Gençlerimiz Angelopoulos’u tanıyor, kendi komşularını tanımıyor

Rumvader’in Avrupa Birliği tarafından desteklenen ‘Yanyana Ortak Bir Gelecek’ temalı proje 22 ay sonunda tamamlandı. Türkiye Yahudi Toplumu’nu temsilen ŞALOM Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas’ın da danışma kurulunda bulunduğu projenin finalinde Proje Sorumlusu Laki Vingas ile sürecin değerlendirmesini yaptık.

Zehra ÇENGİL KÜÇÜK Toplum
5 Aralık 2018 Çarşamba

Atölyelerle yüzlerce kişiye ulaşan ve sosyologların dahi kullanabileceği veriler elde eden ekibin çok başarılı bir işe imza attığını vurgulayan Vingas, “İnsanlar gittiğim söyleşilerde bana Angelopulos’u, Dalaras’ı sordular. Ben de ‘Siz bunları benden daha iyi tanıyorsunuz. Ama Türkiye’deki komşularınızı, birlikte paylaştığınız ülkenin insanlarını tanımıyorsunuz’ En önemli tespitim bu oldu. Gelecek nesilleri daha bilinçli yetiştirelim istiyoruz. Çok kültürlülükten korkmayan nesiller yetiştirmek lazım” dedi. Vingas, 14 Ocak’ta ‘Yanyana’ belgeselini Atina’da sunmaya hazırlanıyor.

 

RUMVADER’in (Rum Cemaat Vakıfları Destekleme Derneği) Avrupa Birliği tarafından desteklenen ‘Geçmişte oluşan mesafeleri aşmak, birlikte ortak gelecek inşa etmek’ başlıklı, ‘Yanyana Ortak Bir Gelecek’ temalı projenin final sempozyumu ekim sonunda yapıldı. Projede ne gibi çalışmalar yaptınız, ne kadar zaman aldı?

20 Ekim’de final sempozyumu yapıldı fakat faaliyetlerimiz kasım sonuna kadar devam etti. 22 ay süren bir projeydi. Hedefimiz özellikle geniş toplumun gençleriyle, özellikle üniversite öğrencileriyle bir araya gelmekti. Projenin ilk felsefesi gençlerle samimiyet ve cesaretle diyalog ve empati kurmak, bazı konuları hatırlatmak, endişeler ve önyargıları hakikatle temas ederek gidermekti. Bu fikri oluşturduktan sonra ortak almak istedik. Yanyana’yı teoride değil uygulamada da oluşturmak istedik. Boyacıköy Ermeni Kilisesi Vakfını davet ettik.  Destekleyenlerimiz de Türkiye Yahudi Toplumunu temsilen Şalom Gazetesi, Haycar Derneği, İstanbul Süryani Kadim Vakfı, Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Vakfı, İmroz Eğitim ve Kültür Derneği, Malatyalı Ermeniler Derneği ve Kültürel Mirası Koruma Derneği idi. Bir danışma kurulu oluşturduk. Danışma kurulumuzda Yani Paisos, Nazaret Özsahakyan, Özcan Geçer, Burcu Karakaş, Prof. Dr. Elçin Macar, İvo Molinas, Prof. Dr, Eva Şarlak, Anna Turay yer aldı. Proje sorumlusu olarak seçildim ve projeyi günümüze kadar getirdik. Slogan olarak da ‘Yanyana’ kelimesinin uygun olduğuna karar verdik. Logo olarak tek gövdeli çok köklü ve dallı bir ağacı aldık.

 

“AĞDALI CÜMLELER YERİNE SAHADA ÇALIŞTIK”

Çok güçlü bir işbirliği söz konusu. Amaçlanan noktaya ulaşabildi mi proje?

