Zorlu olaylar karşısında yaşadığımız stres ve edindiğimiz tecrübelerin kalıcı etkisi olduğunu, bir sonraki nesle bile geçebildiğini biliyor muydunuz? Literatüre çok erken zamanlarda geçmiş olmasına rağmen günümüzdeki anlamı ile çok yeni bir kavram olan travma konusunu uzmanlığını Travmaya Bilişsel Müdahaleler üzerine yapan ve tez konusu ‘Travmanın anne-çocuk bağlanmasına etkisi’ olan Uzm. Klinik Psikolog Begüm Büyükkeser Arslantaş ile konuştuk.
υ Travma nedir?
Travmayı ‘hayatı zorlayan yaşam olayları’ olarak değerlendiriyorum. Travma anında kurban altüst edici bir kuvvet tarafından çaresiz hale getirilir. Travmatik olaylar insanlara kontrol, bağ kurma ve anlam duygusu veren olağan davranış sistemini altüst eder. Travmatik olayları fiziksel şiddet, kaza, yaralanma, işkence, sevilen birisinin ölümü, hastalık, terk, ihmal, taciz, tecavüz, onaylanmama, dışlanma, deprem, sel vs. olarak gruplandırabiliriz. Bunları birincil olarak çocuklar deneyimlemese de ebeveynlerinin ya da aile büyüklerinin yaşaması bile çocuklarda travmaya sebep olabilir.
υ Onaylanmama ve dışlanmanın nasıl bir travmatik etkisi vardır?
Dışlanma ve onaylanmama çocuğun sadece aileden ayrı olduğu sosyal ortamlarda değil aslında en ilk aşamada doğumla başlar. Oksitosin hormonu bebeklikte kucağa alma, dokunma ve şefkat ile salgılanır. Oksitosin salgılandığında, stres düzeyi belirgin şekilde azalır. Şefkat, yakınlaşma, ait hissetme ve onaylanma, sağlıklı sosyal ilişkiler kurmanın temelini oluşturur. Bebekken, anne tarafından fiziksel ve duygusal ihtiyaçları fark edilmeyen bireyler ileriki dönemde çevrelerindeki kişilerin duygusal ihtiyaçlarını anlayamadıkları için karşılayamazlar. Dolayısıyla ergenlikte, arkadaş edinmekte, aşk hayatlarında, iş hayatlarında vb. platformlarda başkalarının ihtiyaçlarını karşılayamadıkları için gene onaylanmaz ve dışlanırlar. Onaylanmama ve dışlanmanın sonucu olarak ortaya çıkan izolasyon ve yalnızlık da insanlarda bağ kurma, anlamlı bir hayat inşa etme ve hayatını kontrol edebilme algısını yıktığı için travmatik bir etki yaratır.
Üstelik günümüzdeki bulgular travmadan etkilenenler sadece ilk çemberden yaşayan değil; üç ve dört kuşak gerisinin kalıtımsal yol ile travmayı taşıdığı bulgusuna ulaşılmıştır. Bilinçaltımızın geniş depo alanı yalnızca travmatik anıları değil aynı zamanda atalarımızın çözümlenmemiş travmatik deneyimlerini de içinde tutar. Aileden birinin terapiye giderek bu döngüyü kırması gerekir.
υ Kalıtımsal olarak nasıl taşınıyor? Biraz daha detay alabilir miyim? Sonradan edinilmiş bir durum genetik geçişe nasıl etki ediyor?
Araştırmalar, ebeveynlerimizden birinde travmatik stres sonrası bozukluğu varsa o kişinin travma belirtileri yaşamasının üç kat daha fazla muhtemel olduğunu, bunun sonucunda da depresyon ve anksiyete yaşanma olasılığının yüksek olduğunu göstermektedir. Bunun nasıl olduğunu, hücresel biyoloji ve epigenetik çerçevede açıklamak doğru olur. Babanızın sperm gelişimi, ergenlik ve yetişkinlik dönemleri boyunca devam ettiği için neredeyse size hamile kalındığı zamana kadar, babanızın spremleri travmatik etkiler barındırabilir.
Anne tarafına baktığımızda ise hamilelik sırasında, annenin kanında bulunan besin maddeleri cenini plasenta duvarı yoluyla besler. Besin maddelerinin yanı sıra anne, hissettiği duygulardan oluşan bir sürü hormon ve bilgi sinyalleri de açığa çıkarır. Bu kimyasal sinyaller DNA’daki bazı proteinleri aktif hale getirir. Yani annenin duyguları, korku, öfke, sevgi, umut gibi, çocuklarının genetik ifadesini biyolojik olarak değiştirebilir. Ona da kendi annesinden geçmiştir. Aslında anneannenin bile genetiği etkilendiğinden bahsedebiliriz. Bizler henüz doğmadan kişiliğimiz şekillenmeye başlamıştır bile.
υ Her travmatik olay travma yaratır mı?
