Hitler’in yanında yer alsın almasın Alman ordu elemanlarının, rütbelerinden bağımsız, birleştikleri yegâne nokta ‘Yahudi sorunu’ idi.
Nasyonal Sosyalist rejim ile ilgili yapılan çalışmalarda çok fazla gündeme gelmeyen bir konu Alman Ordusu ile halkın Führer’i Adolf Hitler arasındaki ilişkidir, hiç şüphesiz. Genelde bir ifade toptancılığı ile Nazilerden söz edilir… SA’lar, SS’ler ya da Gestapo sıkça konu edilir ancak Alman Ordusu hakkında çok fazla şey söylenmez.
I. Dünya Savaşı hezimetinden sonra imzalanan Versailles Anlaşması uyarınca ciddi sınırlamalara tabi tutulan Alman Ordusu, savaşın galipleri öyle sansınlar, 1923 yılından itibaren gizliden gizliye yeniden bir yapılanma sürecine girer. Aslında bu resmi olmaktan uzak, eski ordu komutanlarından General Hans Von Seeckt’in çabaları ile kurulan TA - Truppen Amt’ın (Birlik Ajansı) kendine görev edindiği bir hedeftir. Grubun 14 genç subayı, savaş sonrasında yok olan Alman Ordusunu yaşatmak, geliştirmek, operasyonel gereksinimlerini tespit etmek ve onları gidermek amacı ile yola çıkarlar: Çalışmalarının sonunda Prusya geleneğinden gelen muhteşem orduyu yeniden oluşturmak azmindedirler.
102 tümen, 252 general
Savaş sonrası dönemin, özellikle Fransa tarafından dikte edilen tavizsiz şartları çerçevesinde, imza altına alınan anlaşmanın maddelerinin uygulanmasını izlemekle yükümlü çalışma gruplarının amansız takiplerine karşın, TA, nüfusu 3 milyon civarında olacak yeni ordunun temellerini atar. Von Seeckt’in emri kısa ve özdür: 102 tümen ile buna gerekecek sayıda general hazırlanacak ve ulusun ayaklar altına düşen itibarını yeniden tahsis etmek için bir savaş ordusu toparlanacaktır.
1 Eylül 1939’da Hitler Polonya’ya saldırıp adına II. Dünya Savaşı denilecek felaketler zincirinin pimini çektiğinde emrinde, TA’nın öncül girişimleri ile kurulan, 102 tümen ve 252 general vardı. Hitler’in ordusu 1923’lerde kağıt üzerinde tasarlanan ordu ile birebirdi. Dolayısı ile Hitler’in savaşmak istemeyen bir ordu ve generallerini zorlamış olduğu argümanı gerçeği yansıtmaz. Tam tersine Alman ordusu savaş istiyordu. Ulusa zafer kazandıracak bir Avrupa savaşı için gizliden gizliye, anlaşma maddelerini çiğneyerek, hatta yalana dahi başvurarak hazırlanmıştı…
Von Seeckt orduyu Weimar Cumhuriyetinden çok, 1918’de yok olan Reich’ın bir organı olarak görmekteydi. Nitekim Cumhuriyete karşı girişilen birçok saldırıda ordu sessiz kalmayı yeğlemişti. Ancak günlük politikalara sessiz kalması, apolitik olduğu anlamına gelmeyecekti.
Cumhurbaşkanı Hindenburg’un ölümü sonrasında ordu generalleri ile Hitler arasındaki ilişkilerin canlılığı ilginçtir. Bellidir ki, yeni bir Almanya iddiası ile seçilen Nazi Partisine sempati ile bakmaktaydılar, rejimin başarısından şahsi beklentiler içine girmekteydiler. Gerçi Nazi ideolojisinin kiliseye bakışı, ordunun antidemokratik yapısı ile ilgili kaygılarını dile getirenler vardır ancak bunlar hem azınlıktır hem de Reichswehr’in milliyetçi muhafazakâr ideolojisi ile kuşatılmıştır.
