Stalin, 1929 yılında 50 yaşına geldiğinde artık Rusya’da gençlerin lideridir. Bir mesihten öte, Lenin’in kollarında can verdiği sadık takipçisidir. Öylesine bir propaganda ile sarmalanır ki son anına dek bir mit olarak akıllara kazılacaktır. Biraz da korku ile, elbette.
Birçokları tarafından nefret edilen, halkı tarafından putlaştırılan Stalin, iktidarı elinde tuttuğu yıllarda, tarihin gördüğü en vahşi ve kanlı rejimle, Sovyetler Birliğini kırmızıya boyadı… Bir kundura tamircisinin oğlu olarak fakir ve cahil bir ailenin çocuğu olarak, Gürcistan’da doğan İosif Dzhugashvili’nin, ileride bir gün, ülkesini demir yumrukla yönetecek bir diktatör olacağını düşünmek olası değildi.
İosif hızlı bir değişim içinde büyür. Nesillerdir ülkeyi yönetenler, Çarlar, devrilmişler, kendisi gibi gençlere yarınlarını yönetebilme yolu açılmıştır. Stalin’in, tarihe Ekim 1917 Devrimi olarak geçecek hareket içinde çok önemli rolü olmadı. Bundan sonraki dönemde, 1917 ile 1921 yılları arasındaki iç savaşta gösterdiği adanmışlık ve organizasyon yeteneği ile Lenin’in dikkatini çeker ve Bolşevik hareketin üst kademelerine sıçrar.
Gücün insanın başını döndüren tadını bir kere almıştır. Hızla sağlığı bozulan Lenin’in yakın çevresinde olmaya özen gösterir. Parti genel sekreterliğine getirilir. Büyük liderin hayatından umut kesilince, ölümünden sonra, kilit bir yere erişmek için gerekli tüm önlemleri alır. Kendisine muhalif olanlar yavaş yavaş partiden ihraç edilir, sürgüne giderler veya ortadan kaldırılırlar. Ülkenin dört bir yanına, kayıtsız şartsız bir şekilde otoritesini kabul ettirmek için hiçbir şeyden çekinmez. İktidarını sorgulayan Birliğin tüm ülkelerini acımasız bir şekilde cezalandırır, başkaldırıları merhametsizce ezer. Kısa zamanda yanında, kendisine çılgınlık derecesinde sadık veya estirdiği terörden sinmiş korku dolu insanlar kalır. Gaddarlığı meyvesini vermiş en büyük ikramiye kendisine çıkmıştır: Sovyetler Birliği artık onundur.
Lenin’den Stalin’e fikirsel geçiş uzun yıllara yayılan ve birçok çatışmaya neden olan sancılı bir süreç olmuştu:
LENİN’DEN STALİN’E
Lenin için, halkın halkı yönettiği bir toplumsal yapı, komünist görüşü ifade eder. Tüm kaynakların, gelirlerin, sorumlulukların eşit olarak bölüşüldüğü bir sistemdir Sovyet sistemi. Zenginler tarafından yönetilen burjuvaziyi kesin bir dille reddeder. Devletin gündelik yaşamdaki varlığının zaman içinde zayıflayacağını öngörür. Stalin için bu yaklaşım doğru ancak eksiktir. Güçlü bir lider ile Rusya’nın hızlı ve etkili bir şekilde kalkınacağını düşünmektedir. Burjuvazinin varlığının bu kalkınmayı yavaşlatacağını, işçi sınıfının güçlü lidere karşı olası direnişinin de benzer bir etkiyi yaratacağını ifade eder. Her durumda, Rus halkının gelişimi önüne set çekecek her davranışın devlet tarafından yok edilmesi onun yönetim anlayışından önemli bir kriter olacaktır…
Lenin, devrimin tüm dünyaya yayılması gerektiğini düşünür. Böylece insanları birbirlerinden ayıran sınırlar kalkacak, tek bir dünya devleti oluşacaktır. Sınırlar insanların ve toplumların gelişen talepleri önüne set çekmekten başka bir işe yaramamaktadır. Stalin ise sosyalizmin tek bir ülkede gelişmesini savunur. Sosyalizmin Sovyet sistemi içine girmiş devletlerde yaygınlaştırılmasına odaklanmanın devrimi ihraç etmek için çalışmaktan daha doğru olduğunu düşünmektedir. Böylesi bir karar, hem zaman hem de kaynak israfını önleyecek, karşılaşılacak zorluklar daha etkin bir şekilde ortadan kaldırılabilecektir.
