Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli romanından Firuze Engin’in yaptığı tiyatro uyarlaması, festivalde prömiyer yaptıktan sonra İstanbul’da sahnelenmeye devam ediyor.
Atılgan’ın 1973’te yayınlanan ikinci romanı, sinemamızda yapılmış en iyi edebiyat uyarlamalarından biri olan, Ömer Kavur'un yazıp yönettiği, başrollerinde Macit Koper, Şahika Tekand, Orhan Çağman ve Serra Yılmaz'ın rol aldığı 1986 yapımı aynı adlı ünlü filmin de esin kaynağı olmuştu.
Firuze Engin, bu kült statüsüne erişmiş filmden değil, asıl kaynağı olan romandan yola çıkarak ‘Zebercet’ adıyla, 100 dakika süren tek kişilik bir oyuna dönüştürmüş.
Okumamış olanlara ve ilk kez izleyenlere bu paragrafı daha sonra okumalarını salık verdikten sonra, çok okunmuş bir romandan ve de çok izlenmiş bir filmden alınmış ünlü öyküyü kısaca anımsatayım.
‘Anayurt Oteli’nin odağında, otelin içinde büyümüş, babasının ölümünden sonra kâtipliğini üstlenmiş olan Zebercet vardır. Kendisini otelle sınırlayan, dış dünya ile ilişkisi en alt düzeyde olan, kimsesiz, sessiz, yalnız, içine kapanık Zebercet’le, zorunlu olmadıkça otelden çıkmayan Zebercet’in cinsel dürtülerini de tatmin ettiği, temizlik ve yemek işlerine bakan köylü kadının dışında otelin hiçbir çalışanı yoktur.
Ankara treniyle gelen bir kadın, otelde bir gece kaldıktan sonra, gene geleceğini söyleyip gittiğinde, ‘gerçek bir sevgiyi yaşayabileceğine’ tutkuyla inanmaya başlayan Zebercet, kendisini bu kadının geri geleceği ana hazırlar. Bıyığını keser, kendisine yeni elbiseler alır, olabildiğince dünyaya açılmaya çalışır. Beklediği esrarengiz kadına saplantılı tutkusuyla ruh sağlığı giderek bozulmaya, gerçeklerle fantezilerini ayıramaz hâle gelmeye başlar.
Cinsel iştahın yönlendirdiği, çocukluktan gelen birtakım baskıların desteklediği, on yedi yaşındaki delikanlıya sinemada dizini değdirmesi ya da horoz döğüşünden neredeyse orgazma yakın etkilenmesi gibi kimini kendi de çözemediği dürtülerin etkisiyle, tamamen gerçeklerden kopan Zebercet otele kapanır, kimseleri içeri almaz, ortalıkçı kadını sevişirken boğarak öldürdükten sonra da kendisini asar.
Romanı yeniden okuduğunda varlığını kendisinin bile sorguladığı Zebercet’in bir o kadar da yaşam dolu bir taşra adamı olduğunu bir kez daha gören Firuze Engin, yaratıcısı Yusuf Atılgan’ın sesinden tanımış olduğumuz bu karakterin iç ve dış dünyasını kendi ağzından anlattığı tek kişilik bir uyarlamada karar kılmış.
Gerek Firuze Engin, gerekse oyunu yöneten, İKSV Uluslararası Film Festivali’nin çok sevilen direktörü Kerem Ayan karakteri, Ömer Kavur – Macit Koper ikilisinin elinden çıkan Zebercet gibi donuk, iletişimsiz ve mesafeli biri olarak değil, tabii ki tedirgin edici derecede sorunlu, ancak sorunlarını seyirciye aktaracak, neredeyse onlarla paylaşacak kadar samimi bir kişilik olarak var ediyorlar.
Ortada bir yatak, dipte bir kapı ve bir iki mobilya ile Zebercet’in giderek kendini tamamen kapattığı “Ankara treniyle gelen kadının” yatmış olduğu odada geçiyor ‘Zebercet’. Odanın dramaturji açısından en önemli elemanı sağ geri planda duran, üzerinde Zebercet’in takım elbisesinin, gömleğinin ve kravatının bulunduğu elbise askısı. Oyun, sahneye yalın ayak, don fanila çıkan Zebercet’in, kendini asmadan önceki giyinme süresinde geçiyor ve kahramanımız yaşamının bu son saatinde öyküsünü bizlerle paylaşıyor.
