• Tel Aviv Üniversitesi, Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezinden Türkiye uzmanı Dr. Hay Eytan Cohen Yanarocak ise, söz konusu dizinin şiddet veya cinsellik içermemesinin İsrail’deki tüm yaş gruplarına hitap etmesini sağladığını düşünüyor. Euronews Türkçe’ye konuşan Cohen-Yanarocak, İsraillilerin birçoğunun daha önceden Türkiye´de bir şekilde gerek turizm gerekse de iş sebebiyle bulunmuş olmasından dolayı, o günlere özlem duyduklarını belirtiyor.“Türkiye´ye ve kültürüne, diline açılan bir pencere olarak modernite ile geleneğin iç içe geçtiği bir hayatı gözlemleme şansı edinmelerinin kendilerini bu diziye yakınlaştırdığını düşünüyorum,” diye ekliyor. MENEKŞE TOKYAY - Euronews
Çanakkale Cuma Pazarı ve çarşı alışverişlerimiz, çocukluğumun en güzel anılarındandır...
Dedemin aldığı, ağzımı kıpkırmızı boyayan horoz şekeri, Sabetay’ın fırınından aldığımız beyaz pamuk iplikle bağlanmış 5-6 Çanakkale simidi hâlâ gözlerimin önündedir.
Tahtadan yapılmış küçücük zarif tabelaları vardı dükkânların. Kumaşçı Avram, Doktor Moiz, David Kohen, Kuyumcu Alber... Tabelalardaki isimleri hâlâ hatırlarım. Çarşının büyük kısmını Yahudi esnaf oluştururdu. Havraları ve yaşadıkları mahalle de çarşının çok yakınındaydı.
İzmir’e taşındıktan sonra dedemin yerini babam, Çanakkale çarşısının yerini de Kemeraltı aldı. Ben yetişememiştim ama İzmir’de Mezarlıkbaşı ve çevresinde yoğun olarak yaşadıkları 1950’lere kadar, çarşısıyla, havralarıyla ve hele hele alışverişin kalbi Havra Sokağı’yla aynı Çanakkale’deki gibi kendilerine özgü bir yaşam oluşturmuşlar bu bölgede bizim Yahudi dostlarımız.
O dönemin Havra Sokağı’nda tezgâhlar çoğunlukla Yahudilere aitmiş. İzmir’in her rengi orada buluşurmuş. Yahudinin, Türkün, Rumun, Ermeninin, Levantenin kaynaşma yeriymiş Havra Sokağı.
1948’de İsrail’in kuruluşunun ardından yaşanan göçler nedeniyle Havra Sokağı Yahudi esnafını kaybetti, onların yerini Türk esnaf aldı ama hareketliliğini hiç kaybetmedi.
ALTAN ALTIN
Gelecek üzerine, yeni eğilimler ve yeni duyarlılıklar üzerine yazılar yazmaktayken, Avrupa ve bilhassa Fransa, üzerinden yüz yıl bile geçmeden Nazi Almanya’sının temerküz kamplarını ve o dönemde yaşanan olayları unutmuşa benziyor. Auschwitz’ten kurtulmuş, 1974’te sağlık bakanıyken “Veil kanununu” (kürtajı serbest bırakan yasa) çıkarmış ve bu sebepten “kadınların dışlanmalarına” karşı mücadelede, kadınların ikonu haline gelmiş olan Fransız Simone Veil’in portrelerinin üzerine konulan Nazi Swastika işaretinden ve 2006’da kaçırılıp, işkence edilerek öldürülen (katiller savunmalarında “Yahudi ya zengindir” demişlerdi) bir telefon mağazasında çalışan genç delikanlı Yahudi İlan Halimi’nin anısına dikilen ağaçların yerlerinden sökülmesinden sonra, Fransa başka bir anti-semit skandalı daha yaşamakta.