1921’de kabul edilen ekonomik yapı, komünist fikre rağmen özellikle kırsalda köylünün kendi işine sahip olmasını uygun bulur. Lenin, çarlık yönetiminden ciddi hasar görerek ayrılmış, iç savaşın yıkımından çokça etkilenmiş bu insanların ancak böylesi bir karma modelle ekonomik açıdan toparlayabileceklerini düşünür. Bağımsız bir ekonomi, toplumsal gelişimin önünü açacak ve devlet yapısının, tarım ile uğraşarak halkın yararına paha biçilmez işler yapan köylünün yaşantısına müdahale etmesini önleyecektir. Stalin ise ekonomik kurtuluşu hızlı sanayileşmede görür. Tarım çalışmaları ise hızlı bir şekilde devletin kontrolü altına girmelidir. Köylü, gruplar halinde kolektif çiftliklerde yaşayacak ve yalnıza ziraatın gelişmesine odaklanacaktır. Çiftlikler, makine ve teçhizatlar devletleştirilecek, mahsul üzerindeki tasarruf da hükümet tarafından kontrol edilecektir.
Halka bakışları da farklılıklar gösterir: Lenin, devlet baskısı altında yaşayan dünya halklarının kendi geleceklerini belirleme hakkına sahip olduklarını düşünür ve komünizmin bunun sağlanması için elverişli bir zemin hazırladığını ifade eder… Bu görüşüne rağmen Lenin’in kırmızı terörden sorumlu olduğunu ve iç savaşta birçok muhalifinin öldürülmesi emrini verdiğini unutmamak gerekir. Stalin ondan bir adım ötedir. Devrime karşı gelecek, kendi erkini sorgulayacak herkes, konumu ne olursa olsun haindir ve ortadan kaldırılmalıdır. Halkların baskı altında tutulması Sovyet sisteminin yaşaması için önemlidir…
LENİN’İN MİRASI
Stalin’in, Lenin’in ölümünden sonra, onun arzusu hilafına devlet aygıtını ele geçirmesinin fikirsel olmayan boyutu ise, Lenin ekibinin tasfiyesinde anlam bulur. Hemen söylemek gerekir ki, Lenin’in kendisinin partiden uzaklaştırılması gereğini miras bırakan mektubu, Stalin ve yandaşları tarafından yok edilir. Devrime katıldığında, Rusçada ‘demir’ anlamına gelen Stalin adını alan İosif Dzhugashvili, bir yandan ustası Lenin’i parti içinde ve halkın gözünde ilahlaştırır, bu yolla mirasına sahip çıkar görünürken, gerçekte yaptığı bir darbedir…
Stalin, yalnız Lenin’e yakın olanları değil, zaman içinde kendisi ile yola çıkanları da hedef alır. Parti içinde, liderliğine en ufak zarar verecek ya da karşı çıkacakları tek tek tasfiye eder. Senaryolar kurgular, rakiplerini hainlikle suçlar; suçlamaları kabul etmeleri için işkence dahil her yönteme başvurur, ailelerini tehdit eder, onları sevdikleri üzerinden dize getirir. Kendisi ile yola çıkanları, yakın çalışma arkadaşlarını dahi hedef almaktan çekinmez.
1929 yılında 50 yaşına geldiğinde artık Rusya’da gençlerin lideridir: Bir mesihten öte, Lenin’in kollarında can verdiği sadık takipçisidir. Öylesine bir propaganda ile sarmalanır ki son anına dek bir mit olarak akıllara kazılacaktır. Biraz da korku ile, elbette.
Tarihi ve gerçekleri değiştirecektir. Troçki değil, kendisi Devrim ve iç savaş esnasında Lenin’in ikinci adamı olmuştur… Kısa boyu 163 cm. değil, kayıtlara 183 cm. olarak geçilir. Tüm resimleri ve kent meydanlarını süsleyecek heykelleri bu şekilde yapılır. Kesinlikle acımasız bir tiran değildir; vatanını, çocukları seven bir baba kadar şefkatlidir… Okullarda duvarlar “Bize mutlu bir çocukluk yaşattığın için teşekkür ederiz yoldaş Stalin” yazıları ile doludur. Her yaştan öğrenci, her fırsatta, sokakta, okulda, bu ve benzeri sloganları atarak ona bağlılık gösterirler, ona inanırlar…
Oysa yönetiminde ‘suç ve ceza’ önemli bir yer tutar…
İşine geç gelen bir işçi bunu üç kez tekrarlarsa, üç seneliğine gulaglara gönderilir. Buradaki olağandışı şartlarda günde 14 saat çalıştırılır.
