Finansal piyasalarda başlayan krizin, reel sektöre de yayılmasının ardından son dönemde ardı ardına gelen konkordato haberleri piyasaları sarstı. Peki, geldiğimiz noktada durum nasıl gözüküyor? Türkiye ekonomisi için en kötüsü geride kaldı diyebilir miyiz?
İlk olarak mart ayıyla başlayan kurdaki ve faizlerdeki yükselişin ardından yaz aylarında zirve yapan risklerle Türkiye ekonomisi zor bir süreçten geçiyor şüphesiz. Başlıkta sorduğum sorunun cevabını olabildiğince rakamlar üzerinden aramaya çalışacağım. Şahsi kanaatim, yukarı yönlü yaşanan dalgada dolar/TL’de 4,20 seviyesine kadar olan hareket, olağan piyasa hareketleri içerisinde gerçekleşti. Bu nedenle daha iyimser bir yaklaşımla tüm olayların başlangıcını bu seviye kabul ediyorum. Bu seviyeyi hengâmenin başlangıcı kabul etsek ve doların da 5,40 TL olduğunu varsaysak bile yaklaşık olarak %28’lik bir devalüasyondan bahsediyoruz. Diğer taraftan 13 Ağustos’ta Asya piyasalarında sabaha karşı görülen 7,20 seviyesi gibi oldukça aşırı rakamlar yerine kurda zirveyi 7 gibi daha makul bir rakam kabul edersek (yine iyimser yaklaşarak) 5,40 seviyesine yine yaklaşık olarak %28’lik bir uzaklık olduğunu görebiliyoruz. Rakamlara bakacak olursak, her şeyin başladığı yerle tamam artık denilen yer arasında tam ortalarda bir yerlerde gezindiğimizi görebiliyoruz.
Faiz tarafında da tüm hengâme başlamadan önce yine görece yüksek olmasına rağmen piyasa faizi %16-17 bandındaydı. Türkiye ile ilgili risk algısının zirve yaptığı Ağustos ayında piyasa faizi %27 seviyelerine kadar geldi. %20 seviyeleri civarında ise dengelenmeye çalıştığını söyleyebiliriz. Buradan bakınca da, her şeyin başladığı nokta ile, her şeyin en kötüsü olduğu nokta arasında ortalarda bir yerlerde olduğumuzu görebiliyoruz.
Diğer bir önemli gösterge olan Credit Default Swap (CDS) ise, tüm bu yaşananlardan önce yaklaşık olarak 300 seviyelerindeyken, 3 Eylül tarihinde 540 seviyesine yaklaşarak rekor kırıyor (CDS ülkelerin risk primini gösterir ve düşük olması ülke için düşük risk olduğu anlamına gelir). CDS’ler özellikle rahip Brunson’ın beraat etmesinden sonra diğer finansal göstergelerden biraz daha olumlu bir tablo çizerek, 350 seviyelerine kadar bir toparlanma gösteriyor. Burada toparlanmanın, diğer finansal göstergelere göre biraz daha olumlu olduğunu görebiliyoruz.
Sonuç olarak, finansal piyasaların artık yaşanan ilk şoku atlattığını ve toparlanmaya çalıştığını rahatlıkla görebiliyoruz. Bunun sonucunda da dolarda ve faizlerde gerileme görüyoruz. Finansal piyasaların bundan sonraki süreçte toparlanmaya ve yaralarını sarmaya devam etmesi muhtemel gözüküyor.
Peki ya reel sektör?
Finansal piyasalar yaralarını sarmaya alışırken, reel sektör de ise arka arkaya gelen iflas haberleri moralleri bir hayli bozdu. Yaşanan finansal kriz piyasalar tarafından çabucak normalize edilse de, reel sektörün finansal piyasalarda bu yaşananları hazmedebilmesi bir hayli zaman alacak gibi duruyor. Yaşanan süreç, şirket bilançolarına çok ciddi zarar verdi. Doların yükselmesi çok kaba bir hesapla Türkiye’deki şirketlere en az 200 milyar TL civarında bir kambiyo zararı oluşturdu. Bunun yanında yaşanan çok sert hareketler üretim ve satış aşamalarında da ciddi aksamalara neden oldu. İthalat şirketleri ise gerçekten çok zor durumda. Otomobil distribütörlerinin sözleşme gereği 2018 yılında ithal etmesi gereken araçları dahi ithal edememesi durumun ne kadar zor olduğunu gözler önüne seriyor. Üretim firmaları ise bu volatilitede ham maddeyi hangi kurdan aldığını bile hesaplayamaz oldu. Tüm bunları üst üste koyduğumuzda, reel sektör için henüz en kötünün geride kaldığını ne yazık ki söyleyemiyorum. Özellikle inşaat sektöründe, önümüzdeki günlerde birçok iflasın açıklanması beni şaşırtmaz. Şirketlerin bilançolarını tekrar toparlayabilmeleri için doların en azından tekrar 4,50-5,0 bandına oturması gerekir ki, bu rakamlar hemen bugün gerçekleşse bile aylardır süren yüksek dolar bile şirketlerimize yeterince zarar verdi.
Yaşanan finansal darboğazın etkilerinin gecikmeli olarak gelmesi nedeniyle, bu kış sonu reel sektör için en zor dönemi görebiliriz. Ben enflasyondan daha çok, işsizlik tarafında dramatik rakamların açıklanabileceğini düşünüyorum. Önümüzdeki altı ay içerisinde %14-15’lik bir resmi işsizlik, maalesef şaşırtıcı olmayacaktır. Türkiye ekonomisinin en az üç çeyrek küçüleceğini ya da çok az bir büyüme kaydedeceği konusunda tüm ekonomistlerin hem fikir olduğunu ve Türkiye için %5’li bir büyümenin dahi işsizliği ancak sabit tutabildiğini düşünürsek, işsizlik tarafı önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisi için en önemli sorun olarak karşımıza çıkabilir. Cari açık tarafında ise, ekonominin küçülmesi ya da neredeyse aynı kalması beklentisi ile oldukça olumlu veriler açıklanabilir. Kış aylarının gelmesi ile iki ay süren cari fazla verme dönemi bitse de, cari açığın düşüş trendi devam edecektir.
Özet olarak; son dönemde atılan adımlarla rakamlar bir miktar normalleşse ve finansal piyasaların ateşi sönse de, yaşanan sürecin reel sektör üzerindeki yansımalarını, önümüzdeki aylarda negatif olarak görmeye devam edeceğiz. Bu sebeple Türkiye için en kötüsü geride kaldı sorusu için, şunu söyleyebiliriz: “Evet tekrar bir kur şoku yaşanması ihtimali oldukça azaldı fakat yaşanan kur şokunun tüm etkilerini hala tam görmedik. Dolayısı ile kur, faiz ve diğer finansal enstrümanlar için en kötüsü geride kalmış gibi gözüküyor ancak reel sektörde hala çok canlar yanabilir.”