Merkez bankalarının uyguladıkları politikaların önemi ekonomik konjontüre bağlı olarak son beş - altı yılda oldukça arttı. Sokaktaki sıradan vatandaşın dahi ABD Merkez Bankasının kararlarını takip ettiği, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının faiz kararlarının bir hafta önceden soluksuz beklendiği bir dönemde, bu kurumların piyasa ile iletişimlerinin kalitesi de hiç olmadığı kadar önemli.
Merkez bankalarının uyguladıkları politikanın doğruluğu kadar hatta belki de daha fazla önemli olan nokta piyasa ile iletişimlerini iyi kurmaları. Bugün dünya ekonomisine yön veren ABD Merkez Bankası (FED) kararlarını incelediğimizde, iletişimin üst boyutta olduğunu görebiliyoruz. İletişim öyle bir boyutta ki, son yıllarda FED’in gerçekleştirdiği hiçbir faiz artırımı sürpriz olmazken, faiz artırım kararları neredeyse hiçbir oynaklık yaratmadı çünkü zaten piyasa faiz artırımı geleceğini bu kaliteli iletişim sonucunda çoktan anlamış ve fiyatlamıştı. Yani FED’in bir faiz artırımı sonrası dünyada tek bir ekonomist bile şaşırmış olmuyor. Türkiye’de ise analistlerin önemli kısmı 400-500 baz puan faiz artırımı beklediği bir anda TCMB faiz artırmıyor ya da tam tersi kimsenin beklemediği bir anda faiz artırabiliyor. Bir tarafta 25 baz puanlık faiz artırımında dahi kimseyi şaşırtmayan bir FED, diğer tarafta 500 baz puanlık faiz artırım kararında yaşanan piyasa şokları… Piyasa ile iletişimin zayıflığı, ileride karşılanamayacak beklentilerin oluşturulması son derece zararlı. Piyasada bir beklenti oluşturduğunuzda ve o beklentiyi karşılamadığınızda artık yapmanız gereken müdahalenin çok daha büyük olması gerekiyor. Tıpkı faizli bir borç gibi beklentiyi karşılamadığınız her saniye ödemeniz gereken bedel (faiz) artmaktadır. Sadece bu örnek bile, Türkiye’de piyasa ile iletişim konusunda bazı zafiyetler olduğunu ortaya koyuyor. Teorik olarak, 7 milyar insanı ikna edebilirseniz, istediğiniz her şeyi yapabileceğiniz gerçeğini hatırlayarak, iletişimin önemini bir kez daha gözler önüne serelim…
Psikoloji yönetimiyle birlikte doğru stratejileri uygulamak ve bunu net bir şekilde ifade etmek asıl amaç olmalı. Örneğin FED yıllarca şunu söyledi; enflasyonu yüzde 2’nin üzerine çıkaracağım ve o zaman faizleri daha net bir şekilde artıracağım. Bununla birlikte ilk zamanlar işsizlik düşmeden faiz artırımlarının oldukça sakıncalı olduğu gibi şeyler söyleyerek piyasaya planlarını açtı. FED’in 12 başkanı var ve her biri çoğu zaman farklı şeyler söyleyerek piyasanın algısını ölçer. Örneğin Atlanta FED Başkanı çıkıp faizler bu toplantıda asla artmamalı der sonrasında New York FED Başkanı ise öyle düşünmediğini söyleyerek piyasanın tepkisini ölçer. Bu büyük ihtimalle yarı gerçek-yarı oyun atışmalar ve açıklamalar ile piyasa son derece profesyonel bir şekilde yönetiliyor. İşin özüne gelecek olursak, genel kanı 400 puan faiz artırımı olacağı yönünde olmasına rağmen faiz artırılmıyorsa, bu merkez bankacılığı açısından kabul edilebilecek bir durum değil. Eğer merkez bankası faiz artırmayacaksa da, bunun sinyallerini açıkça verip piyasanın bir beklenti içerisine girmesini önlemek zorunda.
Elbette yaşanan kur krizlerinde, Merkez Bankasını birinci suçlu ilan etmek oldukça yanlış. Fakat bu anlamda yöneticilerin de hem davranışsal iktisat anlamında, hem teorik ve teknik bilgileri ile durumu son derece profesyonelce idare etmeleri son derece önemli. Basit bir örnek ile, Türkiye’nin ödemesi gereken borç yükü, petrol fiyatlarının seyri ve gelecekte oluşabilecek cari açık Ağustos-Eylül 2017’de de herkes tarafından biliniyordu. O dönem 1 dolar 3,40 TL civarlarındayken yapılabilecek 25 baz puanlık bir faiz artırımı ciddi bir niyeti ortaya koyması açısından doları düşürecek ve o dönem teknik olarak çok önemli bir seviye olan 3.30 seviyesinin altına indirebilecekti. Yazının başında belirttiğim ödenmeyen borç katlanarak büyür örneği burada maalesef gerçekleşti. Bir yıl önce 25 baz puan ile yapabileceklerimizi, bugün 625 baz puan faiz artırarak yapamadık. Merkez bankacılığı son 5-6 yılda tüm dünyada çok önem kazandı. Para politikaları birçok ekonomi için belirleyici unsur haline geldi. Bu nedenle hem bu kurumların yöneticileri son derece profesyonel olmalı, hem de MB’larının bağımsızlığı asla hafife alınmamalı. Bu güven ortamını sağlayamayanlar, bu yarışta çok güç kaybeder.
Merkez bankalarının altın alımları üzerine kısa bir not
Tüm dünyada merkez bankalarının altın stokları artmaya devam ediyor Özellikle gelişmekte olan ülkeler Rusya başta olmak üzere ciddi miktarda altına yatırım yapıyor. Buna rağmen FED’in faiz artırımları ve ABD on yıllık tahvil faizlerindeki yükseliş trendi ons altın fiyatlarını dengeliyor. Ancak bu itici güç aradan çekildiğinde merkez bankalarının bu yoğun talebinin altın fiyatlarına etki etmesi beklenebilir. Gelişmekte olan ülkeler neden bu kadar altın talep ediyor? O da başka bir yazının konusu olsun…