Anti-semitik eylemlerin yüzde yetmiş dört artış gösterdiği Fransa’da 2018 yılında, “Sarı Yelekliler” hareketi üçüncü ayını tamamlamaktayken, geçtiğimiz cumartesi günü, herkesi sarsan bir vaka gerçekleşti. 69 yaşındaki Fransız filozof Alain Finkielkraut’a, karısıyla Paris’te 14. Mahalledeki evine girmek üzereyken yapılan sözlü saldırılar (“Pis Yahudi... Defol git sokaklardan... Siyonist boku(...) Fransa bizimdir... Kindarsın öleceksin”...vb) Fransa’yı ayağa kaldırmakta. Kendisine edilen küfürler anti-semitizm içerik taşımakta ve Fransız siyasi partilerini ortak bir şekilde birleştirmekte. Anti-Siyonizm ile anti-semitizm birbirine girmiş, cahilce ırkçı söylemler ağızdan ağıza dolaşmaya başlamış durumda. Halkın bazı kesimleri arasında, Siyonizm ile Semitizm arasındaki farkı kale almayan bir söylem kabul edilemez bir şekilde yer edinmekte. Bugün bazıları Filozof Alain Badiou’nun, Finkielkraut eleştirisini sosyal medyaya koymuş olduklarını gördüm; ancak bu eleştiri geçen cumartesinin değil 2016 da yazılan bir eleştiridir ve bu nedenden dolayı da bağlam dışı durmaktadır. İki entelektüel arasındaki faklı bakış ile ilişkilidir.
Yakın zamanda ünlü aktör Bruno Ganz’ın ölümü sonrasında Fransız televizyonlarında gösterilen Düşüş (Hitler’in Düşüşü) adlı, aktörün Hitler rolünü oynadığı filmde, Hitler’in son günleri gösterilmektedir. Ve tarihten ders almayan bir gençliğin (SS, Nazi gençleri) hala var olmasını izlememize, nefret söylemi içeren bir ideolojinin arkasındaki söylemi izlememize rağmen, bugün hala, ne kadar hastalıklı ve çirkin bir ideolojinin mevcut olmaya devam edebildiğini takip etmekteyiz: Nazi ve Neo-Nazi ideolojisinin Sarı Yelekliler arasındaki bazı gruplar arasında önemli bir yer bulması sadece Fransa’nın değil, Avrupa’nın ve dolayısıyla dünyanın önemli bir sorununu gündemimize taşımakta.
Ali Akay
https://t24.com.tr/yazarlar/ali-akay/nereden-nereye,21750
Anne dizisi, üç çocuk sahibi olması sebebiyle ilgisini çekmiş. Ardından, sosyal medyada gördüğü reklamlar onu diğer Türk dizilerine yönlendirmiş. İsrail’de İstanbullu Gelin dizisini takip edenlerin oluşturduğu Facebook grubunun 70 binin üzerinde takipçisi var.
Euronews Türkçe’ye konuşan Meged, “Bu dizilerde görüp kendime yakın hissettiğim, aile kavramının çok öne çıkıyor olması. Bunun dışında özellikle İstanbullu Gelin dizisindeki ve genel olarak dizilerde kullanılan fon müziklerini dinlemeyi çok seviyorum. Beni çok heyecanlandırıyorlar,” diye ifade ediyor duygularını.
Meged’e göre, Türk dizilerinin İsrail’de gösteriliyor oluşu iki toplumun kültürü arasındaki benzerliklerin anımsanması açısından bir fırsat.
“Öncelikle aile kavramı, büyüklerimize karşı duyduğumuz saygı ve onlara gösterdiğimiz özen ve ihtimam bana çok tanıdık geliyor. Bunun haricinde geniş aile sofraları, nişan ve kına gecesi törenleri de çok tanıdık ve ortak öğeler içeriyor,” diyor Meged.
Eşleri tarafından dizinin ana karakterlerinden anlayışlı, karizmatik ve romantik Faruk ile kıyaslanan İsrailli kocalardan birinin sitem dolu videosu da dizi kadar olmasa da izlenme rekorları kırıyor.
Dori Media Ot firması bünyesinde Türk dizilerine altyazı çevirileri yapan ekibin üyesi Soni Kohen Yanarocak, bugüne kadar 16 Türk dizisinin çevirisinde görev aldı. Bunlar arasında Fatmagül’ün Suçu Ne, İstanbullu Gelin, Anne, Kadın gibi ailesinin de yakından takip ettiği birçok çarpıcı dizi yer alıyor.
Yanarocak’a göre, İsrailli izleyici, kendisine çok yakın gördüğü sıkı aile bağları ve kalabalık bayram sofraları kıvamındaki aile sahnelerini çok seviyor.
