Amos Oz’la "Yahudilik nedir?" üzerine…

Geçtiğimiz hafta hayata veda eden ünlü İsrailli yazar Amos Oz, 2008 yılının ocak ayında Türk Yahudi Toplumunu ziyaret etmiş ve ‘Yahudilik Nedir?’ hakkında bir konuşma yapmıştı.

Toplum
31 Aralık 2018 Pazartesi

Şalom yazarı Aylin Varon’un da bulunduğu bu toplantıda hayatı boyunca barışı savunmuş yazar Oz şunları söyledi:

Yahudilik Nedir?

Bu akşam burada, dünyanın en prestijli Yahudi Cemaatlerinden biri olan İstanbul Yahudi Cemaati’nin konuğu olmak gurur ve memnuniyet verici. Yahudi Doğusu ve Yahudi Batısı, Yahudi Güneyi ve Yahudi Kuzeyi, dünya Yahudilerinin uzun yıllardır gölge başkenti olan İstanbul’da bulunmak gerçekten çok güzel. Ayrıca, hazin sinagog bombalamalarından tam iki yıl sonra burada sizlerle olmak beni derinden etkiliyor. Umarım, İsrail’de yaşayan herkesin, ister solcu, ister sağcı, ister dindar, ister laik herkesin kalbinin sizlerle olduğunu söylemekte geç kalmamışımdır.

Bu akşam sizlere üç özel konudan bahsetmek istiyorum. Öncelikle, günümüzde Yahudi olmanın anlamı üzerine kendi İsrailli bakış açımı getireceğim. Daha sonra kısaca bugün Ortadoğu’da yaşanan gelişmelere değineceğim. Ve biraz da Türkçe tercümesi yeni yayınlanan son kitabım Aşk ve Karanlık üzerine konuşacağım.

Ancak değinmek istediğim en önemli konu en eski olanı. Yahudi olmak gerçekten ne demek? Tabii biliyorsunuz, iki Yahudi’yi yan yana getirin asla Yahudi olmanın ne demek olduğuna dair bir fikir birliğine varamayacaklardır. Hatta, iki Yahudi’nin bir araya geldiğinde Yahudi olmanın anlamı ve nasıl Yahudi olunması gerektiği konularında bir türlü anlaşamamaları, Yahudi olmanın özünde yer alan bir durumdur. Bu durum, neredeyse Yahudi olmanın başlıca sembolüdür. Yahudi kimdir sorusunun cevabı, Yahudi kimdir diye soran bir Yahudi’dir. Yahudi olmayan biri asla bu soruyu sormaz. O her zaman Yahudi’nin ne demek olduğunu bilir. Bir Yahudi’yi tanımlamak konusunda hiçbir problem yaşamaz. Bunu söylerken şaka yapmıyorum. Yahudiliğin özünde hep skeptik, sorgulamacı, benliğini, kimliğini, ruhunun özünü aramak üzerine kurulu bir leitmotif vardır. Ve Yahudi uygarlığının temelinde bu yatar.

Yahudi uygarlığı derken aslında sizinle konuşmamın özünü paylaşmış oluyorum. Yahudilik bir din, bir milliyet, etnik bir kimlik olmaktan öte bir şeydir. Yahudilik yaşayan bir uygarlıktır. Hatta dünyanın tek ve en eski yaşayan uygarlığıdır. Tabii uygarlık derken sinagogun önemini ikinci plana atmış gibi duruyorum. Asla. Sinagog bir temeldir. Tora, 10 emir, Mişna, Talmud… Bunların hepsi "kitapların gücü"nü temsil eder.

Mesela, Yahudi anlayışında sonsuzluk kavramını anlatan çok güzel bir midraşlı vardır. Çok eski dönemlerde bir rabbi şöyle demiştir: "Oğlum, yağmurdan korunmak istiyorsan, kendine kamıştan bir kulübe yap. Sadece yağmurdan korunmak değil, hayatın boyunca kendini güvenceye almak istiyorsan, kendine taştan bir ev inşa et. Çocukların ve torunların için bir şey inşa etmek istiyorsan, bir şato yap. Ama tüm nesiller tarafından hatırlanmak istiyorsan, bir kitap yaz."

Bizim uygarlığımız kitaplardan beslenen bir uygarlık. Mimarimiz kitapların içinde. Anıtlarımız kitapların içinde. Hafızamız, ironimiz, duyarlılığımız, kendimize olan nefretimiz, farklılıklarımız, anlaşmazlıklarımız, tartışmalarımız, hepsi kitapların içerisinde. Ve tüm bu kitaplar aslında bir "yorumlama,  karşı yorumlama ve yeniden yorumlama oyunu"nun birer parçası. Tora bir şey der, daha sonra bir rabbi bunu başka bir şekilde yorumlar, üçüncü rabbi bu fikre karşı çıkar, dördüncü rabbi tüm bu farklı yorumları bir araya getirip sentezler ve beşinci rabbi tüm olayı yeniden yorumlar.

