Araştırmacı Yazar Aaron Nommaz, yeni kitabı ‘Jozef Nasi Büyük Hayaller Peşinde’ ile yeniden tarihimizin unutulmuş bir sayfasını karşımıza çıkarıyor.
Nommaz, bugüne kadar kimileri için ufak bir detay gibi gözüken, hiç bilmediğimiz gerçeklerin tarihin dümenini nasıl döndürdüğünü yine akıcı ve yalın bir dil ile anlatıyor. Kitabında, Josef Nasi’nin Kıbrıs’ın fethindeki payını, Bragadin’e karşı Osmanlı’nın duruşunun asıl nedenini ve Nasi’nin Sokullu ile olan amansız kapışmasını konu edinen Aaron Nommaz’la bir araya geldik. Osmanlı dönemine damgasını vuran Yahudi Banker Jozef Nasi’nin, Padişah II. Selim üzerindeki etkisini yazarın engin bilgisinden dinleyelim.
Jozef Nasi kitabını neden ikiye böldünüz? Yeni kitapta nelerden bahsediyorsunuz?
Çok büyük kitaplar ürkütücü. Bu kitaba başladığımda bitmek bilmedi. Kitap 700-800 sayfayı buldu. Kitaplarımda dikkat ettiğim nokta, okuyucuyu yormadan bilgiyi hoş bir şekilde sunabilmek. Tarih kitabı gibi salt bilgi vermek değil, hikâyeden keyif alınmasını sağlamak. Hikâyeyi yaşar gibi okutabilmek. Dolayısı ile kalın bir kitap yerine ikiye böldüm. Birinci bölümde, Jozef Nasi’nin Avrupa’daki güçlü ilişkilerini, Maximilian ve William of Orange ile sınıf arkadaşı oluşunu, çocukluğundan beri Avrupa kralları, aileleri ve aristokratlarıyla ilişkilerini, nasıl finansman sağladığını, Kraliçe Mary ile yakın iş tecrübesini anlattım. Dönemin en güçlü insanlarından biri. Kanuni Sultan Süleyman da o dönemin en güçlü insanlarından ama Nasi gibi bu aristokratlarla birebir ilişkisi olmamış. Bilgileri casuslardan alıyor fakat bu bilgiler çok sağlıklı olmuyor. Karşısına bu insanlarla iç içe olmuş, dört lisan bilen ve üstüne üstlük banker olan Nasi çıkıyor. Bankerler o dönemde çok güçlü. Krallar hesapsız harcamalarından dolayı bankerlere muhtaç; sadece para değil piyasa bilgilerini de bankerlerden alıyorlar. Zaten Amerika yok ve dünyada üç banker var. İlber Ortaylı Hoca da kitabımı okuduğunda o dönemde bankerlerin ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha fark ettiğini söyledi.
Nasi’nin Osmanlı’daki rolü nedir?
Nasi Osmanlı’ya geldiğinde Kanuni’ye öncelikle Avrupa’daki ilişkilerinden bahsediyor. Bunun yanında dünya görüşü, yaşam stili, entelektüelliği, Avrupa saray yaşamını, düşünce tarzını ve kültürünü iyi bilmesi Kanuni’yi etkiliyor ve Kanuni kısa sürede onu Frenk Beyi ilan ediyor. Böylece Nasi saraya istediği gibi girip çıkabiliyor. Yahudi olması önemli bir mevkiye gelmesine engel değil, ayrıca aileyi Engizisyon’dan kurtardığı için Kanuni’ye minnettar ve sadık. Avrupa’yı onun kadar iyi bilen olmadığı için Kanuni Avrupa ile ilgili her kararda ona danışıyor. Sokullu Mehmet Paşa’nın rütbesi daha yüksek olmasına rağmen Avrupa söz konusu olduğunda Nasi’nin dediği yapılıyor.
Biraz daha ileri gidecek olursak imparatorluğu yönlendirmiş bile diyebiliriz. Kanuni iki şey dışında Nasi’nin her istediğini yapmış. Bu iki şey ise Osmanlı’ya çok pahalıya mal oldu. Biri matbaa. Matbaanın önemini anlatmasına rağmen Osmanlı dini ve geleneksel sebeplerden dolayı matbaa kurmuyor. Avrupa matbaa ile gelişirken Osmanlı bu konuda geri kalıyor. Nasi, evine matbaa yapmak zorunda kalıyor.
