçla İstanbul’a birkaç kez geldiyse de, Abdülhamit toprak satın alımı konusundaki tekliflerini kesinlikle reddetti. Sultan aslında Filistin hariç, imparatorluğun birçok bölgesinde Yahudi yerleşimine izin vermekle beraber, Filistin’siz bir imtiyazı da Herzl kabul etmedi. II. Abdülhamit, her şeye rağmen Herzl’i tamamen dışlamamıştı ve kendisine 3. sınıf Mecidiye Nişanı taktırmıştı. Ancak bir görüşmede tercümanlık yapan Hahambaşı kaymakamı Moşe Levi’yi saraya davet etmiş ve bütün gün beklettikten sonra çok sert bir şekilde azarlamıştı. Moşe Levi, olaydan hastalanacak ölçüde müteessir olmuş ve Herzl’in emellerinden haberdar olmadığını belirtmişti. Hahambaşı’nın art niyeti olmadığına ikna olan Padişah, yaşlı Moşe Levi’yi affetmişti (‘Une Page Inédité d’ Histoire: Abdülhamid 2 et le Sionisme’, Avram Galante, 1933).
Osmanlı Yahudileri ise Avrupa devletlerinin uyruğunda bulunan Siyonistlerin girişimlerini soğuk karşılamıştı. Ayrıca II. Abdülhamit döneminde Osmanlı Yahudileri, yönetimle herhangi bir sürtüşmeye girmediği gibi, önemli gelişmeler de göstermişti. Yahudi gençleri, ‘Alliance Israélite Universelle’in açtığı okullarda eğitim görerek birçok alandaki geri kalmışlıklarından kurtulmaya başladı. Osmanlı Yahudileri ayrıca birçok kamu görevlerinde yer aldı. Ayrıca bu dönem boyunca, Osmanlı topraklarına büyük bir Yahudi göçü oldu; 1844’te 150 bin olan Yahudi nüfusu, 1907’de 253 bine çıktı. Osmanlı, Yahudileri yalnız sınırları dahilinde değil, dışında da koruma politikası izlemişti. Öte yandan Osmanlı’ya İspanya’dan göçün 400. yılını Osmanlı Yahudilerinin coşkulu bir şekilde kutlamaları da, bu dönemde Yahudi topluluğunun Osmanlı’ya olan bağlılığını ortaya koyar. 1892 yılının Pesah Bayramı’nda, tüm sinagoglarda okunan özel bir şükran duasından sonra Moşe Levi, Yıldız Sarayına giderek II. Abdülhamit’e Yahudilerin minnet ve şükranlarını ifade eden altınla işlenmiş bir albüm ile sinagoglarda okunan metni ve Türkçe tercümesini sundu. II. Abdülhamit döneminin konsolos, hukukçu, müfettiş, maliyeci ve hekimleri arasında birçok Yahudi vatandaş bulunmaktaydı.
Kaldı ki, Filistin Osmanlı toprakları içinde kaldıkça, Osmanlı Yahudilerinin en sonunda bu bölgenin Osmanlı Devleti’nden kopmasını gerektirecek olan Siyonizm’e sempati göstermedikleri de başka bir gerçektir. Osmanlı Yahudileri, bu devletin topraklarını onları savunan bir kale olarak görmüş ve çöküş sürecinden kaygılanmışlardı. Meclis’te, Gümülcineli İsmail Bey Yahudilerin devleti parçalamak ve Filistin’de bir Yahudi devleti kurmak istediklerini söylediğinde söz alan Nissim Masliyah Efendi, “Bendeniz bunu katiyen reddediyorum, İsrailiyet namına cevap veriyorum” demişti. II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesi esnasında heyette görev alan Emanuel Karasu’nun siyasette izlediği yol ise ayrı bir araştırma konusu olup, Osmanlı Yahudi toplumuna mal edilemez4.
devam edecek
1 The Arab-Israeli Conflict, Kristen E. Schulze Rutledge, N.Y., 2017, S. 3- 7.
2 Promise and Fulfilment, Arthur Koestler, Macmillan and Co. Ltd., 1949, S. 4.
3 Ulu Hakan Abdülhamit Han, Hüseyin Tekinoğlu, Kamer Yayınları, 2017, S. 235- 238.
4 Osmanlı ve Türk Yahudileri, Yusuf Besalel, Gözlem Yayıncılık, 2003, S. 53- 55.