Generallerin sadakati
Kimi generalin, Hitler’e kredi verilmesi gerektiği ve zaman içinde kendisinin kontrol altına alınabileceği konusundaki yaklaşımları da kısa zamanda iflas eder. Alman ordusunda onbaşı olarak görev almış bir Avusturyalının, hele Hitler kadar şüpheci birinin, Alman ordusunun generallerine güveneceğini sanmak saflıktır. Nitekim SS’lerin alternatif kolluk kuvvet olarak, zaman zaman ordudan daha yetkili bir şekilde toplum hayatına damga vurmaları, Hitler’in kendisini güvence altına almak için attığı bir adımdı.
Generaller Hitler’e ne kadar sadık kalacaklardı? Führer’in orduya müdahalelerini nereye kadar kabul edeceklerdi? Değişik bir siyasi gündemleri olacak mıydı? Savaş başında ordunun generalleri ile Hitler arasındaki işbirliği cennete benzemekten çok uzaktı… Nitekim savaşın birkaç ay öncesinde Hitler’in Çekoslovakya’yı ilhak etmek için harekât planı talep etmesi dönemin Genelkurmay Başkanı General Ludwig Beck tarafından eleştirilmişti. Sonuçta Beck istifa etmek zorunda kalmıştı.
Ordu savaşmak istiyordu ancak Hitler’in kabaran arzuları özellikle, Sovyet Rusya sınırını aştıkları 1941 Haziran’ından itibaren irrasyonellik eşiğine ulaşmıştı. 1941 – 42 kışı soğuğa kurban verilen on binlerin arkasından Hitler ile generalleri arasında bazen ciddi boyutlara ulaşan tartışmalar yaşanır olmuştu.
1943 baharında Hitler’in uçağına iki şampanya şişesi içine yerleştirilerek konulan bombalar iş görseydi hem Hitler bertaraf edilecekti hem de bir uçak kazası algısı oluşturularak SS ve parti ile doğrudan çatışma olasılığı ortadan kalkacaktı. Peki, Hitler bu suikastta ölseydi, ordu generalleri nasıl bir tavır sergileyeceklerdi? Bir yandan Nazi rejimi ile ilişkilerini iyi tutarak istediklerine kavuşabilen, bir yandan da olası toptan bir başarısızlıkta kendilerine salınabilecek suçlamalardan kurtulmak için müttefiklerle dirsek temasında olanlar vardı…
Öldürülmek ya da iktidardan uzaklaştırılmak Hitler’in kâbusuydu. Bunu önlemenin, içeriden haber almanın yolu ordu generallerini hoş tutmak, arzuladıkları kaprisleri tatmin etmekti. Böylece oluşacak bir çıkar ilişkisi ile en azından ordunun bir kısmını Führer’e sadık tutmak olası olabilirdi. Bu konuda Hitler çok açıktı… Ordu mensuplarının parti üyesi olmaları şart değildi. Ancak devletin yüksek çıkarlarını savunacaklar ve verilen emirleri yoruma gerek kalmadan yerine getireceklerdi. Son tahlilde, Nasyonal Sosyalistler, orduya, normal bir vatandaşa davrandıklarından çok daha iyi davranmışlardı…
Gerçekten de, 1943 kışında Stalingrad kapılarında Alman askerleri açlıktan ölülerini yemeğe başladığı sıralarda, ordu komutanlarından bazıları evdeki varlıklarına varlık katmak için Nasyonal Sosyalist Partisi ile pazarlıklar yapıyordu, kapalı kapılar ardında… Donanma komutanı Amiral Erich Raeder, Feld Mareşal Ritter Von Leeb, Feld Mareşal Gerd Von Rundstedt, General Wilhelm Von Kietel gibi Barbarossa Harekâtında kilit görevler üstelenen üst düzey ordu mensuplarının, Şansölyelik Sözcüsü Hans Heinrich Lemmers’e ilettikleri talepler dudak uçuklatıcıydı.