Proje için ilk müracaat ettiğimizde hedefimizdeki kitle üniversite gençleriydi, özellikle de Anadolu’daki üniversiteler. Fakat siyasi konjonktürden dolayı temas konusunda bir hassasiyet oluştuğunu fark ettik. Muhtelif üniversitelerle görüştük. İstediğimiz ortaklık yapısını oluşturamadık. Belki de bahsettiğimiz mesafeler baskın çıktı. Hedefimizi küçülttük ve daha küçük gruplarla bunu yapmayı uygun gördük. Toplum Gönüllüleri Vakfı ve kurumlarla temas ederek şehirlerde buluşmalar organize ettik. Diyalog toplantıları ve küçük çalıştaylar diyebileceğimiz dinamizm oluşturan faaliyetlerde bulunduk, belgeseli izledik, uzman eğitmenler götürdük. Sahaya indiğimizi düşünüyoruz. Ağdalı cümleler yerine sahada çalışarak bilfiil uygulamalarımızı yaptık. Özellikle uygulamada Sevan Ataoğlu ve Stella Karahristianidou ile 17 gönüllü arkadaşlarımızın katkısı çok büyük. Bize söylendiği gibi tepkisel, protesto eden kişilerle karşılaşmadık. Onları hakikatle ilgili soru sormaları konusunda teşvik etmek istedik. Endişelerimizin çok üstünde neticeler elde ettik. Mikro düzeyde amaçladığımız noktaya ulaştık. Sayısal hedefimiz büyüktü, nitelik açısından sorun yoktu. Nicelik olarak daha büyük öğrenci gruplarıyla, üniversite rektörlükleriyle çalışmayı hayal ediyorduk. Mesafeleri orada aşamasak da gençlerle aştık. Arkadaşlarımız Van’dan ayrılırken “Bir gün daha kalamaz mısınız?” diyenler, gözleri yaşaranlar olmuş, hatta “Neslimizin bir suçu yok ama geçmişte olan sıkıntıların bir kısmının mesuliyetini üstlenmek istiyoruz”  diyenler de çıktı.

 

“SOFRALAR, TRAVMALARIN PAYLAŞILDIĞI BİR PLATFORM OLDU!”

2017’nin ocak ayında proje için yola koyuldunuz ve özellikle kültürel noktalara yönelerek toplumlar arasındaki mesafenin aşılmasına yönelik çalışmalar yaptınız. Bu işin en keyifli yanı neydi?

Özellikle film yaparken çok keyif aldık. Belgeselimiz de çok güzel bir etki bıraktı. Bu projeyi duyurmak istiyoruz; imkânlarımız elverdikçe Yanyana projemizin güçlü mesajını davet edildiğimiz yerlere götürmeyi amaçlıyoruz. Bu projenin en değerli hedef kitlesi gençler ve bizler için en anlamlı emek onlara yapılan yatırımımız. Belgesele katkı sunan yüzlerce insan oldu. Sofra geleneği üzerinden hareket ettik. Herkes kendi geleneğinden yemekler getirdi. İstanbul, İzmir, İmroz, Hatay, Mardin’de sofralar kurduk. Sofradakiler yıllarca söylemediklerini ekran önünde ifade etti, travmalarını paylaştıkları bir platform oldu. Amacımız gençleri travmalarla beslemek değil, empati kurulmasını sağlamak. Her yerde farklı gruplar oluşturduk. O belgesel yıllarca izlenecek. Ayrıca 30 saatlik görsel bir arşivimiz de oluştu. Zekeriya Sofrası geleneğinden yola çıktık. Bunu çocukken yaşamıştım bizim evde, teklif ettim. Babam çok rahatsızdı, bir sürü dostumuz vardı ve ailemin Müslüman arkadaşları “Gel bir Zekeriya Sofrası yapalım, iyi gelir” dediler. Bir Rum Ortodoks evinde Zekeriya Sofrası’nın organize edilmesini çok medeni ve insani bulmuştum. Çok zarif bir hareketti. O konsept aklımdaydı. Senaryo konusunu tartışırken söyledim. Üç farklı teklifimiz vardı, danışma kurulumuz buna karar verdi.

Kamu spotu denilen tanıtma olayı da çok ilginçti; dört ana lisanda konuşulup insanlara tanımaları için dinletilen sosyal deney. Fikri getiren Sercan Tekin arkadaşımıza da çok zor olduğunu, günümüz konjonktüründe kimsenin kamera karşısında konuşmayacağını söyleyenlerin başında geliyordum. Sercan tam aksine fikrine güvendi, denemek istedi. Proje gönüllülerimizle 100 kişiyi yoldan çevirdiler ve 80 kişi görüntülerinin kullanılması için imza verdi. Dört günde Beyoğlu’nda yapıldı bu. İnanılmaz bir rakam, büyük bir başarı.

