Ressam Şeyla Niyego’nun ‘Saklı Kimlikler’ adlı kişisel sergisi, 16 Şubat’ta kapılarını açıyor.
Anlatacak bir hikâyesi, söyleyecek sözleri olduğunda, içgüdüsel olarak kendini tuvallerde ifade eden ressam Şeyla Niyego’nun ‘Saklı Kimlikler’ adlı kişisel sergisine, Sanatgezgini Kuruçeşme Galeri, 16 Şubat - 6 Mart tarihleri arasında ev sahipliği yapıyor. Yeni eserlerini oluşturduğu süreçte şifalandığını dile getiren Niyego’nun yeni sergisi maskeleri konu ederken, bir yandan da sanatçının yolculuğu/yolda olma hali devam ediyor.
Ressam Şeyla Niyego, yaşam yolculuğunda farklı kimliklerinin her birine teker teker sahip çıktı. Önce evlat ve ortanca kardeş, ardından eş, iki çocuk annesi, sonra da iki toruna anneanne sıfatını alırken, eş zamanlı olarak ressam sıfatını da heybesinde taşıdı. Niyego’nun duyarlı, duygusal, azimli ve renkli kişiliği sanatıyla da bütünleşti. 92’de Gökhan Anlağan ile resim yapmaya başladı. 94’ten itibaren Mahir Güven ile sekiz sene çalıştı. Son olarak da 17 yıldır Altan Çelem ile çalışmalarına devam ediyor. Yıllar içinde, pek çok kişisel sergi açtı ve karma sergilere katıldı.
‘Saklı Kimlikler’ serginde tuval üzerinde maskeler ön planda; bu konsepti seçmen için seni tetikleyen neydi?
Maskeler! Ben dâhil, hepimizin gün ortasında defalarca değiştirdiği maskeleri olduğunu düşünüyorum. Bazen bizi zayıf yanımızdan koruyan, bazen de farklı duygu ve düşüncelerimizi saklamak için kullandığımız maskeler bunlar. İyi bir gözlemci olduğumu söylerler. Son yıllarda başıma gelen bazı tatsız olaylarda, insanlarda bu maskelerden ne kadar çok olduğunu ve onlardan nasıl zarar görebileceğimizi gözlemledim. İnsanların yüzlerine bakarken artık taktıkları maskeleri görmeye başladım. Hatta aynaya baktığımda, acaba şu anda hangi maskemleyim diye düşünmüyor da değilim. Bu maskelerin varlığı yadsınamazsa da, bildiğim bir şey var, o da aslında maskesiz çok daha güzel olduğumuz. Çünkü insanın özünde saf sevgi, şefkat, merhamet var ve içimizde Tanrı’nın bir parçası saklı. Bunu fark ettiğimizde, maskelerimizden kurtulmak da mümkün olabilir. İşte yeni sergimi tetikleyen bu düşüncelerim oldu.
Tuvallerin üzerine yapıştırılmış o irili ufaklı değişik maskeler nereden?
Seyahatlerimde karşıma çıkan küçük maskeleri toplamaya başladığımda özel bir şey düşünmemiştim; sadece ruhum beni buna yönlendiriyordu. Önce, karışık doku teknikleriyle onları çalışmaya başladım. Her biri farklı bir duygu ve şahsiyetti benim için. Kiminde akıtmalar var; kiminde de akışa teslim oldum. Sonra büyük maskelere geçtim. Her birine kararlı, bilge, şaman ya da festival ruhu gibi farklı ifadeler verdim. Tıpkı bizim farklı ruh hallerimiz gibi. Hatta serginin açılış tarihi olan 16 Şubat, Venedik Festivali gününe rastlıyor. Bir tesadüf mü, bilemedim…
İnsan maskeleri dışında, insan gibi giydirilmiş kediler, köpekler ve farklı hayvan portreleri de dikkat çekiyor. Onlarla bize bir gönderme yaptığını varsayabilir miyiz?
