Bugüne kadar sportif organizasyonların başarısında onların yapısal durumlarının hangi şekillerde yer aldığı ve bireylerin organizasyon içinde nasıl konumlandıklarını incelemekten kendimi alıkoyamıyorum. Ancak, bazı otoriteler tarafından tarihin en iyi takımı olarak nitelendirilen Barcelona’nın belgeselini izlediğimde bu durum değişti.
İtiraf ediyorum! Bir insan kaynakları danışmanı olarak mesleki deformasyonun gazabına uğradığım ve her türlü organizasyona o açıdan yaklaşmaktan kendimi alamadığım bir gerçek. Her fırsatta sportif organizasyonların başarısında onların yapısal durumlarının hangi şekillerde yer aldığı ve bireylerin organizasyon içinde nasıl konumlandıklarını incelemekten kendimi alıkoyamıyorum.
Dün gece uykumun kaçması sonucunda Barcelona futbol takımı hakkında hazırlanan “Take the Ball, Pass the Ball” (korsan çevirilerin “Al Gülüm, Ver Gülüm” şeklinde olmasını umuyorum) belgeselini izlemeye başladım. Ünlü futbol yorumcusu ve yazarı Graham Hunter tarafından hazırlanan belgesel, bazı otoriteler tarafından tarihin gördüğü en iyi takım olarak adlandırdığı ekibin, tekniğinden taktiğine, vizyonundan felsefesine kadar her şey gözler önüne seriyordu. Uyku sersemi halimle bile bu deformasyonun getirdiği analitik, sorgulayıcı moda girdim: “Evet, tepede şu varmış, onun altında bu kişi. Ona da bu kişi bağlıymış. Hmm, evet, Guardiola da burada devreye giriyor galiba” gibi çıkarımlar yaparken kendi kendime birden durdum. Eski ve yeni futbolcular, antrenörler, fizyoterapistler, malzemecilerle yapılan röportaj üstüne ropörtaj adeta beni hipnotize etmişti. Sanki hepsi ağız birliği etmiş, aynı kelimeleri, aynı dili kullanacakları konusunda önceden anlaşmışlardı. “Uykum var ondan herhalde kaçırdım bazı cümleleri” deyip geri sardım ve tekrar tekrar izledim. Akli melekelerimde bir sorun yoktu, gerçekten takımın parçası olan herkes aynı şeyleri ifade etmekten kendilerini alamıyordu. Bu ortak duyguları saha içinde binlerce kez yaptığı gibi yine efsanevi kaptan Xavi en sade şekilde servis etti: “Biz beraber olmaktan ve oynamaktan o kadar keyif alıyorduk ki kazanıp kazanmamak artık önemsiz hale gelmişti.” Tam da bu anda yine şüpheciliğim saniyelik olsa da devreye girdi ama çabucak yok oldu çünkü bu sözleri söylerken Barcelona ve İspanya Milli Takımıyla Dünya Kupası dahil toplam 31 kupa kazanmış bu maestronun gözlerinin parıldadığını görebiliyordum.
Geçen hafta Fenerbahçe’nin en önemli oyuncusu Jan Vesely’nin bebeği, Olympiakos deplasmandan iki gün önce dünyaya geldi. En skorer oyuncusu olmasının ötesinde, takımın ruhu ve kalbi görevi gören Vesely, eşi ve çocuğuyla beraber olmak için kafileden bir gün sonra takıma katılmak üzere izin aldı. Ancak Obradoviç onun ailesiyle kalmasını, onların her şeyden önce geldiğini söyleyip, Pire deplasmanına gelmemesini söyledi. Sezonun başında olmasına rağmen rakibinin önemi sebebiyle bu maça Vesely’siz çıkmak büyük bir risk teşkil ediyordu, ancak Obradoviç de Xavi’nin özetlediği o duyguyu çok iyi biliyordu. Nefes kesen maçı Vesely olmadan kazanmayı başaran Fenerbahçe’nin diğer oyuncuları galibiyeti Vesely’nin bebeğine armağan etti. Onlar da biliyorlardı ki kazanmasalar bile beraber olmaktan keyif alıyorlardı ve bu böyle devam edecekti...
Burada amacım hamasi romantizm kokan naralar atmak değil ya da yüz milyonlarca doların döndüğü bir endüstride kazanmanın önemsiz olduğunu söylemek hele hiç değil. Ancak her ne pahasına olursa olsun kazanmaya endeksli bir spor kültürünün de bize kaybettirdikleri aşikâr. Hem kısa, hem uzun vadede oyuncusundan seyircisine, gencinden yaşlısına sporun bütün unsurlarının birbirlerinden al(a)madığı keyif, güvensizlik ve bunun gibi birçok olumsuz şeyden başkası gelmiyor insanın aklına.
Yıllar önce çok yakın bir arkadaşımın evinde toplanmış maç izlemeye hazırlanırken, küçük kardeşi odasından çıkıp yanımıza gelip şu soruyu sordu: “Kazanmak iyi midir abi?” Biz de o zaman (hatta ara sıra ona bunu hatırlattığımız oluyor) onunla dalga geçmiştik. Şimdi sana cevap vermek gerekirse kardeşim, kazanmak elbet iyidir, ancak onun ötesinde şeyler varmış, ben de ancak yeni yeni anlayabilmeye başladım.