II. Abdülhamit dönemi, Osmanlı tarihinin en tartışmalı dönemlerinden biridir. Albülhamit’in icraatları kadar, bu dönemde önemli görevlere gelen Osmanlı Yahudileri de tarihte tartışmalı olarak yer aldı.
II. Abdülhamit devri tarihte “Devr-i Hamidiyye” diye anılır. II. Abdülhamit, Osmanlı tarihinin en çok tartışılan ve değerlendirilmesi uzmanlık isteyen hükümdarıdır. Nitekim bazılarının ‘Ulu Hakan Abdülhamit Han’, bazı İttihatçı önderlerin ‘Kızıl Sultan’, bazı muhaliflerinin ise ‘Pinti Hamid’ diye adlandırmaları bu değerlendirmenin zorluğunu gösterir.
Nitekim, bu dönemde izlenen iktisadi politika, Anadolu ve Hicaz’da yapılan okul, yol, hastane gibi yatırımlar, Düyun-u Umumiye’nin kurulması, dış borçların önemlice bir kısmının muntazaman ödenmesi II. Abdülhamit hakkındaki abartılı olumsuz hükümlerin bazılarını haksız çıkarır. Ancak memur maaşlarının ödenememesi, ordunun modernleşmesi konusunda kurmay sınıfların önerilerinin dinlenmemesi, hafiye teşkilâtı ve sansürcü yönetimle aydınların baskı altında tutulması, ciddi toprak kayıpları başlıca eleştiri hususları arasında yer alır. Osmanlı İmparatorluğunun gerileme sürecinin bu safhalarında aslında 19. yüzyıl dünyasıyla ayak uydurmaya çalışarak dirilen bir devlet mekanizması da söz konusudur. İstanbul dışında - Anadolu’da - ulaşımın ve tarımın gelişmeye başlaması da bu devirdedir. Gerçi bu devirde sınaî bir kalkınma olduğunu söylemek güç; ancak tarım ve ulaşımdaki gelişmeler yadsınamaz. Örneğin demiryolu yatırımları sayesinde İstanbul halkı ve Yunan Savaşı esnasında da ordu Anadolu buğdayı ile beslenebildi. Fen bilimlerine ve teknik uzman yetiştirmeye önem verilirken, felsefe ve sosyal bilimler ise ihmâl edildi.
Öte yandan, II. Abdülhamit, Anayasa ilanını vaat etti ve bu vaadini yerine getirdi. Toplanan Meclisi Mebusan Meclisini lâğvetmesi ise meclis çalışmaları hakkındaki araştırmalar yetersiz olduğundan, ilgili tartışmalara yeterli mesnet mevcut değildir. 1877-78’deki Osmanlı-Rus Savaşı felâketle sonuçlanmış fakat 1897’deki Yunan Savaşı ciddi bir başarı ile bitmişti. Ayrıca İngiltere’nin siyasetinden rahatsız olan hükümdar, Rusya ile akıllı bir barış politikası izlemişti. Keza Rusya da bu dönemde barışçı bir tutumun faydalı olacağı düşüncesini benimsemişti. Sultan, döneminde İngiltere’nin muhafazakâr hükümetleri ile uyum sağlamıştı. Abdülhamit’in Almanya ile ittifakı ise göstermelikti. Ordunun komutasını Almanlara bırakan İttihatçıların yaptığı hataya düşmemişti. Balkanlardaki devletlerin ittifak yapmasını ve Arap ulusçuluğunu önlemeye çalışmıştı. İmparatorluğun etnik unsurlarının kültürel ve iktisadî yaşamlarındaki olumlu gelişmeler de bu döneme aittir1.
