Tiyatrokare’de ‘Süper İyi Günler’

“Sayılardan bütün örüntüleri çıkarıp attığınızda geriye asal sayılar kalır. Asal sayılar hayata benzer. Mantığa çok uygundurlar fakat bütün ömrünüzü bu konuyu düşünmeye adasanız bile prensiplerini bir türlü çözemezsiniz.” Christopher

Erdoğan MİTRANİ Sanat
13 Şubat 2019 Çarşamba

1962 doğumlu İngiliz yazar Mark Haddon’un ‘The Curious Incident of the Dog in the Night-Time’ adlı romanı (2003) ona büyük ün sağlamış, 32 ülkede 15 farklı dilde yayınlanarak kült bir ‘bestseller’e dönüşmüş. Simon Stephens’ın, romana sadakatle bağlı, başarılı tiyatro uyarlaması, Broadway ve Londra sahnelerinde oynanmış, Tony ve Oliver başta olmak üzere, çok sayıda ödül kazanmış.

Tiyatrokare, 27. yılına bu oyunu farklı ve müthiş etkileyici bir görsellikle sahneleyerek giriyor. Asperger sendromlu başkişisinin algı dünyasını, görsel tasarımını Tufan Dağtekin’in gerçekleştirdiği, fonda yarım daire oluşturan 80 metrekarelik LED ekran gurubu üzerindeki üç boyutlu animasyonlarla veriyor. İzlenceye benzersiz bir görsellik ve derinlik katan bu dekorun kurulması 36 saat sürdüğünden, çok pahalıya mal olması dışında, ek mekân kirası gibi ilâve maliyeti de var.

Ancak Nedim Saban’ın iki yıldır üzerinde çalıştığı prodüksiyon, “oyunculuk, koreografi ve teknolojiyi harmanlayarak üç boyutlu animasyonlar eşliğinde özel bir dekor içerinde sahnelenen” görselliği fazlasıyla aşan, önemli bir tiyatro olayı.

Robert Lisesi ve New York Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu 1967 doğumlu Nedim Saban,  aynı üniversitede sinema ve televizyon eğitimi de aldı. Bitirme teziyle dokuz yüz elli rejisör arasından üç kişiye verilen ‘New York Theatre Workshop Reji Bursu’nu kazandı. Türkiye’ye döndüğünde Tiyatrokare`yi kuran, çok sayıda oyun yöneten, tiyatro, sinema ve televizyonda oynayan Saban, misafir yönetmenlik ve oyunculuk, televizyon programlarında sunuculuk, Türkiye’nin ilk interaktif talk-show programında sunuculuk ve yapımcılık yaptı. Televizyon, gazete, blog yazarlığını da unutmayalım.

Nedim Saban, Simon Stephens’ın oyununu dilimize büyük başarıyla aktarmış. Çeviri deyip geçmeyin; “Fransızca ve İngilizceyi çok iyi bilen Saban için metni Türkçede yeniden oluşturmak zor olmamalı” da demeyin. Metni İngilizceden Türkçeye değil, Türkçe bilen bir Asperger sendromlunun diline çevirmek müthiş zor iş. İki hafta önce Şalom’da yayınlanan söyleşisine bir göz atıp olayın ayrıntılarına mutlaka girin derim. Özgün İngilizce adındaki Sherlock Holmes kitaplarına göndermenin seyircimize yabancı geleceği düşünülerek, ‘Süper İyi Günler’ olarak isimlendirilmesi de iyi fikir.

Sanatçı’nın ‘emekli’ olmasını kabullenmeyen Nedim Saban, Türk Tiyatrosunu yaratanlara saygısı ve sevgisiyle, 27 yıl önce Macide Tanır’la başlayıp günümüzde Celile Toyon’a uzanan çizgide, tiyatro aşklarının, aldıkları yaşlara rağmen ruhlarını ve bedenlerini genç tutuğu çok sayıda deneyimli oyuncuya bir ikinci gençlik fırsatı yaratıyor. Çevirisinde küçük bir farklılıkla, mahallenin dedikoducu komşusunu çok sevdiği babaannesinin kişiliğiyle renklendirmiş ve Celile Toyon için nefis bir karakter yaratmış.

‘Süper iyi Günler’, annesi (Ayça Erturan) iki yıl önce öldüğünden beri babasıyla (Korel Cezayirli) Londra yakınlarındaki Wiltshire kasabasında yaşayan, 16 yaşındaki Christopher Boone’un (Emir Özden) komşularının köpeğini ölü bulmasıyla başlar.

