Salonlarımıza uğrayan müzikal film furyası, ‘Müslüm’, ‘Bir Yıldız Doğuyor’, ‘Whitney’ ve ‘Yaz’dan sonra ‘Bohemian Rhapsody’ ile devam ediyor. Film, simgeleşmiş şarkıları, devrimci sesi, biseksüelliği, AIDS’e yakalanması, kontrolden çıkan fırtınalı yaşamıyla Freddie Mercury’nin müzikal serüvenini perdeye taşıyor. Biyografik filmlerin ustası Anthony McCarten’in senaryosu, yönetmen Bryan Singer’in mükemmel mizanseni, genç aktör Rami Malek’in görkemli performansı ‘Bohemian Rhapsody’yi izlenmeyi hak eden bir film yapıyor. Müzik şölenini, pop müziğin en sevilen ve en tartışılan isimlerinden Whitney Houston’un hayatına derinlemesine bir bakış atan ‘Whitney’ belgeseliyle sürdürmek mümkün.
‘BOHEMİAN RHAPSODY’
Yön: Bryan Singer Sen: Anthony McCarten Gör: Newton Thomas Sigehl Oyn: Rami Malek- Gwylim Lee- Joseph Mazzello- Ben Hardy- Aidan Gillen- Tom Hollander- Mike Myers- Aaron McCusker.
Salonlarımıza uğrayan müzikal film furyası, ‘Müslüm’ ve ‘Bir Yıldız Doğuyor’dan sonra ‘Bohemian Rhapsody’ ile devam ediyor.
Film, kuralları yıkarak dünyanın en sevilen şarkıcılarından biri haline gelen ikonik solist Freddie Mercury’ye saygı duruşunda bulunuyor. Film simgeleşmiş şarkıları, devrimci sesi, biseksüelliği, AIDS’e yakalanması, kontrolden çıkan fırtınalı yaşamı, rock müzik tarihinin en büyük performanslarının birinde liderlik ettiği Queen grubunun Live Aid konseri ile akıllarda kalan Freddie Mercury’nin müzikal serüvenini perdeye taşıyor.
Dört Oscar Ödüllü ‘Olağan Şüpheliler/Usual Suspects’in yaratıcısı, Yahudi yönetmen Bryan Singer’in (53) yönettiği bu film, adını Galileo’lu, Figaro’lu, Bismillah’lı, operayı andıran, altı dakikalık ‘Bohemian Rhapsody’ şarkısından alıyor. Tarihi gerçeklere uymadığı ve Freddie Mercury’nin hayatını değiştirerek anlattığı iddiasıyla bu filmi Amerikalı ve İngiliz eleştirmenler beğenmedi.
Filmi tamamlamak üzere iken Bryan Singer, hakkındaki taciz suçlamalarının ardından yönetmenlik koltuğunu bırakmak zorunda kalmıştı. Yerine geçen Dexter Fletcher’in jenerikte adı geçmiyor.
Filmin senaristi en az yönetmeni kadar ünlü; biyografi yazma becerisini ‘Her Şeyin Teorisi’ ve ‘En Karanlık Saat’ başyapıtlarıyla kanıtlayan Anthony McCarten. Eddie Redmayne’e 2015’te En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını kazandıran ‘Her Şeyin Teorisi/ The Theory of Everything’, fizikçi Stephen Hawking’in hayatına odaklanan bir filmdi. ‘En Karanlık Saat/Darkest Hour’da Winston Churchill’i II. Dünya Savaşı günlerinde canlandıran Gary Oldman, geçen yıl En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını kazanmıştı.
‘Bohemian Rhapsody’de, Parsi kökenli bir Zerdüşt olan Freddie Mercury rolünde harikalar yaratan Rami Malek, bu yıl aynı ödüle yakın duruyor. Senaryo yazarı, aktör, yapımcı ve yönetmen Bryan Singer, ‘X Men’ serisi, ‘Operasyon Valkryie’ (2008) ve ‘Süpermen Dönüyor’ (2006) ile tanınan bir Amerikalı. Eşcinselliğini gizleme ihtiyacı hissetmedi.