II. Abdülhamit döneminde Yahudiler
19. yüzyılın sonlarında Osmanlı Yahudileri, imparatorluğun en geniş alana yayılan grubudur. Mısır, Libya, Suriye, Lübnan, Filistin, Batı Anadolu’da İzmir, Edirne, Selanik, Gelibolu, İstanbul vb. kentlerde, Bosna, Güney Bulgaristan ve Makedonya’da Yahudi cemaatleri mevcuttu. Osmanlı Yahudilerinin Siyonizm hakkındaki tutumlarını anlamak için onların modern çağın ulusçuluğu hakkındaki tutumlarını bilmek gerekir. Osmanlı Yahudilerinde ulusçuluk, makbul ve güncel bir akım olmamıştı, ulusal bir örgütlenme söz konusu değildir. Dindar bir eğitimin ötesinde, modern ve seküler eğitimi ise Osmanlı Yahudilerine Alliance Israélite adında, merkezi Fransa’da olan, Akdeniz havzasında yayılmış ve Siyonist olmayan bir örgüt sağlamıştı. Osmanlı Yahudi gençleri, yüksek okullar dahil Osmanlı eğitim kurumlarında okumuştu. Muhtelif bakanlıkların, maliye ve sıhhiye örgütünün yüksek kademelerinde birçok Yahudi devlet memuru bulunmaktaydı. Yahudi aydınlar, II. Meşrutiyeti destekledi çünkü bunu bir Osmanlı milliyetçiliği olarak görüyorlardı. Yahudiler ne laik bir ulusçuluk olan Siyonizm’e iltifat etmiş, ne de Bulgarlar, Rumlar ve Ermeniler gibi seçimlere milliyetçi gündemlerle giren diğer unsurlara yakın durmuşlardı. Yahudiler, Arap ve Arnavutların aksine ulusal dernekler de teşekkül etmemiş; tamamen İttihat ve Terakki’yi destekleyen konumda bulunmuş ve II. Meşrutiyet meclisinde yoğun bir şekilde temsil edilmişlerdi. 1877’de parlamentoda Avram Acıman, Menahem Salih, Bosna’dan Ziver ve Yanya’dan Davicon Levi mebus olarak bulunurken, II. Meşrutiyet Parlamentosunda ise İstanbul’dan Vitali Faraci, Selanik’ten Emanuel Karasso, İzmir’den Nesim Masliyah, Bağdat’tan Hezakiel Sason vardı. Ayan Meclisinde de Daviçon Karmona ve Bahor Eskenazi bulunmaktaydı2.
Siyonizm, Osmanlı İmparatorluğu’nda tutulan bir ideoloji olmadı. Filistin içindeki kolonizasyon etkinlikleri ise, Avrupa Yahudileri ile ilgiliydi, Osmanlı Yahudilerini bağlamaz. Osmanlı Devletinde çöküş süreci ilerledikçe Avrupa’da egemen olan Yahudi düşmanlığı Osmanlı Yahudilerini kaygılandırmış, devletin topraklarını onları savunan bir kale olarak görmüşlerdi. Bu nedenle de, çöküşe engel olacağı savıyla ortaya çıkan İttihat ve Terakki’yi de desteklemek ihtiyacını duymuşlardı. Aynı nedenle, Filistin Osmanlı toprakları içinde kaldıkça, bu bölgenin Osmanlı Devleti’nden kopmasını gerektirecek Siyonizm’e sempati göstermeyeceklerdi. Örneğin mecliste Gümülcineli İsmail Bey, Yahudilerin devleti parçalamak ve Yahudi devleti kurmak istediklerini söylediğinde söz alan Nesim Masliyah Efendi, “Bendeniz bunu katiyen reddediyorum, İsrailiyet namına cevap veriyorum” diyecekti.
Öte yandan, İttihat ve Terakki bünyesindeki bazı subay, memur ve Yahudilerin, Selanik’teki Mason derneklerine de mensup oldukları görülür. 1909’da II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesinin bir Yahudi/ Mason Komplosu olarak tanımlanması ise özellikle İngilizler tarafından I. Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakkicilerin, milliyetçi çevrelerin önünde karalanması amacı için körüklenen bir İngiliz bölücü etkinliğiydi. Buna karşın Bernard Lewis, ‘The Emergence of Modern Turkey’ eserinde, Yahudilerin İttihat ve Terakki’nin kurullarında darbeden önce ve sonra önemli bir etkinlik oynadıklarına dair delillerin asgarî ölçüde olduğunu belirterek, eleştiri konusu olan Karasso’nun göreceli olarak arka planda bir şahsiyet olduğuna, ön safta yer alan Cavid Bey’in ise din değiştirerek İslamiyet’e geçtiğine işaret eder. İttihat ve Terakki konusundaki araştırmasında Feroz Ahmad da, İngilizlerin, Karasso’yu cemiyetin liderleriyle ortak olarak karaladıklarını belirtmekte fakat Karasso’nun sanıldığı kadar etkili olamadığına dikkat çeker3.
II. Abdülhamit ile Theodor Herzl karşılaşmasının güncel antisemit çağrışımlarına değinecek olursak, şu yoruma da dikkat çekmek gerekir.