 

Çalışmalar hangi şehirlerde yapıldı? Şehirleri nasıl belirlediniz?

Önce bölge bölge istedik, Karadeniz, Ege, Orta Anadolu olsun... Üniversiteleri seçerken böyle hayal etmiştik. O olmayınca yine o bölgeleri dikkate aldık. Kayseri, Gaziantep, Hatay, Van, Eskişehir ve Samsun’a gidildi. İstanbul’da Bilgi Üniversitesinde yaptık, İzmir’de çok büyük katılım olmadı. Hacettepe Üniversitesi’ne gittim, 65 öğrenci vardı. İki saat boyunca sorulara cevap verdim. İlk defa bir Rum’la karşılaştılar, şaşırdım. Ankara’da hocalar da dahil. Rum tariflerimizde anlaşamadık. Beni kravatlı, ceketli, dikkatli konuşmaya gayret eden birisi olarak gördüler, hayalindeki Rum’la pek örtüşmedim. Daha keyifli, masasında rakısı mezesi olan birini bekliyorlardı. Ben de latife olsun diye ceketimi çıkardım, kollarımı sıvadım. “Gelin sizinle fotoğraf çekelim” dedim, şakalaştık. İnsanlar Angelopulos’u, Dalaras’ı sordu. Ben de, “Siz bunları benden daha iyi tanıyorsunuz. Ama Türkiye’deki komşularınızı, birlikte paylaştığınız ülkenin insanlarını tanımıyorsunuz.” En büyük tespitim bu oldu.

 

Yanyana Projesi’nde gönüllü çalışan gençler, projeden nasıl izlenimler edindi?

Projemizde çok önemsediğimiz öteki boyut da proje kolaylaştırıcı diye adlandırdığımız gençlerimizin de çok büyük deneyim sahibi olmalarıdır.

Bu seyahatlerde hiç gitmedikleri yerlere, temas etmedikleri toplumlara ulaştılar. Sıkça duyduğum güzel yorumlar oldu. “Van ne kadar modern” , “Samsun’daki gençler ne kadar dinamik”,  “Antep’teki gençler çok duygulandı”, “Kayseri’dekilerin yorumları çok etkileyici” gibi. Demek ki bu etkileşim karşılıklı olmuş. Zaten hedefimiz de buydu. Birbirini tanıması gereken gençleri buluşturduk. Ders vermeye gidilmedi, konuşmaya dertleşmeye, paylaşmaya gidildi. Anadolu’nun biz azınlık toplumlarına bıraktığı kültürel emanetler, gelenekler var, bunlar ortak zenginliğimizdir.

 

“GENİŞ TOPLUMU VATAN SEVDAMIZA İKNA EDEMEDİK”

Youtube’ta İstanbul Sofrası’nı izlerken, azınlıkların çoğunun Türkiye’de “Yabancı mısınız, aslen nerelisiniz?” gibi sorularla karşılaştığı fark ediliyor. Sizce neden insanlar bu fikre kapılıyor?

Hakikati bilmiyorlar ve bellek kodları öyle yapılmış. İnsanın kafasında kalıplar ve etiketler var. Onların dışına çıkıldığında yabancı zannediyorlar. Hatta bizlerin problemlerini savunmaya çalışan insanlar bile gayri ihtiyari aynı hataya düşüp, mesela konuştuğum emekli bir hakim, “Siz yabancıların mülklerinde hep haksızlıklar yapıldı” diyor. Kötü niyet yok, kodlanmış bir şey. Osmanlı’nın küçülmesi ve ulus devletlerin yapısının artmasıyla geliştirilmiş bir anlayış. Dün 46 sene sonra Kanada’dan dönen bir Rum hanımefendiyi gördüm. Çocukları, torunları olmuş. Artık dönmek istediğini söyledi. “Burada yaşamak istiyorum, burada mutluyum” diyor. Biz geniş toplumu vatan sevdamıza ikna edemedik. “İstanbul’a gideyim de orada öleyim” diyenler oluyor. Kültürel aidiyetimizle, vatandaşlık aidiyetimiz arasına sıkışıp kalmış insanlar grubuyuz. En büyük endişemiz geleneklerimizi ve kültürlerimizi kaybetmemek.

