“Bir Kadının Sadece Kokusuna Aşık Olunabilir”

Şalom yazarı Prof. Dr. Emre Alkin, yeni romanı ‘Mükemmeli Arayan Kadın’ ile okuyucularla buluştu. Kısa sürede ‘En Çok Satanlar’ listesine giren kitap günümüz kadınlarının çoğunluğunda bulunan ‘mükemmeliyetçilik’ saplantısına ışık tutuyor. Ekonomi profesörü olan Alkin ile iktisadi kararlar ve insan psikolojisi bağlantısından tangoya; kadınların arzu ettikleri ilişkiden kendi hayatına verdiği yön ile nasıl dünyasının değiştiğine kadar pek çok şeyi konuştuk.

Zehra ÇENGİL KÜÇÜK Ekonomi
7 Kasım 2018 Çarşamba

Zehra Çengil Küçük

 

Emre Alkin, kendisine roman yazmak için ilham veren kadın kokusuyla ilgili ise “Bir dergiye kokuyla ilgili yazı hazırlıyordum. ‘Sadece kokusuna âşık olunabilir mi bir kadının?’ diye düşündüm. Bayağı da olunabilir. Bir kadının size hitap etmediğini apartmana sinen kokusundan da anlayabilirsiniz” sözleriyle iddialı konuştu.

 

‘Mükemmeli Arayan Kadın’ adlı kitabınız Destek Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. Çıktığı günden beri kitabevlerinin listelerinde ‘En Çok Satanlar’da bulunuyorsunuz. Hikâyenizin bu derece ilgi görmesini ‘Mükemmeli Arayan Kadın’ların çokluğuna mı bağlıyorsunuz?

Vermek istediğim mesajı kitabı alanların çok iyi anladığını düşünüyorum. Okuyucular arasında erkekler de var. Özellikle Instagram takipçilerimin çok ilgi gösterdiğini düşünüyorum çünkü karşılıklı iletişimimiz var. Genellikle kendi özünden kaçmaya çalışan insanlarla alakalı hikâyeler yazıyorum. Kendi özlerinden korkmamaları gerektiğini anlatıyorum. Ne kadar kötü olursa olsun Yaradan’ın sevgisiyle ortaya çıkmış insanoğlu. Dolayısıyla bu sevgi en kötü insanın içinde bile bir kırıntı şeklinde var. Katıksız kötülüğü çok az insanın içinde gördüm. Onların insan şeklinde iblis olduklarını düşünüyorum. Ne kadar özümüzle ilgili korkularımız olursa olsun, özümüze dönmek ve toplumun bize yarattığı maskelerden sıyrılmak gerektiğini düşünüyorum.

 

“40 YAŞIMA KADAR ÖZÜME İHANET ETTİM!”

Emre Alkin’in kendi özüne dönebildiğini düşünüyor musunuz?

Bunu yapmış bir insan olarak bu kitabı yazdım. 40 yaşıma kadar kendimle ilgili ‘Emre çok iyi çocuktur’dan başka değerlendirme duymadım. Hâlbuki birçok şeyi başardım. Çok ciddi, maliyetli bir hayatın içindeydim. Gelmiş olduğum yerle yaşantım arasında ciddi bir makas vardı. Fakat ben bunun altından kalkmasını bildim. Büyüklerimin de yardımı oldu, bana güvendiler. Bunu da boşa çıkarmadım. Geldiğim noktada insanları memnun etmek için kullandığım enstrümanlar, kelimeler bana ait değildi. 40 yaşından sonra anladım ki, bu yaptığım sahtekârlık değil ama benimle alakalı da değil. Aldığım hediyeler, insanlara karşı aşırı saygılı duruşum veya kimse kırılmasın diye insanlara ne olduklarını, yaptıkları yanlışları söyleyememem özüme ihanet etmek gibiydi... Başkalarına da özüme de ihanet etmek istemedim ama şunu öğrendim; başkasına ihanet etmek çok daha küçük bir günah. Özümü keşfettim hiç de fena değilmiş, herkese tavsiye ederim.

