Richard Bach, Martı’da “Zamanı kaldırırsak hep aynı anda, mekânı kaldırırsak hep aynı yerde oluruz” der. Yıllarca önce, güzelim 80’lerin sona ermek üzere olduğu bir zamanda okuduğum bu kitabın, unutamadığım cümlelerindendir. Kim bilir belki de bundandır Nazım Hikmet’in en sevdiğim yadigârının şiirleri kadar, onun kol saati olması.
Ne kadar çok bakmıştır o kol saatine. Ne kadar çok şeyi beklerken yoldaş olmuştur o saatin akrep ve yelkovanı. Kim bilir ne çok zaman kızmıştır yavaşlığına ve bazen üzülmüştür akışının hızından.
Kim bilir ne kadar çok göz değdirmiştir 8’e, 12’ye 3’e…
Kendi cümlelerindeki gibi “gecenin içinde bir yerlerde aydınlık bir haber gibi saat çalıyor.”
Kim bilir kaç ‘altı buçukta’ uyanırken göz ucuyla süzmüştür o saati, ya da kaç gece yarısını o saate bakarak anlamıştır, kendi kendine!
Kendi çizdiğimiz çizgilerin başıdır zaman ve mekân. Kendi çizgilerimizi kendimiz çizer, sonra esir ederiz kendimizi ona. Oysa en başında her şeyin, zamansızlıktan geldiğimizi de biliriz bir yandan.
Ama esaretimizden kurtulmanın sebebi olamaz bunu bilmek.
↔↔↔
Belki de en çok kalbime dokunanın, Nazım’ın saflığı ve temizliği olmasıdır bunun nedeni. Kimseyle kavga etmemesi ama hep bir kavgasının olmasıdır belki de. Başta kendiyle.
Richard Bach Martısının ana fikri gibi:
“Durum ve şartlar ne olursa olsun, kendimizi hiç bir zaman sınırlamamalıyız. İstediğimizde her şeyin üstesinden gelebilecek kapasiteye sahip olduğumuzu bilmeliyiz.”
Ancak ve ancak yükselişin kendimizle olan yarışımızın sonucu olduğunu anlamalıyız! Başkaları ile değil.
Biliyor musunuz bu; iyi kalpli olmayı, erdemli olmayı, kendimizi egomuza yenilmeden sevmeyi de beraberinde getirir.
Ey insan, mücadeleni ver ve umudunu yitirme.