Kendisini “davranış bozuklukları olan bir matematikçi” olarak tanımlayan bu yeniyetmenin komşu kadının çağırdığı polisle tartışmasında, dokunulmaya tahammül edemediği, insanların gözünün içine bakamadığı, dünyayı sıradan insanlar gibi algılamadığı ortaya çıkar. 7057’ye kadar tüm asal sayıları, dünyanın tüm başkentlerini ezbere bilen Christopher otistiktir. Daha doğrusu, sosyal, iletişimsel ve algısal becerilerin gelişiminde farklılık olarak tanımlanan, otizmin bir türü olarak kabul edilen Asperger Sendromlu, “yüksek fonksiyonlu otistik”tir.

Sherlock Holmes hayranı Christopher, babasının engellemesine karşın ‘köpek cinayeti’ni matematiksel zekâsını kullanarak çözmeye karar vererek çabalarını, onun ağzından öğretmeni Siobhan’ın (Didem İnselel) okuduğu günceye aktarmaya başlar. Araştırmaları sırasında hayatıyla ilgili çok önemli bilgilere ulaşan Christopher’ın macerasını benzersiz kılan öğe, öykünün metaforları anlayamayan, yalan söylemeyen, ‘komik’, ‘üzücü’, ‘etkileyici’ gibi nitelemeleri kavrayamayan, hayal kurmayı korkutucu bulman kahramanının bakış açısından anlatılması.

Nedim Saban’ın parlak sahnelemesi, dört ana karakterin doğal oyunculuklarıyla, İbrahim Can SayanŞebnem Şeviktürk, Onur Kırat, Uğur Can Arıkan, Cem ArslanSevcan Aydın ve Beste Koçak’tan oluşan, tüm yan kişilikleri canlandıran koronun, performatif ve koreografik yorumunun karşı karşıya getirerek, az olaylı çok konuşmalı metne müthiş bir devinim ve hareketlilik sağlıyor. Metni iyice özümsemiş ekibin toplu oyunculuğu çok başarılı ama, ara dâhil iki buçuk saat süren oyunun su gibi akmasını sağlayan en önemli etken, oyun boyunca hiç sahneden çıkmayan Emir Özden’in olağanüstü performansı. 22 yaşındaki bu gencecik oyuncunun nefes kesici yorumu anlatılır gibi değil. O kadar inandırıcı ki, oyun sonrası, ailesinde ya da yakın çevresinde Asperger’li birilerinin olup olmadığını sorma gereğini duydum. Yokmuş; karakterini Nedim Saban’ın yönlendirmesi ve otizmli bireylere eğitim veren kurumlardaki gözlemleriyle oluşturmuş.

Hem Tiyatrokare’nin 27 yıllık yolculuğunun en başarılı son durağını gözlemlemek, hem de tiyatro yolculuğunda çok önemli işler başaracak değerli bir genç oyuncuyu kariyerinin başlarında keşfetmek için, mutlaka, belki de birkaç kez izlenmeli.

16, 17 ve 18 Şubat artısahne Mecidiyeköy, 14 Mart KKM Gazanfer Özcan, 09 Nisan CKM’de ve sezon boyunca sahnelerimizde.

***

Myart Prodüksiyon’dan bir Sâdık Hidâyet uyarlaması ‘Kör Baykuş’

“Hep bir servi çiziyordum. Dibinde ihtiyar, kambur bir adam bağdaş kurmuş oturuyor, bir Hind fakirine benziyordu. Bir abaya sarınmış, başına bir şal bağlamıştı. Sol elinin işaret parmağını bir hayret ifadesiyle dudaklarına götürmüştü. Karşısında uzun, siyah entarili bir genç kız hafif eğilmiş, ona bir gündüzsefası uzatıyordu. Ve bir dere akıyordu ikisinin arasından…”

