“2019’da sanat piyasası ekonomiden bağımsız olarak şahlanacak”

Pilevneli Mecidiyeköy, açıldığı günden itibaren, alışık olmadığımız kalabalık bir ziyaretçi kitlesi tarafından ziyaret edildi, kapısında kuyruklar oluştu. Sergide yer alan sanatçıların her birinin eserleri ve sıra dışı sunumlar, çoluk çocuk binlerce insanın rotasını Mecidiyeköy’e çevirdi. Sanat konuşuldu, sanat tartışıldı. Biz de Pilevneli Galerinin sahibi ile sanatı, yeni trendleri ve geleceğin sanat piyasasını konuştuk.

Dalia MAYA Sanat
6 Şubat 2019 Çarşamba

Ülkenin içinden geçtiği zorlu ekonomik ve sosyal koşullarda çokça tartışılan sanat alanlarının -Arter gibi- kimi daha büyük yerlerde yeniden açılmak üzere kapandığı, İstanbul Modern’in geçici de olsa dar bir mekâna sıkıştığı bir dönemde Pilevneli Gallery, çalışmalarına devam eden Pilevneli Dolapdere’nin yanı sıra, Mecidiyeköy’de de, 4.000 metrekarelik kapalı ve 5.500 metrekarelik açık alana sanatı taşımaya soyundu. ‘Fabrika’da: 10 Sanatçı / 10 Bireysel Pratik’ sergisiyle İstanbul’un galeri hayatına yepyeni bir soluk aşıladı.

Galeri, açıldığı günden itibaren, İstanbul’da görmeye pek de alışık olmzaadığımız kalabalık bir ziyaretçi kitlesi tarafından ziyaret edildi, kapısında kuyruklar oluştu. Galeri, 11 Aralık- 27 Ocak günleri arasında 39 binin üzerinde ziyaretçiyi ağırladığını duyurarak sosyal medyadan takipçilerine teşekkür etti.

Açılışta ve sosyal medyadan takip ederken, Pilevneli Mecidiyeköy’ün, ziyaretçilerde benzer duygular yarattığını gözlemledim: Şaşkınlıktan kaynaklanan bir heyecan… Sergide yer alan on sanatçının her birinin (Refik Anadol, Hans Op de Beeck, Daniel Firman, Arik Levy, Tony Matelli, Ida Tursic&Wilfried Mille, Youssef Nabil, Şener Özmen, Jean Pigozzi ve Erdoğan Zümrütoğlu) eserleri ve sıra dışı sunumlar, çoluk çocuk binlerce insanın rotasını Mecidiyeköy’e çevirdi. Sanat konuşuldu, sanat tartışıldı. Anaokulundan itibaren öğrencilerin, eserlerin karşısına geçip sanat çalıştıklarını görmek, böylesi karanlık bir dönemde insana umut verdi.

Pilevneli Galerinin sahibi Murat Pilevneli ile galeriyi gezip sohbet ederken, aileler çocuklarını kendisi ile tanıştırmak için yanına yaklaşıyorlardı, anlatsın, açıklasın diye.  Pilevneli o kalabalıkta kendisine yanaşan herkesle ilgilenecek denli sıcak ve işine önem veren bir kişi. Kendisi ile sizin için sohbet ederken serginin en genç ziyaretçisi de annesi ile birlikte yanımıza uğradı bir ara: 2,5 aylıktı.

Sanatın uzaklaştırılmaya çalışıldığı bir dönemde böylesi, oyunu değiştiren bir iş yapmak cesaret ister…

Uzaklaştırılmaya çalışıldığı fikrine katılmıyorum. Hele hele çok yakındaki Fazıl Say - Cumhurbaşkanı konuşması, tartışması bir yanda sanatçının varlığı, varlık nedeni, yaptıklarının tartışıldığı, konuşulduğu bir dönem yaşıyoruz. Aslında bence ülkenin geçtiği süreç, ekonomik olarak da sosyal olarak da hiç kolay değil. Bundan etkilenip bu etkinin doğrultusunda biraz daha bunalımlı bir şekilde kendine kapanmak da mümkün. Ama biz kapanmıyoruz. Bence kimsenin kapanmaması lazım. Hayat devam ediyor. Ürettiğimiz sürece ve bu vizyonları verdiğimiz sürece insanlar da bunun etrafında yeni bir şey inşa etmeye başlayacak. Mesela burası! Karamsar bir dönem desek de bakın işte burada gözlemlediğimiz şey ‘açlık’. İnanın, emin olun, buranın açılmış olmasının piyasa üzerindeki etkisi çok olacak.

Gerçekten müze kıvamında bir galeri burası.

Ancak bir müze değil. Müze olarak anılmak/algılanmak istemiyoruz. Burası bir galeri.

İstanbul’da galeri algımızı kökünden değiştiren bir sıra dışı bir mekan. Oyunu değiştiren, hatta yepyeni bir oyun başlatan bir mekân. Sanat dünyasından büyük değişiklikler yaratmak üzere kurgulanmış gibi...

Bunun için kurgulandığını söylemek pek doğru değil, ama evet; bence galericiler kendini sorgulayacak. Sanatçılar açısından önemli bir vizyon. Gerçi ‘Galerist’ zamanında da bunu yaptık. O dönemde Berna Apartmanında idik. Klasik bir Maçka dairesinden çıkıp Mısır Apartmanına geçtik; Mısır Apartmanındaki daire 500 m2! Hatırlıyorum, girdiğim zaman, içinde bisikletle dolaşayım dediğim boyuttaydı. O atlayış bile galericilik sistemi üzerinde ciddi bir etki yarattı. Galericiler bu anlamda farklı bir arayışa girdi. Keza mekân büyüyünce sanatçılar da daha hür çalışma imkânına sahip oldular. Şu anda Daniel Firman’ın filinin burada olması bile Türk sanatçıları açısından “Bizde de yapabiliriz, gösterecek alan da var” nosyonunu yaratıyor.