 

Kitabınızı okumayanlar için kısaca konusundan bahseder misiniz?

Bir kızımız var, ismi Gizem. Gizemli bir kişi ve her kadının içindeki fırtınalardan birçoğuna sahip. Güçlü, ayakları yere basıyor ve hırslı da... İşiyle alakalı başarı için ise kendine ait özellikleri kullanmayı bilen bir kadın. Güzelliğini mesela... İstediği zaman karşısındakini baştan çıkarmayı iyi biliyor ama hayatla alakalı ne istediğini tam olarak bilmiyor. Herkesin popüler bulduğu kişilerin peşinde koşmakla, huzurlu bir ilişki yaşamaya çalışmakla zamanını geçiren veya sadece fiziki tatmin için gelgitler yaşayan kadın. Bunun yanında o kadına kendini beğendirmek için şekilden şekle giren erkekler var. En samimisi ise Devrim. Gerçekten samimi mi, yoksa tamamen kafayı kadına taktığı için mi zorluyor? Bu da başka bir hikâye...

 

“HERKES TANGO YAPSIN, İLİŞKİSİNDE TUTKU OLUP OLMADIĞINI ANLASIN!”

Mükemmeli Arayan Kadın’ı yaratma süreci nasıl oldu? Tutkunun dansı tango, kitabınızda büyük bir yer kaplıyor. Siz de dans eder misiniz?

35 yılı aşkın ciddi bir dans geçmişim var. Tatil köylerinde animasyon ekiplerinde de çalışırdım gençliğimde. Annem balerindi, müzikal bir aileydik. Tango çok samimi bir dans... Hijyen takıntısı olanlar için zor da ama çok büyük bir aura’sı var. Daha önce sevgili olup, tango yapan çiftlerin bu dansı başaramadığını da gördüm. Çünkü ilişkideki çekişmeler dansa yansıyor. İlişkide bir paylaşım yoksa zaten bunun dans veya sporla devam etmesi ihtimali zayıf. Sevgi, şefkat, tutku yoksa dans ederek bunu anlıyorsunuz, bence herkes bir kere tango yapsın ve ilişkisinde tutku olup olmadığını anlasın. Ben uzak tutuşta dansı daha çok seviyorum. Belki de aşklarım körlemesine olmadığı için, körlemesine dans etmekten hoşlanmıyorum. ‘Mükemmeli Arayan Kadın’ İstanbul’la alakalı bir kitap, o yüzden yer isimleri de verdim, Cup of Joy gibi. Mesela kitaba ilham veren Gülçiçek Anonim Şirketi Genel Müdürü Sayın Sibel Elkaza. Dünyanın en önemli parfüm altyapısını ve hammaddelerini onlar veriyorlar. Benden dergilerine bir yazı yazmamı istediler ve ben de koku konusuyla başladım. ‘Sadece kokusuna âşık olunabilir mi bir kadının?’ diye düşündüm. Bayağı da olunabilir. Bir kadının size hitap etmediğini apartmana sinen kokusundan da anlayabilirsiniz.

 

Kitabın kapağında, çizimi Melda Kamhi Kosif’e ait bir kadının ayakkabısının gölgesinde oturup düşünen bir erkek figürü görünüyor. Diğer türlü baktığınızda ise topuklu ayakkabının gölgesi bir silah gibi. Sizce kadınların en büyük silahı nedir?

Melda içinde birçok dünya yaşatan kabiliyetli ve entelektüel bir hanımefendi. Instagram’da çizimlerini görünce illüstrasyon yapmasını teklif ettim. İnsanlar tam ne demek istediğimi daha da iyi anlasın diye bunu yapmak istedim. Her bir bölüm için birbirinden başarılı çalışmalar yaptı. Kadınların en önemli silahı akıllarıdır. Akıllı bir kadın erkek için çok büyük bir ortak, hatta bazen lider, bazen koruyucu, bazen de kendi kendini vuran silah oluyor. Çünkü çok fazla düşünüyorlar. Ve mutsuz oluyorlar. Sürekli pencere açan bir bilgisayar gibi, bir süre sonra shut down! Bu iniş ve çıkışları erkekler hissedemez ama ben 12 yaşımdan 24’e kadar kanser hastası anneme baktığım için bayağı entelektüel kaliteli ve çok düşünen bir kadının iniş ve çıkışları gözümün önünde cereyan etti.  

