Bir müzisyen ve müzik terapisti olarak, üzerinde çalıştığım eserler şu soruyu sormaya yöneltti beni: “Müziğin ve kendi müzikal yeteneklerimizin bize sağladığı pozitif dirence tutunup, kendi pozitif direncimizi nasıl geliştirebiliriz?”
Renan Koen
Bundan seneler evvel, yapılanları ve yaşam şartları ile inanılması güç Holokost zamanında Terezin şehrinde ‘Theresiensdadt’ adlı bir toplama kampı inşa edilmiş olduğunu ve bu kampta müziğin, müzik üretiminin devam ettiğini öğrendiğimde çok şaşırmış ve çok etkilenmiştim. Böylesine bir ortamda, üretimin nasıl devam ettiğini ve nasıl eserlerin ortaya çıktığını çok merak ettim ve bestecileri araştırmaya başladım. Besteci isimleri ve eser listelerine kısa bir sürede ulaşsam da notaların elime ulaşması epey bir zaman aldı.
İlk etapta dört besteci çok ilgimi çekti. Bu besteciler, Zikmund Schul, Pavel Haas, Viktor Ullmann ve Gideon Klein idi. Kampta kaldıkları sürece besteledikleri ve savaş öncesi besteledikleri birçok koro ve piyano için yazılmış eserlerini sipariş ettim. Hemen olmasa da yıllar içerisinde yavaş yavaş bu eserler elime geçti. Eserleri, ilk elime aldığımdaki karışık duygularımı bugün hâlâ hatırlarım.
Bir müzisyen olarak, koro ve piyano eserlerine ilk baktığımda, metinleri ve müziğin içeriğinin ne kadar ilginç olduklarını gördüm.
Çekoslovakya’da, Mart 1939 tarihinde Naziler tarafından kısa bir süre sonra Nürnberg Irk Kanunları uygulanmasıyla Yahudilerin halka açık performanslardan men edilmesine başlandı. Bunun sonucu olarak Prag’da, tıpkı bu kanunların uygulandığı diğer şehirlerde olduğu gibi yeraltında gelişen bir kültürel yaşam oluşmaya başladı. Çekoslovakya’da bulunan Terezin şehri, II. Dünya Savaşı sırasında, 10 Haziran 1940’ta Naziler tarafından işgal edildi. Onlarca, yüzlerce, binlerce sanatçının tutsak edildiği Terezin Toplama Kampı ‘Theresiensdadt’ 24 Kasım 1941 tarihinde oluşturuldu.
Yaşam şartlarının çok zor olması dolayısıyla Theresienstadt Toplama Kampında binlerce Yahudi yaşamını yitirdi. 7000 kişinin yaşaması uygun olan yere 50 bin üzerine Yahudi getirildiği için yaşam şartları iyice zorlaşmış, yiyecek kıtlığından dolayı birçok esir zayıf düşerek hayatlarını kaybetti. Hastalıklara karşı da ilaç kullanımı cezası ağır işçilik veya ölüm olmak üzere kesinlikle yasaktı. Bu ağır şartlarda da olsa bazı sanatçılar ve besteciler yaratım gücüyle hayatta kalmayı ve eserler vermeye devam etmeyi başardı.
Prag’daki Yahudilerin ilk transferleri sonucu 1941 Kasım sonu Terezin’e gelmeleri ile aynı yeraltı kültürel hayat Terezin Kampının içinde de spontane bir şekilde yeşermeye başladı. Bu sayede kampta inanılmaz zengin ve çeşitli bir müzikal yaşamın temelleri atıldı. Bu birçok tutsak için insani ve ruhani bir takım değerleri var edebilme çabasının bir göstergesiydi.
Besteciler Gideon Klein, Viktor Ullmann ve Pavel Haas eğitimleri süresince almış oldukları sıkı disiplinli müzik formasyonunu Terezin Toplama Kampında çok güçlü bir pozitif dirence dönüştürebilmişlerdi. Eserlerini yakından incelediğimde, her üç besteci de kendilerini böylesine vahşet ve zorluklarla dolu bir ortamda tekrar tekrar her gün ve her dakika müzik yolu ile dönüştürebilmiş olduklarını gördüm.
Hem ailelerinden aldıkları, içinde büyüdükleri coğrafyanın da etkili olduğu disiplin, hem de ait oldukları müzik ekollerinin gerektirdiği sıkı disiplin, içlerinde var olan pozitif direnci keşfedip güçlendirmelerini ve kendi eşsiz müzik dillerini yaratmalarını sağlamış.
İnsan beyni her yeni bir şey öğrendiğinde veya yarattığında, daha evvel aktif olmayan yeni bir alanı aktifleştirerek, bir genişleme haline geçer. Müzik dinlenirken, duyguların ve düşüncelerin, melodiler ve ritimler yolu ile aynı anda algılanmasını sağlayarak kişide bazı şeyleri tetikler, bu tetiklenme bedende de mutlaka hissedilir. Bir yorumcu olarak, sağ ve sol beyni aynı anda harekete geçirerek seslendirilmesinin yanı sıra daha da ileriye gidersek eğer, müziği yaratmak beynin birçok bölümünü aynı anda harekete geçirerek, beyinde yeni alanlar açar. Birçok duygu ve düşüncenin aynı anda devreye girdiği yaratıcılık yoluyla yaşanan bu süreç beyinde, belirgin bir genişleme sağlar. Yaratım sürecini, ne yarattığını ayrıştırıp anlayarak yapan bir besteci, yaşamına da büyük bir katkı sağlamış olur. Çünkü bir kez olduğu yerden yaratıcılık yolu ile başka bir yere gitmeyi öğrenmiş ve bunu fark etmiş bir kişi artık, yaşamında da aynı yaratıcılığı kullanma yetisi kazanmıştır. Bu da, kişiye ciddi bir esneklik kazandırır.
Bir müzisyen ve müzik terapisti olarak, üzerinde çalıştığım eserler şu soruyu sormaya yöneltti beni: “Müziğin ve kendi müzikal yeteneklerimizin bize sağladığı pozitif dirence tutunup, kendi pozitif direncimizi nasıl geliştirebiliriz?”
Yaşamı yaratma kabiliyeti ile kazanılmış bu esneklik, yaşadığımız durumla ve içinde bulunduğumuz şartlarla hemen ve dürüst bir şekilde yüzleşebilmeyi getirir beraberinde. Hatta sadece getirmekle kalmayıp, yüzleşme sırasında beynimizde yeni alan açarak o durumdan çıkmayı bildiğimiz için, bulunduğumuz durumda kalmayı inat etmeyi bırakıp hemen esnek bir şekilde çözüm üretmemizi sağlar. Yaşama karşı geliştirilen bu yaklaşım, bizi daha dayanıklı, her bakımdan daha sağlıklı kendi deyimimle bizi yaşama karşı her gün daha da fazla pozitif olarak dirençli kılar.