Büyüklük olarak daha ileri bir tarihte Şener Özmen’in neredeyse retrospektif bir sergisini bütün binada yapacağız. Bir Türk sanatçı bir galeride bu kadar büyük bir sergi yapabilir mi? Yapabilir…

Üstelik böyle bir galeri bu kadar kalabalıksa, “Müzelere insanlar neden o kadar gitmiyor?” sorusu akla geliyor. Bence burada da bir sorgulama olacaktır. Ya da sunum itibariyle bir sorgulama olacaktır. Bu mekânda sadece galeri sanatçılarımızın eserlerini sergilemeyeceğiz. Misafir programları da düzenleyeceğiz. Örneğin, bir ‘kâğıt’ sergisi düzenleyeceğiz. Türkiye çağdaş sanatından 100’ün üzerinde ismin kâğıt işlerinden oluşan bir sergiden bahsediyoruz. Yapacağımız sunum da çok özel bir sunum olacak. Dolayısıyla bu alanda birşey ürettiğini iddia eden ya da yaptığını zanneden insanlar da sorgulanacak. Ayrıca Emre Arolat’ın kent hafızasına dair Mecidiyeköy Likör Fabrikası ile ilgili sergisi olacak.

Bizler kendi imkânlarımızla böyle bir alanda böylesi işler başarabiliyorsak, ekonomik gücü çok daha yüksek firmalar, “Sanata daha ne kadar büyük çalışmalarla katkıda bulunabilirler?” Bence bu da sorgulanacak.

Ekonomi deyince, sanat alımı etkilendi mi? Türk koleksiyonerler açısından özellikle Türk lirasının değer kaybetmesinden sonra?

Sonuçta sanatı bir lüks bir meta olarak görecek olursak tabii ki, insanlar kendilerini güvensiz hissettikleri bir ortamda doğal olarak geri çekiliyor. Sanat piyasası bundan çok ciddi yara aldı ama bu yara sadece şu anda içinden geçtiğimiz ekonomik koşullarla alakalı değil, sanat piyasasının geçirdiği süreçle de ilgili. Hep söylüyorum, 2000’lerin başında başladığımızda çağdaş sanat piyasası diye bir kavram, bir durum yoktu. Ve on yıllık süreç içerisinde bir çağdaş Türk sanat piyasası yaratıldı. Piyasa yaratıldı derken, müzayede evleriyle, galerileriyle, sanatçılarıyla, fuarlarıyla vs; ancak 2011’lerde maalesef bu süreç sonlandı. Çünkü bütün bu süreçte biz piyasayı yaratırken bir beklentimiz vardı: Yurtdışına açılma. Ama maalesef bunun olamadığını, olamayacağını 2011-12’de yaşadık. Çok basit anlatıyorum. Bu arada, Türk alıcısı da aslında bir şekilde kendini geliştirdi, eğitti ve gözünü dışarıya dikti. Yani Türk sanatını ve global sanatı kıyaslamaya başladı. Bu kıyaslama sonucunda elini Türk sanatından çekip yabancıya geçti ve bir anda o balon söndü. Sermaye çekildi ve Türk sanatı o süreden sonra aşağı doğru süzüldü. Şimdi bakacak olursanız, önemli büyük koleksiyonerler alımlarını yapmaya devam ediyor. Ama Türk sanatını yeterince değil.

Bundan sonra nasıl gelişecek sanat piyasası?

Artık Türk sanat piyasasının bundan sonra daha global bir piyasa olacağını düşünüyorum. Geçmişteki salt Türk sanatçılarından oluşan piyasa yerine, aynı dünyada olduğu gibi, yabancıların ve Türklerin eşit zamanda alınıp satıldığı bir dönem olacağını düşünüyorum. Bakarsanız, bir nevi ‘Fabrika’da’ sergisinde de o karma yapıyı görüyorsunuz. Bu sergide yedi yabancı üç Türk sanatçımız var. Bence Türk sanat piyasası da benzer bir oranla şekillenecektir.

 

Bir dönem büyük bir sanat/sanatçı/sunum enflasyonu olmuştu. İyisi kötüsü hepsi birbirine karışmıştı. Şimdi bu sorgulamalarla bir ayrışma dönemi mi yaşanacak?

Şartlar zorlaşınca tabii. Çünkü bir dönem ne oldu? Sermaye sanatı girdi. Sermaye sanatı girince, parası olan insanlar da galericilik yapmaya başladı. Tabii ki, bu sektörde hakikaten emek verenler gibi samimiyetle yapmadıkları için zamanla döküldüler. Ancak, bence 2019 yılının ikinci yarısı, sanat ortamının ekonomiden bağımsız olarak tekrar şahlanacağı, yeni bir ivme kazanacağı bir dönem olacak.

İvmeyi de burası fişekliyor…

Bu da bir parçası. Sonuçta böyle büyük bir alanı insanlar bedava geziyor. Bir-bir buçuk saatlerini burada geçiriyorlar. Önümüzdeki aylarda binanın önündeki geniş açık alanı da heykel yerleştirmeleri ile açacağız. İstiyoruz ki, insanlar sanat konuşsun, gelip burada zaman geçirsinler, çaylarını kahvelerini içsinler, sanatın içinde olsunlar.

 

 

“Biz bir alan sunduk ve öyle bir açlık varmış ki, insanlar geliyor, görüyor, soruyor ve öğreniyor. Çoluk çocuk çalışmaya geliyor. Gelip çizim yapıyorlar. Böylesi bir kalabalık… Demek ki, aslında ‘sanat ölüyor’ diye bir şey yok!”