 

“KADINLAR KALPLERİNE KENDİ ELLERİYLE ÇİZİK ATIYOR”

Kadın dünyasına gerek annenizden, gerekse etrafınızda tanıdığınız kadınlardan dolayı hakimsiniz. Bu avantaj mı, dezavantaj mı?

Hiçbir zaman dezavantaj olmadı ama avantaj da yaratmadı. Beraber olduğum insanları -eşim dahil- anlamaya çalıştım. Verdikleri tepkiler bir erkek için çok anlamsız olabilirdi. Bu konuda çok ciddi mesai harcasam da çoğu zaman insanları değiştirebilmem pek mümkün olamadı. Onları anlıyor olmam ilişkilerin uzaması için bir sebep yarattı ve çoğu da kabul eder ki, benim toleransım ve anlayışım olmasa bu ilişkiler uzun süre devam etmezdi. Yarı yaşımda kızlarla dolaşmak gibi bir hevesim de yok. Hatırı sayılır tecrübeye sahip, çoluk çocuk sahibi olmaktan anlayan ve çalışmanın ne olduğunu bilen hanımefendiler, bizim yaşımızdaki insanlara daha uygun oluyor. Komplike, entelektüel ve daha tecrübeli insanları tercih ediyorum. İkna etmek yerine keyifli vakit geçirme süresini çoğaltmak için bu avantaj oluyor. Kadınlar bazen kendi kendilerine bir çizik atıyor ve o çiziğin sızısı hep akıllarında kalıyor. Kalplerine, ruhlarına kendi elleriyle çizik atabilecek durumdalar ama bana alınmasınlar...

 

“KOKU, AŞIK OLMA SEBEPLERİM ARASINDA LİSTE BAŞIDIR!”

Kitapta Al Pacino’nun enfes filmi ‘Kadın Kokusu’na da çok atıfta bulunmuşsunuz. Koku gerçekten üzerine romanlar yazılacak bir duyu. Patrick Süskind’in ‘Koku’su da olay yaratan bir kitap olmuştu. Sizin için ne ifade ediyor koku, insan üzerinde nasıl bir etkisi var?

Koku, bir insana aşık olma sebeplerimden birisi hatta liste başı olabilir.

 

Tutkunun dansı tangoyu da, kitapta baş karakter Gizem’in aşktaki rotasıyla eşleştiriyorsunuz. İnsan yaşamı bir dans pisti gibi midir sizce?

Aşkın her safhası belli bir şekilde tariflenebilir. Dans pisti aşkın ilk evresidir. Tutkunun, acemiliklerin de olduğu ama çiftlerin birbirine sarıldığı bir ortam. İkinci hali, daha sakinleşmiş; baş başa yemek masasında oturmak gibi. Baş başa hâlâ konuşacak şeyler buluyorsa insanlar, aşk devam ediyor demektir. Üçüncü hali değişik. Kocaman çiftlerle oturulan bir masa... Masanın uzak köşelerinde bile otursanız beraber olduğunuz kişiyle hâlâ bağınız kopmamışsa, göz göze gelip gülümseyebiliyorsanız, işte bu mükemmel. Bir erkek bir kadının üzerinden ilgiyi çekmemeli, kadın da erkeğin erkekliğini ayaklar altına alacak bir davranışta bulunmamalı.

