Piyasa diliyle Amerikan 10 yıllıkları, gerçek adı ile ABD 10 yıllık tahvil verimi ya da orijinal adı ile US Ten Years Treasury... Günümüz ekonomik sisteminde, KOBİ’lerimizin borçlanma maliyetlerine, dolayısıyla kar marjlarına kadar etkili olan Amerikan 10 yıllıkları fenomenini yakın markaja aldık.
Yazının giriş bölümünü spor yazılarına benzetmek istedim biraz. Zira son dönemde Amerikan 10 yıllıklarının seyrini izlemek de bir spor müsabakası gibi heyecanlı. Yazıyı Amerikan 10 yıllıkları ile detaylandırmadan önce çok kısa bir şekilde faiz olgusundan bahsetmek istiyorum.
Faiz bildiğiniz üzere paranın maliyeti demek. Çağımızın ekonomik şartlarında üretim büyük oranda sermaye yoğun bir şekilde gerçekleşiyor. Dolayısıyla üretim maliyetleri kapital sahibi olmayan ya da kapital eksiği olanlar için büyük oranda paranın maliyetine yani faiz oranlarına bağlı. Dolar tüm dünyada rezerv parayken ve II. Dünya Savaşından bu yana sistem ABD merkezine kurulduğu için, ABD içerisindeki faiz oranları tüm dünya için neyin iyi, neyin kötü, neyin yatırım yapmaya değer ve neyin yatırım yapmaya değer olmadığını açısından en önemli belirleyici.
ABD 10 yıllık tahvil faizleri ise geçtiğimiz yaz önemli bir eşik olan %3 seviyesini geçerek finansal piyasaların altını üstüne getirdi. Türkiye’de yüksek siyasi risklerin oluşması nedeniyle bunun etkisi tam olarak siyasi risklerin etkisinden ayrıştırılamasa da sertçe hissedildi. Peki, bu Amerikan 10 yıllıklarının Türkiye ekonomisine etkisi nedir? En sade haliyle anlatmaya çalışayım. 2008 Mortgage krizinden sonra ABD, faizleri sert bir şekilde düşürürken, bununla beraber Amerikan 10 yıllık tahvil faizlerinin de faizi düştü. Bunun yanında ABD’ye olan güvenin azalması da bu düşüşte etkili oldu. Dolayısıyla dünyanın finansal merkezinde borçlanma maliyetlerinin düşmüş olması, Türkiye gibi birçok ülkede borçlanma maliyetlerini düşürdü. Borçlanmanın düştüğü bu dönemde, ülkemizde de daha düşük verimlilikte ve daha düşük kar marjında çalışan şirketler ayakta kalabildi hatta büyümeyi başardı. Örneğin ABD 10 yıllıkları %1 civarındayken TR’de kredi maliyetleri %10 seviyelerindeydi ve TL bazında %15 kârlılığı olan şirketler ayakta kalabildi. Şimdi geldiğimiz noktada Amerikan 10 yıllıkları yaklaşık üç katına çıkarak %3 seviyesini geçti. İçerde kredi maliyetleri de üç katından fazla yükselerek %35’lere geldi. Dolayısıyla artık düşük karlar ile çalışan sektörler sallanmaya başladı.
Teknik detaylara girmeden, size ABD 10 yıllıklarındaki yükselişin TR’deki KOBİ’lere nasıl etki ettiğini anlatmaya çalıştım. İşin özü şu ki dünyada borçlanma maliyetleri artarken, tasarruf açığı olan ülkemizde bu maliyet siyasi riskler vb. faktörlerle daha da hızlı artıyor. Dolayısıyla Amerikan 10 yıllıklarındaki her yükseliş, maalesef ülkemizdeki birkaç şirketi daha kârlılık çizgisinin altına atıyor. Bizler ise bunu yeni bir konkordato haberi olarak görüyoruz.
Bu yurtdışı kaynaklı hareketlerin önüne tamamen geçemesek de en azından etkilerini azaltmak için, ülkemizdeki girişimcilerin ve KOBİ’lerin finansal okur yazarlık oranını mutlaka artırmamız gerekiyor. Türkiye’yi bir anda tasarruf eden, cari fazla veren bir ülke haline getiremesek de, en azından KOBİ’lerimize TL cinsi geliri varken, ABD 10 yıllıklarının önemli bir direnci kırdığı noktada dolar ile borçlanmaması gerektiğini gösterebiliriz.
Boston Dynamics rüya mı, kâbus mu?
Kendi araştırmalarımdan gördüğüm kadarıyla, Bostan Dynamics ABD’nin robot teknolojileri konusundaki TESLA’sı. Japon rakipleri haricinde de pek bir rakibi yok. Son izlediğim videolarda geliştirdikleri ATLAS isimli robotları keşfe çıkabiliyor, bir fabrikada depo şefi olarak görev alabiliyor. Yukarıda bahsettiğim tahvil faizleri yükselişinden çok daha önemli tedbirler almamız gereken konuların başında bu yeni teknolojiyi kaçırmamak geliyor. Maalesef yapay zekâ teknolojisini iki taraflıda ihmal ediyoruz. Birinci boyutu, yapay zekâ teknolojileri konusunda üretim tarafında geri kalmak. Yani bahsettiğim şey kendimize ait robotlarımızın olmayışı. İkinci boyut ise, bu teknolojilerin istihdam ve ekonomik düzen üzerinde yaratacağı negatif etkilere karşı önlem almak. Bununla ilgili görüşlerimi 2050 yılında dünya nüfusu yazımda detaylı şekilde açıklamıştım. Kriz kâhini gibi görünebilirim belki ancak bu konu üzerine yeterince eğilmezsek önümüzdeki on yıl içerisinde ciddi sosyal patlamalar yaşamamız kaçınılmaz görünüyor.