İnsan, hayatının önemli olaylarında daha bir farkındalığı yüksek şekilde olayları idrak eder, analizler yapar, geçmişe döner, geleceği tartar, kendince anlamlar çıkartır ve daha da bilinçlenmiş ve mutlu bir şekilde hayatına devam eder. Ben de oğlum Can’ın bar mitzva arifesinde bu hislerle doluyum.
Oğlum 13 yaşını dolduruyor, artık ergenliğe adım atıyor... Aklıma hemen Dostoyevski’nin olağanüstü eseri (hangi eseri değil ki) ‘Delikanlı’ geliyor, içimden bir ‘brrrr’ geçiyor: Benim oğlum da ‘Delikanlı’nın ruh halini yaşarsa yandık diyorum. O delikanlı ki tarihteki tüm delikanlıların-ergenlerin bir yansıması (haliyle evrensel bir roman olduğundan).
Bunları düşünürken aklıma bu sefer uzun zaman önce okuduğum bir hikâye geliyor, hem de tam bir bar mitzva – bat mizva hikâyesi! Haydi onu yazayım diyorum, oğlumun şerefine ki bu hikayedeki kahramanların sınavıyla karşılaşmadığı için ne kadar şanslı olduğuna sevinsin!!
Hikâyemiz Amerika’da bir Kızılderili ailesinin yaşantısında geçiyor. Yanılmıyorsam ikiz olan bir kız, bir erkek kardeş var ve bunlar da on üçüncü yaşlarını bitiriyorlar. Büyükbaba tam işte bu sırada tüm aileyi topluyor ve onlara geleneklerini hatırlatıyor (Topol, Damdaki Kemancı’da nasıl da bağırmıştı: Traditions!!! /Gelenekler!!!). Diyor ki onlara, “Biliyorsunuz ki, torunlarım 13. yaşlarını doldurdu. Geleneklerimize göre onları evin biraz uzağında bulunan bir ormanın girişine, üzerlerinde yalnızca mayolarıyla (terlik bile olmadan) bırakacağız. Üç gün sonra da aynı yerden onları arabamızla alacağız. Biri ormanın içinde sağa doğru, diğeri de sola doğru yürüyecek. Üç gün boyunca bir başlarına orman hayatını yaşayacaklar, kendilerini koruyacak, yaşam mücadelesi verecekler. Bu, onların on üç yaş sınavları olacak. Sonra da artık birer ergen olarak hayatımıza tekrar katılacaklar. Biz de onları bağrımıza basacağız.”
Nasıl ama? Dedikleri gibi yapıyorlar ve iki çocuğu ormana bırakıyorlar. Kız sağa yürürken erkek de sol istikamete doğru yürüyor.
Aradan üç gün geçiyor. Tekrar çocukları almak için ormanın o noktasına geldiklerinde bir bakıyorlar ki çocuklar orada onları bekliyor ama o da ne!! Erkek çocuk perişan halde, üstü başı diken izleriyle dolu... Yanlızca bulduğu meyve ve otları kemirmekten birkaç kilo zayıflamış. Geceleri, ormandaki hayvan seslerinin yarattığı korkudan gariban uyuyamamış doğru dürüst, gözleri kan çanağı... Bıkmış bir hali var, hani güzel bir şeyler yiyip şöyle kendini yatağa bıraksa iki gün uyuyacak.
Kıza bakıyorlar, amanın! Onun durumu ise tam tersi... Kız birkaç kilo şişmanlamış gözüküyor, halinden de gayet memnun. Belli ki bir şekilde hoşça vakit geçirmiş bu üç gün boyunca, uykusunu da tam almış bir hali var. Kıza sormuşlar bu durumu. Uyanığın cevabı şöyle olmuş: “Dedecim, siz bizi ormana bırakmadan birkaç gün önce sınıf öğretmenime gittim ve ondan 5 dolar borç istedim. O da bana bunun karşılığını nasıl ödeyebileceğimi sordu. Ben de kendisine bebeğine 15 gün boyunca okul sonrası iki saat bakarım dedim; kabul etti. 5 doları siz bizi ormanın girişine bırakmadan önce mayomun içinde sakladım. Sonra sağa doğru yürürken, karşıma bir lokanta çıktı. Girip bir paramın 1 dolarıyla bir hamburger yedim. Lokantanın sahibiyle sohbet etmeye başlayınca ona bir süre lokantanın kilerinde kalabilir miyim diye sordum, kendisine yardım edebileceğimi söyledim. Çok efendi ve iyi kalpli bir abiydi, izin verdi. Ben de onunla geçirdiğim bu günlerde gün boyu ona Kızılderili geleneklerimizi ve masallarımızı anlattım, hepsini çok ilginç buldu ve daha fazla anlatmamı istedi. Bir yandan lokantanın yemeklerini yiyor, kilerlerinde kalıyordum. Bugün de süremiz bittiği için buraya geldim.”
Aile haliyle şok olur, ne diyeceklerini de bilemezler. Geleneklere göre doğayla baş etmeleri gerekiyordu da bu illa ormanda ağaç dibinde uyuyarak ve ot yiyerek geçirmek anlamına gelmiyordu ki! Maksat kendi başına ve büyük bir dert geçirmeden üç günü tamamlamaktı. Bunu iki kardeş de başardılar ancak birisi zayıfladı diğeri serpildi. Birisi perişan, diğeri hayatından memnun!
Büyükbaba sözü ele alır ve “Çocuklar” der. “İkiniz de on üç yaşınızın sınavını başarıyla bitirdiniz. Eskiden olsa kız olan torunuma kızabilirdim ama artık hayatın değiştiğini ve ayakta kalmak için başka becerilere de sahip olmamız gerektiğini anlıyorum. Bunun için sana kızamam kızım, hatta senin daha becerikli davrandığını istemeye istemeye kabul de etmem gerekir. Sen bu sınavı çok daha fazla şey öğrenerek bitirdin.”
Acaba ben de Can’ı Belgrad Ormanına bırakıp üç gün sonra mı alsam? Hatta Bar mitzva – Bat mitzva Kulübü ile konuşalım, toplu olarak çocukları Türkiye’mizin ormanlarından birinde salalım ve üç gün sonra gelmelerini isteyelim!
Şaka bir yana, bu hikâye bize aynı zamanda kadın ile erkek farkını da anlatıyor. Kadınların erkeklere göre daha pratik zekâlı olduklarını ifade ediyor.
O halde bizler de sürekli yaşadığımız bu üç günlük periyodlarda hayatlarımıza daha bir abanalım, kimlere ne gibi faydalarımız dokunursa onlardan da ne yararlar sağlayabileceğimizi düşünelim, elimizdeki parayı dikkatlice harcayalım, pozitif hayat bakışımızı hep muhafaza edelim ve sonra da büyükbabadan bir olur alıp mutluca yerimize oturalım!