Sanat içinde büyüyen, sanat eğitimi almış olan, sanat içinde yaşayan Kerem Ayan, tüm deneyimsizliğine karşın usta işi bir sahneleme ile metne parlak bir yorum getiriyor. Bir yorganla temizlikçi kadını, bir ‘kirli’ havlu ile horoz döğüşünü gözle görünür biçemde var eden Ayan’ın tüyler ürpertici finalinde Zebercet, ayağını yerden kesmeden, ipe ilmiğe gerek kalmadan kendini asıyor.
Tabii ki, oyunun en büyük kozu Zebercet’i var eden Halil Babür. 1987 doğumlu bu ufak tefek genç adam ‘11’e 11’, ‘Kasap’ ve ‘He-Go’ ile ödüller almış bir oyun yazarı, müzisyen, şarkıcı, lisanslı futbolcu, ‘Largo Desolato’dan beri canlandırdığı her karaktere derinlemesine uyum sağlamış fenomen bir oyuncu. Burada da Zebercet’i bir yandan kendine mal ederek, bir yandan da neredeyse bilinçaltına kadar izleyicilere açarak canlandırıyor. Henüz sezon ortası olmamıza karşın, En İyi Erkek Oyuncu Ödüllerinde kesinlikle başa yarışacağını düşünüyorum.
45 yıllık bir öykünün parlak ve çağcıl bir yorumu. Zengin bir tiyatro mevsiminin en iyilerinden. 5, 16 Ocak Toy İstanbul ve sezon boyunca İstanbul tiyatrolarında. Mutlaka izlenmeli.
BAM’da Murat Mahmutyazıcıoğlu’ndan olağanüstü bir çağcıl meddah yorumu: ‘Kader Can’
Babalar ölür, sonra çocukları… Bulut ölür, yağmur olur, insan ölür, toprak olur, rüzgâr eser, kaya olur… Bundan da çok güzel rap olur.''
Kendi kabuğuyla geçen bir ömür, koşullar, yollar, postallar ve annesi… Biraz savaş, biraz aşk, tek nefes, tek perde…
İlk kez o zamanki adıyla sıfırnoktaiki’de ‘Korku Tüneli’nin nefes kesici Presley yorumuyla hayran olduğumuz Murat Mahmutyazıcıoğlu, peşinden canlandırdığı, sarhoş din adamından ‘drag queen’e çok sayıda karaktere getirdiği inandırıcı ve gerçekçi yorumlara, kuşağının en iyi oyuncularından biri olarak belleklerimizde yer etmişti. Zamanla, dört dörtlük aktörlüğünün yanında, dekor, ışık ve afiş tasarımcısı, yönetmen, müzisyen, oyun yazarı olarak aynı derecede başarılı, on parmağında on marifet bir sanatçı olduğunu keşfettik.
‘Fü’, ‘Aynur Hanımın Bebeği’, ‘Sen İstanbul’dan Güzelsin’ ve ‘Sevmekten Öldü Desinler’, yazar olarak çok farklı tarzlarda aynı rahatlık ve ustalıkla gezinebildiğini kanıtlayan dört dörtlük metinlerdi.
Adı ekipteki üç kadın oyuncunun, Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Ayfer Dönmez ve Melis Öz’ün isimlerinin baş harflerinden oluşan, kurucusu olduğu BAM’da yönettiği ‘Sen İstanbul’dan Güzelsin’, kanımca son yıllarda Türk Tiyatrosunda yazılmış en güzel beş-altı oyundan biridir. BAM’ın yeni oyunu olarak sahnelenmeye başlayan, yine kendi yazıp yönettiği, ‘Kader Can’ ise, bence Mahmutyazıcıoğlu’nun yazarlık serüveninde çok önemli bir aşama.