CEZALAR VE YASAKLAR
Parti veya hükümet hakkında uygunsuz bir yaklaşımda bulunanlar 25 yıllığına gulaglara sürülecektir. Parti veya devlet malını çalanlar, on yıllığına zoraki çalışmaya tabi tutulacak, salıverilmelerinden sonra ise, yaşadıkları yere dönemeyecekler hayatlarının geri kalanını sürgünde geçireceklerdir. Rejime, partiye, devlet aygıtına veya lidere karşı gelmek siyasi suçlu olmak demektir ki bu hainlik ile suçlanmaya yeter ve cezası ölümdür. Kişinin ailesi ve yakınları da ya gulaglara zorunlu çalışmaya ya da, şanslı iseler, sürgüne gönderileceklerdir.
1920’li yılların sonlarına doğru Hıristiyanlığa karşı bir savaş açılır ve kiliseler kapatılır, mallarına ve değerlerine devlet tarafından el konur. Stalin, halk arasındaki farklılıkları yok etmek ve rejimin etnik, dini kimlikler yüzünden zaafa düşmesini engellemek adına dinin uygulanmasını kesin bir şekilde yasaklar. Bu yasağa uymayanlar da siyasi suçlular gibi ceza görür: Suçun önemine, suçlunun kim olduğuna göre, ya idam edilirler ya da yaşam boyu Sibirya’nın derinliklerine mahkûm edilirler…
Stalin iktidarında sosyal gelgitler yok değildir. Bu kendisini zaman içinde teslim alacak kuşkuculuğu, saplantıları ile ilgilidir.
KADINLARIN KAZANIMLARI
Örneğin kadınlar Stalin döneminde birçok kazanım elde eder, eğitimde olsun iş hayatında olsun sağladıkları eşit haklarla daha önceleri kendilerine kapalı birçok alanda görünür olurlar. Kendi zamanında yetişenler, Rusya’nın tarihinde ilk kez tamamen okuryazar bir nesil oluştururlar. Keza sağlık sistemi öylesine gelişir ki, tifüs ve kolera gibi hastalıkların seyrinde önemli azalmalar gözlenir… Gelin görün ki, temel insan hakları rafa kaldırılır, ateist eğitim sistemi ile yeni yetişen nesillerin dinle ilişkileri kesilir. Kiliseler, camiler ve kutsal olarak nitelenen tüm mekânlar ya yıkılır ya da amacı dışında hizmet etmeye devam eder. Tüm okulları, üniversiteleri kontrolü altına alır, yönetimlerine yerleştirdiği muhbirler vasıtası ile olup biteni – rejime ve daha önemlisi kendisine zarar verebilecek ne varsa onu – takip eder…
Ülke sanayiini geliştirir, ekonomiyi iyi yönde hareket ettirir. Tarımsal çıktıların artmasını sağlar. Zamanında, ülke büyümesinin yüzde 13,9 olduğunu iddia etse de, bağımsız kaynaklar bunun yüzde 3’ten fazla olmadığında birleşir. Yine de küresel kriz ve savaş durumu dikkate alınırsa, bunun çok da kötü bir sonuç olmadığı sonucuna varılabilir. Ülkenin modernizasyonu anlamında varılan başarının ardındaki bedel ise on milyonu aşan masum yaşamdır… Tarımsal başarı için kırsaldaki birçok köy yerle bir edilir, özellikle Ukrayna açlıkla baş başa bırakılır.
Öldüğünde halk sokaklara akın ederek, büyük liderlerini uğurlar: O, Rusya’yı Çarların karanlık dönemlerine geri götürmek isteyenlerle savaşmış, varlığını tehdit eden Hitler’i durdurmuş, yenmiş, yok etmiş, dünya savaşının müttefikler tarafından kazanılmasında, dehası ve organizasyon yeteneği ile önemli rol oynamış bir kahramandı.
2 Mart 1953 sabahı erken saatlerde geçirdiği inme kendisini yatağında, bir başına hareketsiz bıraktığında, kapısında nöbet tutanlar, korkularından odaya girmemeyi tercih etmişlerdi. Etrafında oluşturduğu terör çemberi tabutuna son çiviyi çakmıştı.