“İslam’da Yahudi düşmanlığı yoktur. Yalnız köktenci akımda var. İsrail ile gelen bir şey. İsrail öncesi de köktenci cereyanlar vardı, ama özel bir Yahudi düşmanlığı yoktu. O, biraz siyasî nedenlerden ve Arap Müslümanlığı’nın desteklenmesiyle oldu. Böylece, Türkiye’de İslami köktenci teorilerinin beslediği, pompaladığı, öne çıkardığı antisemitizm Arap dünyasının, İsrail’e tepkiselliğinin doğrudan ürünü ve uzantısı halini aldı. Türkiye’de antisemitizme tarihi bir referans noktası da getirilmiş: Abdülhamit’in Herzl’in Filistin’de Yahudilere bir vatan verme teklifini kabul etmemesi! Bakın, bu ne sonuçlar yarattı? Cumhuriyet’ten sonra yeni devlete egemen olan laiklik anlayışı, İslam karşıtı bir konuma kaydı, Müslümanları baskı altına aldı. Aynı zamanda Abdülhamit’e de İttihatçı geleneği nedeniyle düşmandı. Bunun üzerine İslamcılar da Abdülhamit’i savunmaya itildi. Dolayısıyla, onun Herzl’e Filistin’de bir Yahudi yurdu kurulması konusunda ret cevabı, İslamcılar için bir ‘referans noktası’ oldu. İslamcılar giderek antisemit bir konuma kaydı. Oysa Abdülhamit’in bu cevabında antisemit bir yön olduğu kanısında değilim… Toprak talebi vardı… (ama) Herzl ile görüşmüş olması bile, Abdülhamit’in antisemit olmadığını ortaya koymaz mı? Peki Herzl’in teklifini niçin terk etti? İngilizlere karşı Pan-İslâmcılık kartını oynamayı tercih etti. Filistin toprağını Yahudilere terk etmesi, bu kartı oynamasını engellerdi. Bu yüzden olumsuz cevap verdi. Real politik oyunu oynadı.”4
Osmanlı Meclisinde Musevi bir Mebus: NESİM MASLİYAH EFENDİ
Nesim Masliyah, ilk - orta tahsilini Manisa veya İzmir’de tamamladıktan sonra İstanbul’da Mektep-i Hukuk Şâhane’yi bitirdi. Selanik Polis Mektebinde idare ve kapitülâsyonlar konusunda dersler verdi. Masliyah, Musevi Cemaati tarafından sevilen bir kişilikti, İzmir’in siyasal ve sosyal hayatında bir yer edinmişti. Kanun-u Esasi’de tartışmalı madde olan 113. maddenin kaldırılması suretiyle Meşrutiyet’in tehlikeye düşmesine engel olmak istemişti. Oportünist siyasi anlayışa karşı olup, tarif ettiği “cesur ve yürekli mebus” tanımına uymuştu. 31 Mart olayında meclisteki konuşmasıyla meseleyi tüm çıplaklığıyla gözler önüne serme cesaretini göstermişti. Masliyah, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde yaptığı çeşitli faaliyetlerle de adından söz ettirmişti.
Masliyah’ın Cumhuriyet döneminde Sultan Abdülhamit’in veresesi ile ilgili aldığı dava dikkat çekicidir. II. Abdülhamit’in Şubat 1918’de vefatıyla bıraktığı mirasın intikali büyük sorun haline dönüşmüş ve mirasçılar, Abdülhamit’in Suriye, Filistin, Makedonya gibi bölgelerdeki emlakları ile ilgili davalar açmıştı. Masliyah, vatandaşlık ve tabiiyet arasındaki farka dikkat çekerek, mirasçıların Türk mahkemelerinde haklarını aradıklarını savundu. İttihatçı Masliyah’ın yıllar sonra Abdülhamit’in mirasçılarının avukatlığını üstlenmesi üzerinde durulması gereken bir vakadır. Ayrıca Masliyah’ın kısa bir süre için Mayıs 1909’da çıkarttığı ‘İttihad’ ve Aralık 1930’dan itibaren yayınladığı ‘Hür Adam’ ve ‘I’Union’ adlı gazetelerle, gazetecilik yönü de görülür.