İstanbul’da yaşayan sıradan bir ailenin üç kuşağından üç kadını 80 dakika boyunca hiç kalkmayacakları üç iskemleye oturtup, iç sesleri birbirinin içine geçirerek monologları diyaloglara, bazen de üçlü tartışmalara dönüştüren müthiş hareketli ve devinimli ‘Sen İstanbul’dan Güzelsin’ çizgisini daha da ileriye götüren, tek kişilik ‘monodrama’ kavramını, ‘meddah’la zenginleştiren etkileyici bir aşama.
Tek mobilyası ortada üzerine oturulacak sandık olan boş, karanlık bir sahne. Arkalardan ‘yaylalar, yaylalar’ diye türkü çağırarak sesi gelen oyuncu, sahneye girdiğinde, rap eşliğinde müthiş hareketli bir hip hop yapar, sonra da sandığın üzerine yerleşir. Bundan böyle, selam durduğu ya da rap söylediği bir iki zorunlu sahne dışında yerinden hiç kalkmadan, biraz öncesi, biraz da sonrasıyla bizlere Kader Can’ın 12 aylık askerlik hikâyesini anlatacaktır. Bir yandan güncel, tutarlı, akıcı bir anlatı, diğer yandan da, öykünün bütün karakterlerine fiilen can veren modern bir anlatıcı / meddah.
Murat Mahmutyazıcıoğlu, biraz varoş biraz bıçkın, rapçı İstanbul çocuğu Kader Can’ın ayrıntılı askerlik öyküsünü, zarif bir mizah duygusuyla, çok sayıda karakter üzerinden aktaran çok keyifli bir oyun yazmış. Yönetmen olarak ‘Kader Can’ı çağcıl hikâye anlatıcılığı ile fiziksel tiyatro unsurlarını bizim geleneksel meddah anlayışıyla harmanlayan etkileyici bir yorumla sahneliyor. Kostüm, Dekor, Görsel Danışmanı Erdi Eralp Uğur’un mekân tasarımı, Gizem Bilgen’in hareket düzeni, Ah Kosmos’un müziği, Murat’ın metnini başarıyla tamamlıyor ama asıl büyük kozu, 90 dakika boyunca izleyiciyi, bir an bile kopmasına izin vermeden öyküye kaptırıp götüren Deniz Karaoğlu.
İlk kez 2011 yılında ‘17.31’de karşımıza çıktığından bu yana canlandırdığı her karakteri büyük başarıyla yorumlamış olan Deniz’in halen sahnelenmeye devam eden ‘Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’la, geçen yıl bir En İyi Erkek Oyuncu adaylığı var. Oyunun son 20 dakikasında, karakterinin dramatik kişisel değişimini, yerinden kalkmaksızın, tek bir söz etmeden, sadece yüz ifadesi ve bakışlarıyla adım adım izleyiciye aktarmış olan Deniz Karaoğlu, ‘Kader Can’ın modern meddahında o müthiş etkileyici performansını bile aşıyor. Kimi zaman bir bakışla, bir gülümsemeyle, kimi zaman bacaklarını toplayıp dudaklarını büzerek, kimi zaman mabadının üzerinde bir tur atarak tüm karakterleri, en ufak ayrıntılarına kadar benzersiz bir çoklu oyunculukla ayrıştırıyor. Kader Can’dan sevgilisine, annesinden mahallenin bakkalına, Ankaralı taksi şoföründen askeriyedeki komutana, kıdemli askerden acemi çaylağa, ‘poşetlere’, bütün karakterleri sadece yüzü, sesi duruşu ve bedeni ile üstelik onlarla diyaloglara girişerek var etmekle kalmıyor, değme sokak dansçısını kıskandıracak kadar iyi hip hop yapıyor, rap söylüyor.
En İyi Erkek Oyuncu Ödüllerinde Halil Babür’ü sanırım epey zorlayacak.
Çok iyi yazılmış, çok iyi yönetilmiş, çok iyi oynanmış bir oyun. 22, 29 Aralık 2018, 5, 12, 19, 26 Ocak 2019 Cumartesi 20:00’de Kadıköy Theatron, 30 Aralık 2018, 13, 20 Ocak Pazar 2019 17.00’de Toy İstanbul’da ve sezon boyunca İstanbul tiyatrolarında.
Sakın kaçırmayın!
Hepinize iyi seyirler dilerim.