“Bu sahnelerde kendinden çok şeyler buluyor çünkü. Özellikle de son on yıl öncesine kadar her fırsatta ziyaret ettikleri Türkiye’nin büyüleyici manzaraları, konak ve yalıları ise özledikleri güzel Türkiye’yi evlerine getiriyor,” diye ekliyor.
Kendisi de bu dizinin müptelalarından.
Öyle ki, dizinin Türkiye’de yayınlanan üçüncü sezonu henüz İsrail’de tercüme edilmeye başlanmadıysa da, Cuma akşamları Türkiye’de yayınlanan dizinin yeni bölümünü en geç Cumartesi akşamı izlemeden gözünü uyku tutmuyor. Kendi tabiriyle, “İsrailli izleyici sevdi mi tam sever.”
Yanarocak, dizilerin kültürel bağları güçlendirdiğine, halklar arası etkileşimlerin müzikle, sanatla, dansla, sinema ile pekiştiğine dikkat çekiyor.
“Gönül ister ki İstanbullu Gelin ve diğer tüm Türk dizileri İsrail halkında ezelden beri süregelen Türk ve Türkiye hayranlığını daha da pekiştirsin, ve yine gönül ister ki bu köprü tek şeritli olmasın, Türk halkı da İsrailliyi, müziğiyle, sanatıyla, sinemasıyla ve gerekse İsrail’de ziyaret ederek yakından tanısın ve sevsin,” diye ekliyor.
İsrail’de Kablolu TV istatistiklerine bakılırsa, ‘İstanbullu Gelin’ dizisinin bölümleri, 1 milyondan fazla kez izlenmiş.
Dizinin başrol oyuncularından Aslı Enver ve Özcan Deniz ikilisinin 6-7 Nisan’da Tel Aviv kentinde verecekleri konser biletleri ise (yaklaşık 30 bin adet) birkaç saat içerisinde tükenmiş.
Tel Aviv Üniversitesi, Moşe Dayan Ortadoğu ve Afrika Araştırmaları Merkezi’nden Türkiye uzmanı Dr. Hay Eytan Cohen Yanarocak ise, söz konusu dizinin şiddet veya cinsellik içermemesinin İsrail’deki tüm yaş gruplarına hitap etmesini sağladığını düşünüyor.
Euronews Türkçe’ye konuşan Cohen-Yanarocak, İsraillilerin bir çoğunun daha önceden Türkiye'de bir şekilde gerek turizm gerekse de iş sebebiyle bulunmuş olmasından dolayı, o günlere özlem duyduklarını belirtiyor.
“Türkiye'ye ve kültürüne, diline açılan bir pencere olarak modernite ile geleneğin iç içe geçtiği bir hayatı gözlemleme şansı edinmelerinin kendilerini bu diziye yakınlaştırdığını düşünüyorum,” diye ekliyor.
Ancak, uzmanlara göre bu olumlu işleyen süreçte Türkiye’deki İsrail algısının üzerinde de çalışılması gerekiyor.
“Halkların birbirlerini daha iyi tanıması için elitlerden ziyade toplumların tabanına hitap edecek organizasyonların düzenlenmesi gerekiyor. Sivil toplum kuruluşlarının yanı sıra devletlerin de bu konuda desteği şart,” diyor Tel Aviv Üniversitesi’nden Cohen-Yanarocak.
İstanbul Üniversitesi’nden antropolog Doç. Dr. Mehtap Demir’e göre; İsrail, Doğu Avrupa kökenli Sefarad Aşkenazi ve Doğulu Yahudilerin Mizrahit kökeninin oluşturduğu farklı kültürel kökenlerden gelen sosyolojik bir yapıya sahip.
“Son zamanlarda Türk yapımı dizilerin sevilmesi bana 1980’li yıllarda video kasetler aracılığı ile İsrailliler arasında yaygınlaşan Türk filmleri ve arabesk müzik etkisini hatırlattı. İsrail’in Akdenizlilik ekseninde bir kültür politikası çizdiğini söylemek mümkün,” diyor Demir.
Demir, ayrıca, gerek aile ilişkileri gerekse dini ve seküler geleneklere bağlılığı önemseyen ne çok “batılı” ne de çok “Orta Doğulu” bir yörüngede olan Türk dizilerinin İsrail halkında moda, müzik, makyaj gibi farklı boyutlarıyla da örnek olduğunu düşünüyor.