Nesim Masliyah, II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Paris ve Londra’ya giden Jön Türk Delegasyonunda yer almıştı. Masliyah’ın sosyalist hareketle ilişkili olduğunu, Stockholm ve Amsterdam’da yapılan sosyalist kongrelere katıldığını, ünlü tarihçi Avram Galanti saptadı. Masliyah’ın Siyonist düşünce yapısına sahip olup olmadığı, üzerinde durulması gereken bir husustur. Özellikle İslamcı düşünceye sahip bazı çevreler, onu Siyonizm’in önde gelenleri arasında saysa da gazetesi İttihad’daki köşesinde bu yaklaşıma uygun bir emareye rastlanmadığı gibi, başka bir araştırmacı da (Huyugüzel 2000, S. 477) Masliyah’ın Musevileri Filistin’e yerleştirme amacındaki Siyonist faaliyetlere karışmadığını ileri sürer. Kaldı ki, önceden belirtildiği üzere Masliyah, mecliste Siyonizm’i, yapılan bir itham üzerine kati bir dille yermişti. Diğer bir vesile de, Hicri 1327 senesi bütçe konuşmalarında Kudüs Mebusu Ruhi El Halidi Bey’in konu dışına çıkarak, hükümetin Siyonizm tehlikesi hakkındaki tutumuyla ilgili yaptığı konuşma esnasında gerçekleşmişti. Musevi mebuslar konuşmaya tepki göstermiş ve Masliyah Siyonizm lehinde konuşamayacağını belirterek şunları söylemişti: “…Museviler ancak Memâlik-i Osmaniye’de rahat yüzü görmüşlerdir. Ruhi Bey’in dediği gibi Avrupa’daki Musevilerin görmüş oldukları zulüm, zannederim insaniyet tahammül edemez. Burada refah-ı hal ile yaşayan bir millet, zannederim, bu memlekete hıyanet etmez! Bu memlekete daha ziyade eder. Musevilerden ziyade dost adam bulamazsınız.”
Masliyah ayrıca ‘Osmanlı Parlamentosu Beynelminel Sulh Heyeti’ adında bir eser kaleme aldı. Masliyah’ın meclisin açılışı nedeniyle Abdülhamit’e teşekkür amacıyla oluşturulan heyete seçilen dokuz mebustan biri olduğu pek bilinmez. Ayrıca II. Meşrutiyet döneminin önemli gelişmelerinden olan 1908 borçlanması yasa tasarısında söz almış ve bir borçlanma mukavelesinde devletin haysiyetine, şan ve şerefine halel getirecek maddelere itiraz etmişti. Öte yandan Aydın vilayetinde artan asayiş sorununun çözümü, sulh mahkemelerinin kurulması, özellikle ecnebî ortaklı imtiyaz işlerine dahil şirketlerin muhakkak anonim şirket olması gibi konularda da ağırlığını koymuştu.
Özetlenecek olursa, Meşrutiyet seçimlerinde (1908, 1912, 1914) İzmir mebusluğu yapan Nesim Masliyah, siyasal etkinliklerinin haricinde avukatlık ve gazetecilik yönleriyle de dikkat çekmekteydi. Meclis haricindeki faaliyetlerinden İttihatçı çizgiyi koruduğu, bazı iddia ve yorumlara rağmen ise meclisteki konuşmalarına istinaden, Siyonizm karşıtı bir siyaset izlediği saptandı. Kuşkusuz bu nitelikleri ile Masliyah, Osmanlı ve Türkiye Musevileri arasında müstesna bir konum taşır. 17 Mart 1931’de Beyrut’ta vefat eden, 29 Mayıs 1931’de cenazesi İstanbul’daki Musevi Mezarlığında defnedilen Nesim Masliyah için Cumhuriyet gazetesi şunları yazmıştı: “Nesim Masliyah, mükemmel bir insan ve şuurlu bir vatandaştı. Nagehânı ufulünden (ansızın güneş misali batıp kayboluşundan) duyduğumuz eza ile kendisine ebediyetin sinesinde sükûnet ve matemzâde ailesine ise sabır ve tahammül temennî ederiz.”5
Devam edecek.
1 ‘Osmanlıya Bakmak’, İlber Ortaylı, İnkılâp, İstanbul, 2016, S. 129- 131.
2 a.g.e., S. 184- 185
3 ‘Osmanlı ve Türk Yahudileri’, Yusuf Besalel, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A.Ş., İstanbul, 1999, S. 52- 53.
4 a.g.e., S. 213, ‘Türkiye’de Aydınların Gözüyle Yahudiler’den.
5 ‘Tarih İncelemeleri Dergisi’, XXXI/ 2, 2016, S. 524- 540, Serhan Kemâl Saygı.