Eleştirmemek hata ve tehlike getirir

Ferhat ATİK Toplum
5 Aralık 2018 Çarşamba

“Cogito, ergo sum!” (Düşünüyorum, öyleyse varım!) René Descartes’ın Batı rasyonalizminin kurucu elementi olan felsefi sözünün orijinali “Je pense, donc je suis!” şeklindedir.

Descartes önce dört kural saptadı: Açık seçik ve belirgin fikirler dışında hiçbir şeyi kabul etmemek, her sorunu çözümü için gerekli sayıda parçalara ayırmak, düşünceleri basitten karmaşığa doğru sıralamak ve son olarak, gözden kaçmış bir şey olup olmadığını sürekli kontrol etmek.

Daha sonra bu kuralları izleyerek şöyle düşündü (bunları düşünürken bir sobanın karşısında oturuyordu): “Duyularımız bazen bizi aldattığına göre, hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını farz etmeliyim. Burada sobanın karşısında oturduğumu nasıl bilebilirim. Bundan emin olamam. Rüya ya da hayal görüyor olabilirim. Kuşku duymayacağım tek şey, bir şey düşünüyor olmam. İşte buldum! Düşünüyorum, öyleyse varım!”

Descartes düşünmenin önemini, 17. yüzyılda ortaya koymuştu.

↔↔↔

Descartes’dan 357 yıl sonra ve bugünden 24 yıl soğuk ve öfkeli bir ocak sabahıydı. Mahkemenin önünde otobüsler dolusu üniversite öğrencisi toplanmıştık. Mahkeme, sadece düşündüğünü yazdığı için yargılanmakta olan hocamız Fikret Başkaya ile ilgili kararını açıklayacaktı.

Güvenlik önlemleri öğrencileri “hırpalamak” yönündeki hazırlıklarını tamamlamış bizi itip kakmaya çoktan başlamıştı.

Dakikalarca süren bitmek bilmez itişmece, içeriden gelen haberle daha da arttı. Tüm çabalar, aylarca gidip geldiğimiz mahkeme ve destek artık nafileydi.

Hocamız Fikret Başkaya yayımladığı ‘Paradigmanın İflası’ kitabından dolayı 20 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Hayatımda tanıdığım az sayıdaki kibar, donanımlı bir beyefendi idi Fikret Hoca. Dopdolu anlatımları, sınıfa izdihamla girmemizi sağlamaktaydı ama o artık hapisteydi.

Akademilerde hakikaten içi dolu, hakikaten entelektüel, hakikaten sanat ve estetikle düşünce dünyası şekillenmiş öğretim görevlisi bulmak zordur. Ancak Fikret Hoca da eşi Sevinç Hoca da son derece bu donanıma sahiptiler.

Fakat belli ki,  bunun pek de bir önemi yoktu.

Düşünmek o günlerde “çok tehlikeliydi”. 1990’ların Türkiye’si, insanların düşünmesi ile yok olacak hassasiyette miydi? Yoksa iktidarı elinde tutanlar, düşünen yerine denileni yapan insanlar mı istiyordu? Bilinmez.

Hukuk ve mahkeme de bunu bilmedi. Sadece kanunların katı satırları okundu ve yorumlanarak karara bağlandı.

↔↔↔

Bilimsel bir eleştiriden öteye gitmeyen ve bir bilim insanının değerlendirmesi denebilecek kitaptaki kimi ifadeler, Fikret Hoca’nın 20 ay hapis yatmasına neden olmuştu. Oysa biri düşüncesini söyleyecek, biri yayımlayacak, bir diğeri bunu eleştirecek hatta yıkacak kadar yenilik getirecek, bireyler, toplumlar, tüm insanlık böyle gelişecek… Ancak her yerde böyle olmuyor.

Eğer bir sistem, birileri düşünüyor, düşündüğünü yazıyor ve yayımlıyor diye zarar görecek, çökecekse öyle bir sistem zaten yok demektir.

Biz eleştirinin “bir düşüncenin kendi içine kapanmasına karşı bir pozitif eylem” olduğunu öğrendik Fikret Hocadan. Eleştiri demokrasidir çünkü. Tersi olduğunda, eleştirilmekten yoksun düşünceler ülkeleri yettiğinde ne olduğunu Hitler’i üreten Almanya’da gördük ne yazık ki!

Eleştiri bu derece önemlidir.