İkincisi ise donanmayı güçlendirmek. Portekiz kolonileşmeyi başlattı, İspanya takip etti. Osmanlı’nın ise Akdeniz dışına çıkmak için donanması elverişli değildi fakat Nasi, kolonileştirme faaliyetlerine öncelik verilmesini kabul ettiremedi. Bir de Kanuni’yi Kıbrıs’ı almaya ikna etmeye çalıştı fakat Kanuni Haçlı Seferlerini canlandırmak istemediğinden cesaret edemedi.
Kanuni’den sonra II. Selim’le yakınlaşmasından söz eder misiniz?
Nasi, Kanuni’nin çocuklarından Selim’i çok tutardı. Selim-Beyazıt zıtlaşmasında Kanuni, Nasi’yi Selim’e para göndermesi için görevlendirdi. Ayrıca oğluna ekonomi öğretmesini ve dünya görüşü benimsettirmesini istedi.
Dünyanın en önemli şarap ticareti Nasi’nin elinde, Selim de şaraba meraklı. Nasi Osmanlı’yı evi olarak görüyor. Beraber içerlerken Selim; Nasi’ye, “Bir gün Kıbrıs’ı fethetmek bana nasip olursa seni kral yapacağım” diyor. Nasi de hayaller kuruyor, dindaşlarını oraya toplamak istiyor. Selim, Kanuni öldüğünde Belgrad’a çağırılıyor ve o telaş içinde, gitmeden, Nasi’yi Naxos Dükü yapıyor. Dük, kraldan sonra gelen en önemli pozisyon ve yönetmesi için büyük toprak parçası verilir.
Prof. İlber Ortaylı’nın güzel bir tespiti var: “Müslümanların halifesi bir Yahudi’yi dük yapıyor. Böylece en üst görevi bir Yahudi’ye vermiş oluyor. Tarihimizde eşi benzeri yok.”
Nasi’yi neden Naxos Dükü yaptılar?
Selim Nasi’den çok yararlandı. Karşılığında büyük bir jest yapmak istedi. Selim padişah olduğunda dünyayı Nasi’nin gözüyle görebilmesi çok önemli. Naxos’ta Ortodoks Hıristiyanlar var. Başlarına Yahudi bir dük gelmesi halkı inanılmaz derecede isyan ettiriyor. Avrupa’dan da büyük tepki geliyor. Bundan dolayı Nasi Naxos’a güvenli bir vekil olan Dr. Francisco Coronel’i yolluyor, kendisi hiç gitmiyor. Halktan az vergi alarak gönülleri kazanmaya çalışıyorlar.
Sokullu ve Nasi çekişmesini anlatır mısınız?
Sadrazam Sokullu ile Nasi’nın yıldızları baştan beri hiç barışmıyor. Maximilian barış anlaşması için heyet gönderiyor. En güzel hediyeler Nasi’ye geliyor. Sokullu bunu kıskanıyor. Yahudi tüccara böyle itibar edilmesi, kendi statüsünün önüne geçmesini kaldıramıyor. Sokullu büyük bir devlet adamı; önemli Sırp bir aileden geliyor. Aynı zamanda Selim’in de damadı. Dolayısı ile Nasi, Sokullu ile iş rekabetinde. Sokullu’nun çok iyi bir eğitimi var, sadrazam olmuş ancak yurt dışı tecrübesi yok. Nasi’ye borcu olan Fransız kral, Sokullu ile bir olup Nasi’nin tercümanı David’i kullanarak bir komplo kuruyorlar. Fakat Nasi’nin aleyhine hiçbir şey bulamadıkları için tuzakları tutmuyor çünkü Nasi Osmanlı’ya hep bağlı olmuş, hiç ihanet etmemiş.
Kıbrıs’ın fethine gelelim...
