Ölümün armağanı

Ferhat ATİK Toplum
20 Eylül 2018 Perşembe

Donner la Mort’ Fransız dilbilimci Jacques Derrida’nın 1996 yılında yayımladığı kitabının orijinal adıdır. İngilizceye çevirisini yapan David Wills ise ‘The Gift of Death’ ismini verirken, bu isim üzerinde Derrida ile uzun uzun konuşarak karar verebilmişler. Çünkü ‘donner’ biliriz ki ‘gift’ sözcüğünden geniş ama zaman zaman da ‘gift’ sözcüğü ‘donner’den güçlüdür.

Malum Derrida!

‘Armağan’ kelimesi Türk Dil Kurumunda (TDK) “birisini sevindirmek için verilen şey” olarak tanımlandığından bu yana kısıtlanmış durumdayız. Sözcüklerin ‘kurumları’ sanılandan önemlidir. Anlama çerçevemizi belirledikleri için. TDK gibi mesela.

Bu sınırlar ve çerçeveler, bilinçli ya da bilinçsiz düzenlendiğinde, bir toplumun düşün hayatını sıkıntıya sokabilirler. Öyle ki, kavramsal çevirilerde özellikle sadece yerel dili kullanabilen yazar ve düşünürler için kendi dilleri oldukça sınırlayıcıdır. Felsefe bu sınırlar içerisinde üretilir, düşünce ve takip eden demokratik eylem aynı sınırlar içerisinde, mücadeleye dahi zarar verebilir.

Türkiye’de son 20 yılda özellikle sol ideolojide yaşanan çökme de bundandır.

Sol dünyadaki negatif devinimlerin rüzgârı yanında Türkiye’de, sınırlı ve çerçeveli bir şekilde statükocu durumda gerilemiş, savundukları idealler ise 60’lı ve 70’lı yıllardan kalmıştır. İdealize edilme metotları ise ne yazık ki 80 ihtilalinin hemen öncesi ile hemen sonrası arasındaki korku yıllarının inşa ettiği bir modeldir. 

Derrida ‘Ölüm Armağanı’ kitabında, Kierkegaard üzerinde yoğunlaşır.

Peki, kimdir bu Kierkegaard? Yozlaşmış, Türkiye solu ile ilintisi nedir?

↔↔↔

Kierkegaard bir 19. yüzyıl filozofudur. Varoluşçuluğun kurucu isimleri arasında yer aşır. Kierkegaard, Nietzsche gibi bağımsız bir filozoftur. Belli bir felsefi sistematik geliştirmemiş ancak, kullandığı kavramlar ve felsefe yapma tarzı sonradan varoluşçu felsefelerde görülen nitelikleri barındığı anlaşılmıştır. Kierkegaard en çok eleştirdiği filozof Hegel’dir. Hegel’in rasyonalist ve sistematik felsefesi Kierkegaard için kabul edilemezdir.

Ona göre varoluş, somut ve öznel insanın yaşamıdır. Bu nedenle felsefe somut düşünmeye, yani varoluşa yönelmelidir.

Derrida, incelediği ve değerlendirdiği Kierkegaard’u, derinlemesine irdeler. Bizim için önemi, Kierkegaard’un “eleştirirken gerçeğe dayanma gerekliliği” söylemi yanında Derrida’nın buna verdiği önemdir.

Neden sol yaklaşımcılarla özdeşleştirebiliriz?

Çünkü iç kavgaları, ülke yararına bir muhalefet yaparak daha iyiye erişmemize yönelik olmadıklarını, aksine ‘iktidar olma hedefi’nden öteye gitmediğini göstermesidir. Giderek hiçbir görünümlerinin gerçek olmadığı eleştirisine yaklaşıyoruz.

Ölümün armağanı.

Ölümle gelen bir yitimin, geride kalan/lar için, yas tutma sürecini başlattığını Prof. Dr. Vamık Volkan’dan biliriz. Dr. Volkan, “Bir kişinin veya şeyin zihinsel tasarımı ile olan ilişki”dir der ‘yas tutma’ için.

Dr. Volkan, yitimin getirdiği acıların bir yas sürecini doğru değerlendirirsek, bize armağan olabileceğine vurgu yapar. Yitim ve yas birer gerçekliktirler. Mesele ise, yitim ve yasa ait sürecin en doğru şekilde yaşanmasıdır.

Bu durumda ölüm bize bir armağan sunacaktır.

Ancak meselede bahsedilen yitim, elbette sadece ölüm değildir. Kaybedilen her şey bu kavramdadır. Bir hayal, bir hedef, bir seçim, kaybedişin gerçekliğinde doğru yönetilen bir yas süreci ile ancak mental olarak bizler için armağana dönüşürler.

Şimdi meseleyi kaybedenler anlamında ve politik psikoloji düzleminde düşünün.