1970’li yılların atmosferini, rock müzik piyasasının perde arkasını ve bir başarı öyküsünü perdeye aktarmada başarılı bulduğumuz Bryan Singer, ‘öteki’liğine rağmen kompleksli bir gencin müzik sayesinde hayata asılmasını ustalıklı bir sinematografi eşliğinde anlatıyor.
DOYUMSUZ GÜZELLİKTE BİR MÜZİK ZİYAFETİ
Zanzibar (şimdiki Tanzanya) doğumlu, Mısır kökenli Ortodoks bir ailenin oğlu olan Farrokh Bulsara, ülkesindeki 1964 devriminden sonra, 17 yaşında, ailesiyle birlikte İngiltere’ye taşınmıştı. Filmin ilk sekansında bu inançlı genci Heathrow Havalanında bagaj görevlisi olarak izliyoruz.
İş çıkışı takıldığı barda izlediği grubun solistinin işi bırakmasıyla genç Farrokh onun yerini alıyor. Sonraları Freddie Mercury adını alan Farokh, gitarist, astro fizikçi Brian May (Gwylim Lee), basçı elektrik mühendisi John Deacon (Joseph Mazzello), davulcu diş hekimi Roger Taylor (Ben Hardy) ile birlikte, Queen ismiyle sahnede yer alan grubu oluşturuyor.
Bir mağazada tezgâhtarlık yapan güzel Mary’ye (Lucy Boynton) gönlünü kaptıran solistimiz, sonraları onu kendisiyle evlenmeye razı ediyor.
İş bilir bir menajerin aracılığıyla EMI prodüksiyon şirketi ile yapılan anlaşma, çok satan albümler, başarılı turnelerle sesini tüm dünyaya duyuran Queen grubunun yükselişinin karşısındaki tek engel Freddie Mercury oluyor.
Erkeklere olan ilgisinin belirginleşmesiyle, Mary’ye eşcinselliğini açıklayıp evden ayrılıyor. İş arkadaşlarını kırıyor, arkalarından iş çevirip, onların onayını almadan bir solo albüm için angajmana giriyor. Dışlandığını hissedip Queen’den ayrılıyor, etrafı boşalıyor, kendisini sömürenlerin oyuncağı oluyor.
Mary’nin kendisine yeni sevgilisini tanıştırması, sonra ondan bebek beklediğini açıklamasıyla Freddie’nin hayatı, freni boşalmış, uçuruma sürüklenen bir kamyona benziyor.
Grup arkadaşları birer mutlu aile reisi iken, çılgın partilerde sürekli partner değiştiren Freddie, geçirdiği duygusal değişimle yapayalnız kalıyor, terk ettiği arkadaşlarından özür dileyip aralarına dönüyor.
Film 1985 yılında Londra’nın ünlü Wembley Stadyumunda verilen tarihi Live Aid konseriyle sona eriyor. Queen grubunun muhteşem performansında, beyaz atletli Freddie Mercury belki de kariyerinin en görkemli konserini veriyor. ‘We Will Rock You’, ‘Another One Bite The Dust’ ve ‘We Are The Champions’u dinlerken kendimizi o stadın izleyicileri arasında hissediyoruz.
Müzik sektörünün rock canavarlarından, canlı, enerjik, karizmatik ama melankolik ve kırılgan Freddie Mercury rolünde Rami Said Malek, mutlulukları ve acıları yansıtmada çok başarılı. ‘Bay Robot’ dizisiyle ünlenen, bizde henüz vizyona girmeyen ‘Kelebek’te (2017) başrolü oynayan aktör, Mercury’yi canlandırması için düşünülen Sacha Baron Cohen’in huysuzluk yapmasıyla rolü kapmıştı. Filmdeki şarkıları kendisi seslendiriyor.
Oyuncu kadrosunun sürprizi, komedyen olarak tanıdığımız, ‘Wayne’s World’ serisinin kahramanı Mike Myers’ten geliyor. Myers, filmde yapımcı Ray Foster’ı oynuyor.