Kıbrıs olayında iki kamp var: Sokullu ve Nasi kampı. Çok büyük çatışmaları var. Sokullu İspanya’daki Moriskolara isyan çıkarttırıp İspanya’ya girmek istiyor. Nasi ise donanmasının İspanya’ya girecek kadar güçlü olmadığını söyleyip, önce Kıbrıs’ı almak gerektiğini düşünüyor. Lala Mustafa Paşa ve Piyale Paşa Nasi’ye katılıyor. Ebussuud Efendi de Kıbrıs alınırsa hac yolu açılacağı için onların yanında. Nasi Kıbrıs’a gidiyor ve çok kolay alınacağına dair bir rapor hazırlıyor. Bu sırada Venedik’te olan bir patlamanın suçu Nasi ve Kıbrıs’taki yandaşlarına atılıyor; akabinde Venedik’te Yahudilere zulüm başlıyor. Nasi bu haberi hemen Selim’e bildiriyor ve Kıbrıs’ın fethinin tam zamanı olduğunu söylüyor. Selim o zamana kadar Osmanlı’ya hiç toprak kazandıramamış, dolayısı ile büyük bir eksiklik hissediyor. Kıbrıs o açıdan hem Selim’in eksiklik hissini telafi edecek hem de şarap kültürü ve güzelliğinden ötürü cezbedici bir yer. Hakikaten de Selim, Nasi’nin başını çektiği kampın sayesinde Kıbrıs’ı alıyor. Nasi’nin finansmanda çok büyük desteği oluyor. Fakat Nasi, Kıbrıs Kralı olacak diye çok mutlu iken beklenmedik bir olay oluyor. Venedik Valisi Bragadin, Magosa Kalesini çok iyi koruduğu için Osmanlı 50 bin şehit veriyor. Papa, Haçlı birliklerini toplayıp, İnebahtı’da Osmanlı donanmasını hezimete uğratıyor. Bu da Osmanlı’ya inanılmaz bir maliyet çıkartıyor. Bu durum Sokullu’nun eline büyük bir koz veriyor. Bu esnada Molla Mustafa Paşa’nın oğlu şehit oluyor. Bragadin de yenileceğini anlayınca Osmanlı ile anlaşma yapıyor ancak bir şartı var. Venedikli tüm esir askerlerin geri gönderilmesini istiyor. Molla Mustafa bunu onaylıyor ve aynı şartı esir olan Osmanlı askerleri için de istiyor. Değişim başlayınca Bragadin, “Maalesef hepsi öldü” diyor. Çileden çıkan Molla Mustafa, Bragadin dâhil bütün Venedikli esirleri işkenceyle öldürtüyor. Bu olayla ilgili yurt dışındaki kaynaklarda Osmanlı’nın sözünü tutmadığı yazar, ancak aslı budur.
Türkiye’de Jozef Nasi’ye ait bir şey bulabilir miyiz?
Çok ilginçtir ki, Nasi de Sokullu da 1579’da ölüyor; Nasi eceliyle, Sokullu ise hançerlenerek… Nasi’nin terekesi hiçbir zaman bulunamıyor. Terekeler İstanbul Üniversitesinde saklanıyor fakat ben sadece bir kadı kararı bulabildim. Jozef Nasi’nin yüzükleri çalınmış.
Bilinmeyenler arasında Jozef Nasi ve Donna Gracia’nın mezarları da var. Biliyorsun ben Jozef Nasi’nin evini buldum. Dünyada evini tek bilen benim. Eski Osmanlı haritalarından buldum. Literatürde Belvedere Sarayının asıl yeri yazmıyor; tapu kayıtları da yok. Bir emelim de kitap yazarken dünya literatürüne katkıda bulunmaktı. Bunu, umduğumdan az de olsa başardığıma inanıyorum.
Yahudi tarihine şöyle bakıyorum. Bir ülkeye hep elin dolu geliyorsun. Torbada pamuk kalmayınca değersizleştirme çabaları başlıyor, maalesef Osmanlı’da da aynı senaryo daha yumuşak bir tonda oldu.
Bundan sonraki projeleriniz neler?
Amerika’da ‘Ottoman Publishing’ adını verdiğim yayınevimi kurdum. İlk olarak Dona Gracia’nın İngilizce tercümesi yayınevimden çıkacak. Kitap basmak isteyenler benim kanalımı kullanabilirler. Eğer bu kitap orada başarılı olursa arkasından Jozef Nasi de gelecek. Struma’yı yazmam istendi benden. Başta direndim. Struma Türkiye aleyhine bir olay. Türk vatandaşı olarak Türkiye aleyhine bir şey yazmak beni mutlu etmez ancak yapmış olduğum araştırmaya göre Türkiye’nin kusurunun abartıldığı kadar olmadığına, Türkiye’nin kusurlu davranışının anlaşılır ve çok ince bir noktada iyi niyetli olduğuna kanaat getirdim. Okuyanların bana hak vereceklerine inanıyorum. Burada asıl Romanya, Almanya ve İngiltere’nin çok daha ağır şekilde suçlu olduğunu görüp yazmaya başladım. Dışişleri Bakanlığı bu belgeleri açmıyor. Açmayınca tüm dünyada ‘halen gizledikleri bir şey var’ düşüncesi hâkim oluyor. Struma da Nasi gibi çok büyüdü ve onu da ikiye böldüm. İlkini, faciadan tek kurtulan kişi David Stoliar’ın ağzından yazdım. Bir de tarih kitabım var. Benden nesiller sonra okunacağına ve ihtiyaç duyulacağına inandığım bir kitap bu… Osmanlı tarihine azımsanmayacak bir katkısı olacak.