Modern İran öykücülüğünün kurucularından Sâdık Hidâyet, 1903’te Tahran’da üst sınıftan bir ailede doğmuş, kentteki Fransız Lisesi’nde başladığı eğitimini sürdürmek amacıyla 1925’te Avrupa’ya gitmiş. Fransa ve Belçika’da geçirdiği dört yılın ardından İran’a dönmüş. 1936’da Hindistan’da Budizm’i incelemiş, Sanskritçe öğrenerek Buda’nın bazı yazılarını Farsçaya çevirmiş. Batı Edebiyatını, İran tarihini ve folklorunu etüt eden, ülkesinin folklorunu dünyaya tanıtan, Modern İran Edebiyatı’nda Pehlevice dilini araştırıp öğreten, bu edebiyatı Dünya Edebiyatı’nın parçası haline getiren Hidâyet, ilk hikâyelerini Paris’te yazmış; çok sayıda hikâye, kısa roman, iki tarihi dram, bir oyun, bir seyahatname ile bir dizi yergili komedi ve taslak kaleme almış. Monarşiyle dini elitleri İran halkının cahil ve ‘kör’ kalmasının en önemli etkenleri olarak görerek bu iki sınıfa yönelttiği yoğun eleştiriler ülkesinin tüm yönetimlerince dışlanmasına sebep olmuş. Halen de, İran İslam Devrimi tarafından tüm eserleri yasaklanmıştır.

Hem Doğu ve hem Batı kültürleriyle yoğrulan Hidâyet, belki de çift kültürlülüğü sebebiyle kendisini hiçbir yere konuşlandıramamış, çevresi ve çağdaşlarıyla yabancılaşmış, ayrımcılık ve baskı sonucunda yaşanabilecek melankoli, umutsuzluk ve ölüm halinden sık sık söz etmiştir.

İlk öykülerinden ‘Diri Gömülen’den (1929) itibaren, ölüm ve intihar Sâdık Hidâyet’in belleğinin bir köşesinde yer edinmiş, 25 yaşındayken Marne Nehrine atlayarak kendini öldürmeyi denemiş, 23 sene sonra Paris’te, tıraş olup tertemiz giyindikten sonra, oksijen girebilecek her türlü deliği kapatıp gazı sonuna kadar açarak intihar etmiştir.

1937’de  yayımlanan en tanınmış eseri ‘Bûf-i Kûr / Kör Baykuş’, yazarın kendisi gibi bunalımda, afyona ve şaraba düşkün bir anlatıcının ağzından, güzelliği, saflığı arayan bir adamın, onu güzel bir kadın cisminde bulduğu yanılsamasına düşerek, eriyip tükenişini anlatır. Hayyam’dan, Firdevsi’den, Sadî’den, Binbir Gece Masalları’ndan ve de Kafka’dan ilham alan bu kısa roman, insanın binyıllardır cevabını aradığı sorulara ulaşma çabasının ve varoluşunun senfonisidir.

Türkçeye Behçet Necatigil tarafından kazandırılan ‘Kör Baykuş’un mekândan, zamandan ve çoğu kez-olaylardan kopuk, var ile yok arasındaki gelgitli aşk hikâyesi, Myart Prodüksiyon’un sahnelemesinde yönetmen yardımcılığını da üstlenen Onur Erbilen tarafından, özgün metne sadık kalarak başarıyla tiyatroya aktarıldı.

Oyunu kitabından bile etkileyici kılan, Işıl Kasapoğlu’nun dâhiyane yorumuyla Sermet Yeşil’in her türlü övgünün üstündeki oyunculuğu. Kasapoğlu, nesneleri, kâğıtları, kumaşları, gölgeleri ve kuklaları oyuncu gibi kullanarak tek kişilik oyunu kalabalık bir kadroyla var ediyor. Girişteki nefis gölge oyunu ve gözünüzün içine bakan, Sermet’in müthiş senkronizasyonuyla konuşurmuş gibi devinebilen, kadınlar hariç hepsi ana karakterin birer çeşitlemesi olan Ayten Öğütçü’nün çağcıl teknoloji harikası boy boy kuklalarıyla, geleneksel ve modern sahnelemeleri harmanlayarak Hidâyet’in Doğu-Batı ikileminin altını bir kez daha çiziyor.

Dekoru da tasarlayan Hakan Dündar’ın zaman dışı kostümünü kuşanan Sermet Yeşil, tiyatro dersi niteliğindeki kusursuz performansını, dört dörtlük bir kuklacılıkla pekiştiriyor.

Olağanüstü bir romanın büyük başarıyla tiyatroya aktarıldığı benzersiz bir deneyim. İzlenmesi şart. 14 Şubat ENKA İbrahim Betil Oditoryumu ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde.

Hepinize iyi seyirler dilerim.