Onlar benim insansı hayvanlarım. Maskesiz ve oldukları gibi olan canlılar. Bana göre onlar saf sevgiyi ifade ediyor. Yakışıklı köpeklerim, karakterli kedilerim ve başka tatlı insansı hayvanlar. Maskeli insan figürlerime tezat yaratmak adına olsa gerek, kendimi bu hayvanları çizerken buldum. Onlar saf sevgiyi hissetme ihtiyacımı karşıladı. Bu da tamamen plansız gelişti ancak dilerim herkese benzer hissi yaşatabilirler.
Renklerin cezbedici, hatta kışkırtıcı sanki…
O anda içimden ne geliyorsa o renkle çalışıyorum. Akrilikle çalışırken renkleri önceden düşünmüyorum ancak bazen kendimi bir renge daha fazla çekilirken buluyorum. Bir bakıyorum turkuaz, bazen de kırmızı ağır basıyor, bazen de daha pastel tonlar. Benim o günkü duygu durumumu ifade ediyorlar.
Tüm çalışmalarını Akatlar’daki yeni atölyende mi yapıyorsun?
Evet. Onun da hikâyesi var aslında. Bir önceki atölyem evime çok yakındı. Bazı sebeplerden orayı terk etmem gerekti. Evden uzaklaşmayı hiç istemememe rağmen, Akatlar’da aşağısında meyve bahçesi olan, harika komşular ve kuş sesleri eşliğinde bulduğum bu yeri görünce aşka düştüm ve fazla düşünmeden tuttum. Burada da, haftada bir Altan Çelem Hocamla çalışmalarım devam ediyor. ‘Saklı Kimlikler’ sergim burada doğdu. Son üç ayda çok hız verdim çalışmalarıma. Hatta o kadar büyük bir şevkle çalışıyorum ki, atölyeye bir piyano aldım. Bu benim hayalimdi. Şimdilerde, ara ara gidip piyanonun tuşlarında gezinir buluyorum kendimi. Müzikolog dostum Züleyha Abdullayeva bu sergime özel olarak bir beste yaptı. Açılışta eşiyle birlikte bu eseri seslendirecekler. Tüm hayallerimi gerçekleştirdiğim bir sergi oldu bu.
Gelecekte yapmayı hedeflediğin bir projen var mı?
Olmaz mı? En büyük arzum, tablolarıma eşlik edecek heykellerle birlikte bir sergi açmak. Hikâyesi şimdiden beynimde oluşmaya başladı bile. ‘Saklı Kimlikler’ beni yeni bir yolculuğa daha çıkarttı. Bir ay önce, Atölye-20’de Sevgi Karay ile heykel çalışmaya başladım. Neden heykel dersen, sosyal medyada karşıma çıkan bir heykel çalışması beni benden aldı ve ben de heykel yapmak istediğimi fark ettim. Büyük bir heyecanla başladım. İşlerime, farklı bir yorumla, heykeli de katmak istiyorum. Heykel, sabırsız yapıma yavaşlamayı öğretiyor. Hiçbir zaman oldum diyemiyorum, çünkü yeni şeyler öğrendikçe ne kadar bilmediğimi de keşfediyorum. Bu da benim için çok heyecanlı bir yolculuk oluyor.
23 Şubat’ta, sergi mekânında ‘İlkel Çağlardan Bugüne Maskeler’ adlı bir etkinlik olacak. Bundan söz eder misin?
Amerika’da torunlarımla vakit geçirirken, Tamara Pur’un Bodrum’da maskelerle ilgili bir etkinlik gerçekleştirdiğini duyduğumda, orada bulunamadığım için üzülmüştüm. Sergimin konusuyla da örtüştüğünden, Türkiye’ye döner dönmez kendisiyle buluştuk ve böyle bir projeye imza atmaya karar verdik. Açılıştan tam bir hafta sonra, saat 14.00’te, sergi mekânında, neyzen eşliğinde gerçekleşecek keyifli bir etkinlik olacak.