Yahudilik’teki güzellik de budur. Bizim geleneğimizde ilginç bir şekilde gizli anarşizmin izlerine rastlanır. Kimse herhangi bir şeyi olduğu gibi kabullenmez. Kimse, "tabii ki, haklısınız, tamamen katılıyorum" demez. O nedenle, iki Yahudi bir araya gelince asla hiçbir konuda ortak bir görüşe varamaz fikrini bir adım daha ileriye götüreceğim. Bana kalırsa, tek bir yahudinin bile kendisi ile fikirsel bir anlaşmaya vardığı pek görülmemiştir. Yahudilerin beyni ve ruhu hep ikiye ayrılmıştır, hepsinin birbiriyle ve kendileriyle çelişen hisleri ve düşünceleri vardır. Fakat işin güzelliği de buradadır.

Bayanlar, baylar bu konuda ciddiyim. Söylediğim bazı şeyler size mizah gibi gelebilir ama Yahudiliğin temeli "sonu olmayan bir yorumlama, karşı yorumlama, yeniden yorumlama oyunudur" derken son derece ciddiyim. Bizler tartışırız, fikir ayrılıkları yaşarız ama bu "münazara yollu bir evrim"e yol açar.

Dostlar, Yahudilerin hiçbir zaman bir Papa’sı olmaması bu yüzdendir. Hiçbir zaman da olmayacaktır. Çünkü eğer bir Yahudi papası olsa ertesi gün mutlaka bir kısmımız kendisine gider, sırtına şöyle bir vurur ve der ki: "Merhaba Papa. Siz beni tanımıyorsunuz, ben de sizi tanımıyorum ama ancak sizin amcanız ve benim dedem Minsk’te, Kazablanka’da ya da Konstantinopl’da ( eski İstanbul’da) birlikte iş yapardı. O yüzden size hemen Tanrının bizden ne istediğini söyleyeyim. 5 dakika susarsanız, size hemen açıklarım…"

Hepimiz birer öğretmeniz, öğrenci değil. Kendi çocuklarım, daha 4LJ yaşındayken beni eğitmeye, bana bir şeyler öğretmeye, benimle tartışmaya çalışıyor, fikirlerime karşı çıkıyorlardı. Bu genetik bir durum. Bunun için başka hiçbir açıklamam yok.

Tabii, tartışma, skeptisizm ve ucu-açık yorumlamalarla dolu bir uygarlığın bir gül bahçesi olduğunu da söylemek mümkün değil. Bu ses ve öfke demek, farklılık ve içsel savaşlar demek, ucu açık cevaplar ve sorgulama demek. Şunu söylemek isterim, biz Yahudiler iç savaşlarımızı birbirimizi öldürerek değil, birbirimize iğrenç isimler yakıştırarak, söz düellolarına girerek, birbirimize akıl vererek yaşarız. Ve emin olun bu iç savaşların en uygar olanıdır.

İsrail’in 60 yıllık tarihine bir bakınız. Ya da modern İsrail’in 110 yıllık tarihi mi demeliyim? Büyük farklılıklar… Feci kırılma noktaları, ölüm-yaşam konuları üzerinde korkunç fikir ayrılıkları ve tartışmalar… Dün, dünden önce, ve hatta bugün ve mutlaka yarın da… Fakat tüm bu fikir ayrılıklarına rağmen, hiçbir zaman gerçek bir iç savaş yaşamadık. Çok üzücü şiddet dönemleri yaşadık. Eski Başbakan Yitshak Rabin’in bir Yahudi tarafından öldürülüşünü hiç unutmayacağız. Ama bunlar dönemsel şiddet olaylarıdır, asla bir iç savaş değildir. Başka ülkelerin topyekün savaşa gireceği konular, İsrail’de her zaman hukukun ve söz savaşlarının konusu olmuştur.