 

Açıklamalarınızda toplumların yakınlaşması adına sivil toplum kuruluşlarına çok büyük görev düştüğünü belirtiyorsunuz. Sizce, Türkiye’de sivil toplum kuruluşları yeterince aktif mi?

Son dönemlerde bazı sıkıntılar var, bu insanları daha temkinli olmaya itiyor. Ben Türkiye’nin sivil toplum gücüne çok inanıyorum. Siyasi, kültürel, sanatsal konular, mülteciler, kadın mağduriyetleri... Bütün bu konularda çeşitli kuruluşlar var, Türkiye’nin de buna ihtiyacı var. Bu kamunun da yararına. Parlamento için itici güç oluyor. Egemen olan siyasi iradeyle ihtiyaçlar paylaşılıyor. Demokratikleşme sürecinde rolleri çok önemli ve insanların bundan kaçmaması lazım. Geçmişten günümüze endişeler mevcut bu konuda.

 

“ÇOK KÜLTÜRLÜLÜKTEN KORKMAYAN NESİLLER YETİŞTİRELİM”

Temel amaç, ‘azınlık’ olarak adlandırılan toplumlar konusunda bilgi eksikliğini azaltmak ve diyaloğu güçlendirmek. Önyargılarla karşılaşmak size ne hissettirdi? ‘Yan yana’ olmayı başarabileceğimiz konusunda umut görüyor musunuz?

30 yılı aşkın bir süredir bu duvarlarla çarpışan ve yıkmak için bir katkım olur mu diye düşünen bir insanım. Duvarlar bir kişiyle yıkılmaz zaten. Bazen özellikle günümüzde hâlâ beni şaşırtan ve çözemediğim engellerle karşılaşıyorum.  Mantık yürütemediğim konular var. Gelecek nesilleri daha bilinçli yetiştirelim istiyoruz. Sosyal medyanın da yardımıyla yaptıklarımızı duyuruyoruz. Yan yana olmamız için demografimizin daha güçlü olması lazım. Çok kültürlülükten korkmayan nesiller yetiştirmek lazım. Başka bir ülkede azınlık statüsünde olsa da, o da kendi kültürünü tanıtmak için uğraşı vermeli.

 

Toplumların birbiriyle duygusal olarak empati kurabilmesi için en önemli çözüm önerisi nedir? 

Diyalog, tanışmak, hakikatleri söylemek ve fikir farklılıklarını da paylaşmak. Hayalleri, umutları, hasretleri, hepsini cesaretle paylaşmak gerekiyor. Diyalog belki bir problemi tek başına çözmez. Bazen kanun gerekiyor, bazen siyasi bir yaptırım gerekiyor.  Örneğin Cemaat Vakıfları ve Vakıflar Genel Müdürlüğü arasında inanılmaz bir mesafe vardı 2008’e kadar. Sonra temsilcilik anlayışı başladı. 15 sene önceki diyalogsuzluk ve günümüz arasındaki anlayış farkı dehşet. Şu anda da sıkıntılar var ama diyalog ve empati var. Gençlerimizi kazanmak istiyorsak geleneksel yapılarımızı daha güncel hale getirecek reformlarımızı yapmamız lazım.

 

Projenin destekçilerinden Şalom Gazetesi de Judeo Espanyol dilinin nesilden nesle aktarılmasını sağlamaya çalışıyor. Bu çabayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dil konusunda hassas bir insanım. Bir toplumun kültürü ana diliyle mütenasiptir, kimliği de. Kimlik yapınızda bir etnisite varsa, o kimliğin dilini konuşmadan o kültürü taşıyamazsınız. Şalom Gazetesi projemize büyük katkılar sundu. Genel Yayın Yönetmeni İvo Molinas danışma kurulu üyemizdi. Aydınlatıcı fikirler verdi, bazen aşırı heyecanlarımızda bizi normal düzeye çekti. Danışma Kurulu üyelerimizle gazetenizin 70. yıldönümü münasebetiyle ziyaret ettik, çok sıcak şekilde karşılandık. Türkiye Yahudileri’nin kimliğinin bir parçası olan dilin var olması o toplumun bana göre temel unsurlarından biri.