 

“SEVGİLİLER GÜNÜ’NDE 100 KADINA ÇİÇEK GÖNDERENLER VAR”

‘Kadın Kokusu’ filmindeki unutulmaz tango sahnesinde çalan Por Una Cabeza’nın bütün parasını at yarışında kaybeden bir adamın hazin hikâyesi olduğunu kitabınızda okudum ilk defa. 1923 doğumlu dedemin hikâyesi de aynı –bütün parasını at yarışında kaybetme- detayı üzerine kurulu. Kitabınızla bana aslında çok sevdiğim bir parça ve kendi duygularım arasındaki organik bağı da keşfettirdiniz. Hayattaki rekabetleri burun farkı ile kaybetmemek için ilişkileri strateji üzerine mi kurmalı?

Hayatınızı sadece tek bir şeye odakladığınızda, hayat o kadar tatlı geçmiyor. İşin korkunç tarafı, bunu fark edip düzeltme imkânınız mevcut ama o kadar da imrenilecek bir hayat yaşamadığını bilen çok az insan var dünyada. Mesela bir arkadaşım bana sürekli parayla ilgili mesajlar atıp, ne kadar iyi iş yaptığını anlatıyor. Narsistik bir hali var. O kişinin kendi özünde çok daha yaratıcı olabileceğini görüyorum ama bütün kabiliyetlerini para kazanmaya odaklamış. Zevk ve keyif verme konusunda tecrübesi yok. O keyif aldığında etrafın da keyif aldığını düşünüyor. Umudum kendini bir travmayla bulması ve bundan sonra daha huzurlu bir hayat yaşaması. Yalnız kalmak istemediği için 100 kadınla flört eden de var, Sevgililer Günü’nde 100 kadına çiçek gönderen de. Para kazanmak da böyle. Sürekli para, kadın, lüks veya tam bunun tersi...

 

Sizin özünüzü bulmanız bir travmayla mı oldu?

Bir sabah kalktım ve artık hayatımı bu şekilde devam ettiremeyeceğime karar verdim. Annemin mezarına gittim, “Beni tez zamanda kurtar” diye dua ettim ve şaka değil dört gün içinde her şeyden kurtardı beni. Bu kurtuluş için de şahsıma yönlendirilen yakıştırmaları ve yalan suçlamaları da kabul ettim ki çabucak o ortamdan çıkayım diye. Ateşten yürüyüp, dağlara tırmanıp okyanusları aşmak gibi. Kısa vadede üzülüp, uzun vadede mutluluğu buldum. Mutluluğu da başkasında değil kendimde buldum. On kitabımın da yedisini 40 yaşımdan sonra yazdım.

 

Kitabınızda Gizem karakteri erkeklerin hepsinde ayrı özellikleri beğeniyor. Hatta “Adamları tek tek beğenmiyor, hepsini beğeniyor” ifadesini kullanıyorsunuz. Bu dertten muzdarip onlarca kadın sayabilirim.  Bahsettiğiniz duygu insanı umutsuzluğa mı, çok eşliliğe mi itiyor?

İkisine birden. Çünkü çok eşlilik de mutluluk getirmiyor. Bir süre sonra insanlar tamamen tatminsiz oluyor. Bir kere bir insanda her şeyi bulmanız mümkün değil ama yeteri kadar şey bulmanız lazım. Kadınlar şefkat ve sevgi istiyor ama erkekler de bunu istiyor. Kadınlar bazen bunu görmezden geliyor.  Yalnız bana annem gibi davranan hiçbir kadınla beraber olamam, bir kadına baba gibi davransam da sonunda çok sıkılırım.

 

“İNSAN ORTAYA İRADE KOYMALI, İDARE DEĞİL!”

“Aşırı kontrol iradeyi sakatlar.” Bu kitap için kullandığınız kurgusal bir cümle mi, tamamen altına imzanızı atar mısınız?

İmzamı atarım. Çünkü aşırı kontrol sizi yapmak istediklerinizden de alıkoyar. Hâlbuki bazı yerlerde irade göstermeniz gerekebilir. İnsanın ortaya irade koyması lazım, idare değil. Doğru yerde doğru tepkiyi vermeli.