Bazı komutanlar ise ülke gençlerinin yok yere ölmelerine razı olmuyor, üst üste geri çekilme talebinde bulunuyorlardı. Her defasında Hitler’in gitgide artan kızgınlığı ile karşılanan bu talepler, kiminin görevden alınması ile, kiminin ise intiharı seçmesi ile son buluyordu. 1944 yılı 20 Temmuz’unda bazı ordu mensuplarının başarısız suikast girişimi, Rus cephesinden gelen acı haberlere kayıtsız kalan Führer’i yerinden etmeye ve müttefiklerle hemen müzakere masasına oturmayı hedefliyordu. Ancak, büyük ölçüde kendisine sadık komutanların manevraları ile siyasi gücünün son demlerine gelmiş Hitler, bu saldırıdan son zamanlarda olduğundan daha güçlü çıkmıştı.
İşin ilginci Alman ordusunun üst düzey mensuplarının kendilerini Hitler’e kayıtsız şartsız teslim etmeleri ile ordunun temelini oluşturan Prusya geleneğinden, etiğinden sapmış olmalarıydı. Onur, asalet uzun zamandır ordu kademelerinde konuşulur olmaktan çıkmıştı.
Generallerin Yahudilere bakışı
Bu çerçevede, SS birlikleri ile birlikte hareket eden Reichswehr’in Yahudilere ve Romanlara yaşatılan kıyımdan haberdar olmaması olası değildi. Alman gururunu yeniden tesis etmek için yola çıkılan savaşın içine, bir yerlere gizlenmiş ancak gitgide aleniyet kazanan Holokost sürecine sessiz kalan bir ordudur söz konusu olan. 20 Temmuz 1944 suikastının mimarı Albay Stauffenberg bir yandan Hitler’i yerinden etmenin önemini hararetli bir şekilde anlatırken, Nazi ideolojisinin vazgeçilmezi olan Juden Frei Avrupa idealinin doğruluğuna dikkat çekiyordu.
Benzer şekilde, Hitler’e düzenlenen suikastın başarılı olması durumunda Şansölye ilan edilmesi beklenen Carl Goerdeler de, “Yahudilerin Avrupa’dan kesinlikle gönderilmeleri gerektiğini, Kanada ya da Güney Afrika’da kurulacak bölgelere taşınmaları gerektiğini” söylüyordu. 1942 Ocağında Wansee’de imza altına alınacak Nihai Çözüm projesinin yürürlüğe girmesinden önce Goerdeler, Yahudilerin Nazi Almanya’sı sınırları içinde yaşayan yabancılar olduğunu söylemiş ancak Nazi yöntemlerinin vahşetine vurgu yapmıştı.
Hitler’e açıktan muhalif olduğu bilinen General Werner Von Fritsch de, “Almanya’nın eski gücüne kavuşturmak için üç savaşı kazanması gerektiğini ifade etmişti: İşçilere, Katolik Kilisesine ve Yahudilere karşı…” Dolayısı ile denilebilir ki Hitler’in yanında yer alsın almasın Alman ordu elemanlarının, rütbelerinden bağımsız, birleştikleri yegâne nokta Yahudi sorunu idi.
Herkes bilmiyor olabilirdi, ancak ordu biliyordu! Alman halkının çoğu farkında değildi. Yahudilerin, geldikleri Doğu Avrupa topraklarına sürüldüklerini, belki daha kötü şartlarda ancak Amerikan ve İngiliz savaş uçaklarının bombalarından uzakta, güven içinde yaşadıklarını sanıyorlardı. Hatta onları kıskanıyorlardı bile!
Avrupa’yı kısa zamanda dize getirmek ile övünen Alman ordusunun, parayla, rütbeyle ve askeri zaferlerle efsunlanmış generalleri ise biliyorlardı ancak ilgilenmiyorlardı…