 

Sosyal medyada azınlıklara karşı nefret söylemlerini engellemek için nasıl çalışmalar yapılmasını tavsiye edersiniz?

İki tip insan var; birisi kasıtlı, öbürü bilgisizlikten kullanıyor. Kasıtlı yapanın niyeti kötülük yapmak, tehdit etmek, ürkütmek... Bunu bazen yazılı basında da görüyorsunuz. Hukuki ve bilinçlendirme boyutu var, ikisi için de çalışmak lazım. Sessiz kalmamak lazım, susmak çözüm değil çünkü. Mutlaka sesinizi duyacak çok insan var Türkiye’de.

 

‘YANYANA’  BELGESELİNİ MİLLETVEKİLLERİNE İZLETMEK İSTİYORUZ

AKP milletvekili Özlem Zengin ile de ‘Yanyana’ belgeselini milletvekillerine izletme konusunda temasınız olduğu doğru mu?

Sayın Özlem Zengin, parlamentoda hem başkan vekili, hem hukukçu en önemlisi de üç çocuk annesi. Empati kurmayı bilen, doğu ile batı kültürlerini iyi analiz etmiş bir siyasetçi. Yanyana’nın sempozyumuna konuşmacı olarak katkı sunmasını rica ettiğimde hemen kabul etti. Kendisinden bu projemizi parlamentoda milletvekillerine de anlatmamızın çok faydalı olacağını söyledim. Net bir şekilde bunu sağlayacağını ifade etti.

 

“YUNANİSTAN’DA DÜKKÂNI KAPATIP TÜRK DİZİSİ İZLİYORLAR”

Artık, bir dizi yapıyorsunuz ve dünyaya yayılıyor. Türk dizileri de yurtdışı pazarında en çok ilgi görenlerden. Bunun kültürel yakınlaşma için güzel bir adım olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkiye’nin tanıtımı açısından mükemmel ve bunu çok iyi değerlendirdiler. Mesela Yunanistan’da bir adaya gitmiştik. İstanbul’dan olduğumuzu öğrenen yaşlıca bir bey “İyi ki karım yaşlı, yoksa o artist yüzünden eşimi kaybedecektim. Dükkânı kapatıp dizi izlemeye gidiyor” dedi. Oradan kelimeler ezberleyen yüzlerce, binlerce insan oldu.

 

Bir sonraki projeniz ne olacak? Herhangi bir hazırlık var mı?

Yeni bir proje heyecanımız var, bekliyoruz. İlk aşamayı geçtik. Türkiye’deki gençler ve AB gençleri arasında diyalog kurmak. Üç ülke seçtik: Yunanistan,  İtalya ve Belçika. Bir gençlik forumu yapacağız, sonra gençleri Türkiye’ye getirip etkinliği taçlandıracağız.

 

---

* Azınlık gruplarının mensuplarına (17 katılımcı) insan hakları, Avrupa Birliği projeleri ve deneyimsel eğitim konularında bilgi edinmelerine olanak sağlayacak ‘Tanıtma değil Tanışma’ adı verilen eğitim programı oluşturuldu.

* Müslüman olmayan toplulukların çağdaş gerçekliğini konu alan, sözlü tarih formantında belgesel film VTR Yapım, Mesut Tufan ve Enis Rıza imzasıyla hazırlandı. Salon gösterimlerinde 1000 kişi filmi izledi.

* Sercan Tekin’in yönettiği ‘Karşılaşma’ isimli sosyal medya deneyi, youtube kanalında 50 bin kişi tarafından görüntülendi.

* İstanbul, İzmir, Eskişehir, Samsun, Gaziantep, Ankara, Kayseri, Hatay ve Van’ daki ‘Tanışma’ atölyesine 300’ü aşkın kişi katıldı.

* Proje boyunca 30 STK ve 3 üniversite ile işbirliği yapıldı.

 

SOSYAL MEDYA ADRESLERİ

Facebook: Bridging The Gap Building Together A Common

Youtube: Rumvader Yanyana

Instagram: Yanyana17