 

İlişkilerde işin sırrı gizemli kalmakta mı sizce? Peki, iki insan yıllarca birlikte yaşadıktan sonra arada nasıl bir gizem kalabilir? Gizemin ilişkiden çekip gitmemesi için ne yapmalı taraflar?

Her zaman belli bir mesafede durmalı. Tuvaletten tutun karşılıklı hitaplara kadar çok dikkatli olmamız gerekiyor. İki insan birbirlerine zafiyetleriyle saldıracak düzeye geldiyse o ilişkiden bir halt olmaz. Çünkü herkesin zaafları vardır ama belden aşağı bir galibiyet elde etmeye çalışmak ilişkilerde yapılması gereken son şeydir. Gizem sadece sizde bulunanı açıklamamak değil, diğerinde fark ettiğinizi söylememektir de.

 

“İKTİSADİ KARARLARIN ARKASINDA HER ZAMAN İNSAN PSİKOLOJİSİ VARDIR”

Bir ekonomi profesörü neden aşk romanları yazar? Matematik ve duygusal zekâdan sadece birinin bünyede barındığını söylerlerdi hep...

Ekonomi profesörü dediğiniz kişi, şunu çok iyi biliyor ki iktisadi kararların arkasında her zaman insan psikolojisi vardır. Üst-baş alışverişi, giyim kuşam konusunda bile insanlar kendilerine bir şey seçerken, “Bu bana çok güzel yakışacak” diyor. Bunun arkasında öyle ya da böyle bir cinsel dürtü, beğenilmek var. Biz yazmayalım da kimler yazsın? Bugün bir bankayla gireceğiniz kredi müzakeresinde dahi ilk intibalara büyük önem veriliyor. İnsan karakterinin işin içine girdiği her yerde biz varız. Bu iş biraz normatif, pozitif değil. İnsan hayatında her zaman 2+2= 4 değil, bazen 5 ediyor.

 

Üniversitede akademisyenlik, ekonomi danışmanlığı ve yorumculuğu, kitap yazarlığı, sayısız söyleşiler... Böyle bir tempoya nasıl dayanıyorsunuz?

Bu bekâr olduğunuz sürece dayanılacak bir tempo. Evli kalsaydım eşimin dayanabileceğini zannetmiyorum. Masraflara yetişmem için ancak bu şiddette çalışmam gerekiyordu, bu şiddet hayatımın temposu oldu. Ben her şeyi başarmıyorum, her şeyi yapmaya cüretim var. 40 yaşımda anladığım şey şuydu, ne kadar kazanırsam kazanayım sonunda bir gladyatör olduğumu keşfettim. Seyirciler beni çılgınca alkışlıyordu ama ben akşam aynı kafese geri dönüyordum. Kısıtlanmış hayat bana uygun gelmedi.

 

Duman’dan Kaan Tangöze’nin ilk müzik grubunda siz de vardınız. Hiç “Ekonomi dünyasına girmeseydim de müzisyen olsaydım” dediğiniz oluyor mu? Babanız Prof. Dr. Erdoğan Alkin’le aynı mesleği seçmeniz, ondan etkilendiğinizi gösteriyor. Eğer böyle akademisyen bir aile içinde yetişmeseydiniz yine de bu mesleği mi seçerdiniz?

İsterdim müzisyen olmayı. Hatta şu anki işimi yapmıyor olsaydım iyi bir müzisyen olurdum. Müzikle bağımı hiç koparmadım. Albüm çıkarabilirim, dünya müziği ve Türk müziğini buluşturan projelerde yapımcı olabilirim. Akademisyen bir ailede yetişmesem bu mesleği seçeceğimi zannetmiyorum. Başka bir ailenin içinde yetişmiş olmak ise benim için kâbus olurdu. Ne bu kitapları yazabilirdim, ne de işimde başarılı olurdum. Allah’tan Mohan ve Erdoğan Alkin’in çocuğuyum.