Müthiş bir belgesel: ‘Whitney’
Pop müziğin en sevilen ve en tartışılan isimlerinden, parlak kariyerine sinemayı da ekleyen, skandalların kadını Whitney Houston’un hayatına ve müziğine derinlemesine bir bakış atan ‘Whitney’ belgeselini mayıs ayında Cannes’daki dünya prömiyerinde izlemiştim.
200 milyon albüm satan, dünyanın en çok ödül alan kadın şarkıcı unvanına adını yazdıran, ‘The Bodyguard’ (1992) filminde söylediği ‘I Will Always Love You’ ile müzik tarihinin en çok satan albümüne imzasını atan Whitney Houston, gelmiş geçmiş en ışıltılı diva idi.
Kevin Macdonald, Whitney belgeselinde “20. yüzyılın en tanrısal, güzel sesiyle herkese ilham vermiş, başarılı bir kadını uyuşturucu bağımlısı yapacak, sonunda öldürecek kadar kederlendiren şey ne olabilir?” sorusuna cevap arıyor.
Şarkıcının en yakın arkadaşları ve aile üzerinden oluşan 60 kişilik bir grupla yapılan söyleşilerden derlenen filmin senaryosu izleyiciyi hayrete düşürecek cinsten…
Şöhretin getirdiği dayanılmaz yükü omuzlarında taşıyamamış, trajik sonuyla hayranlarını ağlatmış, öldüğü gün ABD’de ulusal matem ilan edilip bayrakları yarıya indirtmiş Whitney Houston, 2012’de Beverly Hills Hilton Otelinin bir odasında ölü bulunmuştu. Trajedilerle dolu 49 yıllık kısa bir hayat süren Houston’un bir küvetin dibinde son nefesini vermesinden üç yıl sonra kızı Bobbie Kristina Brown aynı ölümle annesinin yanına gitti. Müthiş bir arşiv taramasının eseri olan film, Houston Ailesinin gösteriş, şaşaa, keder ve korku dolu hikâyesi.
Dönemin en ünlü seslerinden Dionne Warwick’in kuzini olan Whitney, ünlü şarkıcı Bobby Brown ile inişli- çıkışlı ve fırtınalı 14 yıllık bir evlilik yaşamıştı. Kokain bağımlısı olduğu için topluma kötü örnek olmuş Whitney, annesiyle babası boşandıktan sonra her ikisiyle de iyi geçinememiş, ölüm döşeğinde af edilmeyi bekleyen babasını görmeye gitmemiş, cenazesine katılmamıştı.
Macdonald, Ugandalı diktatör İdi Amin’in hayatına odaklanan, ‘İskoçya’nın Son Kralı’ (2006) filmiyle, bu rolü canlandıran Forest Whitaker’e En İyi Yardımcı Aktör Oscar ve Altın Küre ödüllerini kazandırmıştı.
‘Whitney’ belgeseli sayısız rekor kırmış bir şarkıcının fırtınalı hayatının ardındaki skandalları, perde arkası olayları, sırları, zaferleri ve gizemiyle Whitney Houston efsanesi hakkında merak edilen detaylara ışık tutuyor.
Gençliğinde şarkıcı olan annesiyle birlikte sahneye çıkmaya başlamış, çeşitli aşklar yaşamış, en yakın arkadaşıyla lezbiyen bir ilişki yaşamış Whitney, Bobby Brown’dan boşandıktan sonra bütün servetini kaybettiği için kokainden yıpranmış vücuduyla turneye çıkmaya mecbur kalmış, sesini kaybettiği için sahnedeyken yuhalanmıştı.
Bu çok yönlü belgesel, yalnız yıldızın ölümünden, kariyerinin neden yalpaladığına, geçmişinden, yıldız oluşuna merak edilen birçok detayı ele alıyor; gün yüzüne çıkmamış özel filmleri, yakınlarıyla yapılan röportajlar, demo kayıtlarını bir araya getiriyor.
Macdonald 1972 Münih Olimpiyatlarındaki saldırıyı konu edinen belgeseli ‘Eylülde Bir Gün/ One Day in September’ (1999) ile En İyi Belgesel dalında Oscar kazanmıştı. Film, sanatçının hayranlarının kaçırmaması gereken bir seyirlik.