Bayanlar, baylar. Bu bir uyum göstergesi değildir, kulağa da hoş gelmemektedir ama medenidir. Ve bu medenilik, uygarlığımızın özünü oluşturmaktadır. Birçok Yahudi bu tartışma ve farklılıklardan rahatsızlık duymakta ve neden bir türlü tek vücut olamadığımızı sorgulamaktadır. Tabii ki birleşemeyiz. Çünkü tek vücut altında birleşmek bizim geleneğimizde yoktur. Biz hiçbir zaman tam anlamıyla birlik olmadık. Ama bu bizim gücümüzdür. Bu güne kadar tamamen birleşmiş, tamamen bütünlük oluşturmuş birçok milletin birlikte kendi sonlarına doğru koştuklarını görmedik mi? Evet, bizler hep ayrılıklar yaşadık, hep sorgulayıcı olduk. Emir almak, boyun eğmek, anlaşmaya varmak, orta bir noktada buluşmak bizim için hep zor oldu. Biz hep tartıştık… Tartışıyoruz… 

Daha da ileri gideyim. Yahudi geleneği sadece birbirimizle tartışmak değil, Tanrı ile bile tartışmak üzerine kuruludur. Böyle bir durum başka hiçbir gelenekte görülmemiştir ve düşünülemez. Bu Tanrıya meydan okuma geleneği, benim yaşadığım yere çok yakın bir bölgede başlamıştır. Ben Arad’da yaşıyorum. Arad’a 20 km uzaklıkta, İsrail’in güneyinde tarihi Sodom şehri bulunur. Ve bu şehirde Avram, Sodom’u Tanrının gazabından kurtarmaya çalışırken Tanrı’ya meydan okumuştur. Avram Tanrıya şöyle demiştir: "Eğer Sodom’da 50 erdemli adam olduğunu söylersem, bu 50 erdemli adam için şehri kurtarır mısın?" Tanrı 50 erdemli adam için şehri kurtaracağını söylemiş fakat Avram bununla memnun olmamış ve yine sormuştur: "Ya 40 erdemli adam için şehri kurtarır mısın?" Evet cevabı alsa da Avram ikinci el bir araba satıcısı gibi Tanrıyla pazarlık etmiş ve "Peki 30, 20 hatta 10 erdemli adam için şehri kurtarır mısın?" demeye devam etmiştir. Tabii şehirde 10 erdemli adam bile olmadığı için şehir tanrının gazabına uğramıştır. Avram tartışmayı kaybetse de sinmemiş, dizleri üzerine çöküp tanrıdan özür dilememiş, bu cüreti gösterdiği için pişmanlık sergilememiştir. Tam tersine, tanrıya dönüp "Dünyanın hakimi nasıl doğru kararı vermez" diye sorgulamıştır tanrıyı.

Bayanlar, baylar. Bunun üzerine düşünmek gerek. Avram bu sözleriyle aslında şunu söylüyor: "Pardon Tanrım ama sen bile hukukun üstünde değilsin. Dünyanın kurucusu sen olabilirsin, evren yasalarının yargıcı sen olabilirsin ama yasalar senin üzerindedir. Senin bile bu yasaları değiştirmeye hakkın yok!" İşte bu bayanlar, baylar, bizim uygarlığımızın özü. Evrensel adalet arayışı…

Biyografi:

Kayıp duygusunun, bir yere ait olma özleminin egemen olduğu İsrail’de, Negev Çölü’nün kıyısında yaşıyor İsrailli romancı Amos Oz. Hiçbir zaman ütopik karakterler yaratmıyor. "Romanlarımdaki karakterler herkes gibi otobüs durağına gelip sıra bekler" diyor. 1939 yılında İsrail Kudüs’te doğdu. Çağdaş İsrail edebiyatının önde gelen temsilcilerinden olan Oz, barış yanlısı tutum ve eylemleriyle tanınıyor. 15 yaşındayken kibbutzda yaşamaya başladı. Kudüs’teki İbrani Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat öğrenimi gördü. 1967’deki 6 Gün Savaşı ve 1973’deki Yom Kippur Savaşı sırasında İsrail Ordusu’nda savaştı. 6 Gün Savaşı sırasında Arap-İsrail anlaşmazlığı üzerine pek çok makale yazdı. 1977 yılından bu yana İsrail’in Peace Now (Barış Hemen Şimdi) hareketinin önderlerinden biri olarak çalışıyor, kampanyalar yürütüyor. Çocuklar ve yetişkinler için yazdığı birçok kitap sayısız dile çevrildi. 1992 Frankfurt Barış Ödülü, Avrupa’nın en prestijli edebiyat ödüllerinden Goethe Ödülü ve Frankfurt Prix Femina Ödülü’nü aldı. Hala İsrail’in güneyindeki Arad kentinde yaşıyor ve Negev’deki Ben Gurion Üniversitesi’nde edebiyat dersleri veriyor. Yapıtları birçok dile çevrilen Amos Oz’un Türkçe’de Aynı Yalnız Denizde, Bir Kadını Tanımak, Michael ile Hana ve Fima adlı kitapları bulunuyor. Ayrıca bugünlerde Aşk ve Karanlık adlı kitabı da Doğan Kitap tarafından yayınlanmış ve kitapevlerinde yerini almıştır.