Yukarıdaki negatif yaşam olaylarını yaşamamış olan yoktur. Kimisi rezilyansı daha güçlü olduğu için üstesinden gelebilir. Her travmatik olay travma yaratmaz.
υ Peki, çocuklar nasıl tedavi edilebilir? Sonuçta bir travmaya direkt maruz kalmamış oluyorlar?
Terapist olarak travma çalışırken sadece çocuğu değil anneyi ve babayı da terapiye alırım. Çünkü ebeveynlerin olaylara bakış açısını ve düşünce sistemini değiştirmedikçe çocukta terapide kazanılan beceriler kalıcı olmaz. Bir diğer seçenek ise ailenin döngüyü kırması için aile bireylerinin yetişkin terapisi desteği almasıdır. Kendi aileleri ile ilgili farkındalık kazanmaları, stresle daha iyi baş etmelerine ve çocuklarına karşı daha verimli bir ebeveynlik modeli sergilemelerine olanak sağlar.
Travma tedavisinde birçok yöntem vardır. Kişi günlük hayatına devam edemeyecek kadar yoğun yaşıyorsa medikal destek almalıdır ancak ben danışanlarımdan ilaç almamasını ve o deneyimi sonuna kadar yaşamalarını istiyorum. En çok kullandığım yöntem ise EDMR’dir. EMDR (Eye Movement Desensitization and Reprocessing), göz hareketleri ile travmatik anılara duyarsızlaştırma ve yeniden işlemlemeye verilen addır. EMDR, konuşulamayan şeyleri, kişinin zihninin derinliklerine itilmiş anıları nörol ağlar biçimi ile ortaya çıkarılmasına yardımcı olur. Bunu yaparken bilateral uyaran adı verilen göz hareketlerinden faydalanılır.
Rahatsızlık verici bir olay meydana geldiğinde bu olay beyinde orijinal resimle, seslerle, düşüncelerle, duygularla ve bedensel duyumlarla birlikte kilitlenebilir. EMDR, bu bilgiyi uyarır ve tecrübenin yeniden işlenmesine izin verir. İyileşmeyi yapacak olan aslında danışanın beynidir ve kontrolde olan danışanlardır. Terapist onlara bu süreçte rehberlik eder. Hem yetişkin hem de çocuk protokolleri mevcut olan EMDR, travmatik anıların zihinde tekrardan işlenmesine ve danışanın normal hayatına dönüşünü kolaylaştırmaya yarayan en çok kullanılan tedavi yöntemlerinden birisidir.
υ Travmatik deneyimlere vücut nasıl tepki veriyor?
Travmatik deneyimlerde beden ve hafıza tüm olumsuz deneyimleri tutar. Gözle görülür biçimde travmatik olaya dair bir korku yaşamasanız bile, olaylara verdiğiniz tepkiler travmanın süzgecinden geçirilerek verilmiş tepkilerdir.
Bir diğer nörolojik etkisi ise sempatik sinir sisteminin kronik uyarılmasıdır. Bu olayı şöyle örneklendirebilirim. Mesela insan vahşi bir hayvan gördüğünde, hızlı nefes alma, korku, kaçma, kalbinin hızlı atması, bayılacakmış gibi olma vb. durumlar yaşar. Bunlar tehlikeye tepki veren normal fizyolojik semptomlardır, çünkü tehdit gerçektir. Vahşi hayvanın sizi öldürme riski vardır. Travmatize olmuş bireyler gerçek bir tehdit olmadığında, günlük yaşam olaylarında dahi beyni ve bedeni böyle tepkiler verir.
Travmatik deneyimlerin en ilginç yanlarından biri ise hafıza kaybıdır. Hollandalı bir psikiyatrist olan Van der Kolk, travmatik bir yaşam deneyiminden sonra mediyal alın korteksinin konuşma merkezinin kapandığını açıklamıştır.
Uzm. Klinik Psikolog Begüm Büyükkeser Arslantaş kimdir?
Saint Joseph Fransız Lisesini bitirdikten sonra İstanbul Bilgi Üniversitesinden ‘onur öğrencisi’ olarak mezun oldu. Uzmanlığını Travmaya Bilişsel Müdahaleler üzerine yaptı. Tez konusu ‘Travmanın anne-çocuk bağlanmasına etkisi’ üzerinedir. Tanı ve Tedavi Çalışmalarını güncel DSM-IV kriterlerini baz alarak gerçekleştiriyor. En son güncellenen zekâ ölçüm testi WÇÖZ-IV testinin sayılı uygulayıcılarından. Etik çalışma kuralları çerçevesinde, Türk Psikologlar Derneği’nin aktif üyesi olarak çalışma hayatına devam ediyor. ‘Oyunu anlamak’, ‘EMDR’ ve ‘Bilişsel Davranışçı Psikoterapi’ eğitimleri aldı. 2012-2013 özel bir merkezde gelişim bozukluğu ve zekâ ölçüm testleri alanında çalıştı. 2013 yılından itibaren birçok farklı kurumda oyun terapisi, sanat terapisi çalışmaları devam ediyor.