2014 yılında İsrail’de Muhteşem Yüzyıl dizisi de izlenme rekorları kırmıştı. Kanuni Sultan Süleyman dönemini konu alan dizinin kostümleri, hikaye örgüsü, başarılı oyunculuğu ve entrikalar İsrail halkının ilgisini çekmeyi başarmış, hatta teknik bir arızadan dolayı dizinin bir bölümü yayınlanmadığında kanal telefon yağmuruna tutulmuştu.
MENEKŞE TOKYAY
https://tr.euronews.com/2019/02/21/turk-dizileri-israil-de-turkiye-nin-kultur-elcisi-olur-mu
Varşova Toplantısı’nın en göze çarpıcı sonucu ise ABD ile Avrupa Birliği’nin güçlü ülkeleri arasındaki (İran ve Orta Doğu konusunda) görüş ayrılıklarının bir kere daha açık bir şekilde gözler önüne serilmesiydi. Almanya ve Fransa Varşova Toplantısı’na bakan düzeyinde katılmadı. AB’nin Dış ilişkilerden sorumlu komiseri Federica Mogherini de Varşova’da yoktu. ABD’nin son anda İran’a odaklanan toplantının kapsamını “tüm Orta Doğu sorunlarını” içine alacak şekilde genişletmesi de fazla işe yaramadı. ABD’nin (geleneksel müttefik ve ortağı) İngiltere bile Dışişleri Bakanı’nı sadece Yemen’le ilgili bir panele katılmak üzere Varşova’ya gönderdi ve İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt (Pompeo, Netanyahu ve Cubeyr’in aksine) Varşova’ya “görünür” olmaktan dikkatle kaçındı.
Vaşington’un, İsrail-Körfez Arap ülkeleri işbirliğini İran karşıtlığı temelinde genişletmek için düzenlediği bu toplantının yeri olarak AB üyesi bir ülkenin (Polonya’nın) başkentini seçmesi de dikkat çekti, Trump Yönetimi’nin AB karşıtı politikalarının bir devamı ve AB’yi bölme girişimi olarak nitelendirildi. Varşova Toplantısı sonrasında Trump Yönetimi ile AB’nin (Almanya ve Fransa’nın) İran politikaları arasındaki farklılıklar, Filistin sorununun çözümüne farklı yaklaşımları daha açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu.
Vaşington’un Berlin ve Paris’in İran’a yaklaşımlarından bir süreden beri rahatsız olduğu zaten biliniyordu. Trump Yönetimi’nin Almanya ve Fransa’nın İran’la ticareti devam ettirebilmek için “özel amaçlı bir ticaret mekanizması (INSTEX)” oluşturmasından ciddi rahatsızlık duyduğu açık. Vaşington’un AB’nin İran’la dolar dışında ticareti sürdürmek için kurduğu bu mekanizmanın (sonraki aşamalarda) genişlemesinden, Trump Yönetimi’nin Tahran’ı izole etmek ve cezalandırmak amacıyla uygulamaya koyduğu yaptırımların etkisini kaybetmesinden çekindiği görülüyor.
İran’la ilgili olarak ABD ile AB’nin önde gelen ülkeleri arasındaki görüş ayrılıklarının ve farklı uygulamaların önümüzdeki dönemde artarak devam edeceğini tahmin etmek zor değil. Bunun işaretleri Varşova Toplantısı’ndan sonra (her yıl geleneksel olarak yapılan) Münih Güvenlik Konferansı’nda da izlendi. Konferansa katılan ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas (İran konusunda) birbirinden çok farklı yaklaşımları Münih’te savunmaya devam ettiler.
OĞUZ ÇELİKKOL
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/oguz-celikkol/soci-zirvesi-varsova-toplantisi-41121484
CRIF yemeği, Fransa'da pek çok Fransız siyasi şahsiyetinin davet edildiği Yahudi Kurumları Temsilcisi Konseyi tarafından düzenlenen yıllık bir akşam yemeğidir. Medya ve eğlence dünyasından çeşitli kişilikleri de davet edilir.
Bu yıl Otuz Dördüncüsü düzenlenen yemeğin misafirleri arasında her yıl olduğu gibi Cumhurbaşkanı da davetliydi ve yine her yıl olduğu gibi katılacaktı.
Yahudi Kurumları Temsilcisi Konseyin Yemeğinden daha iyi ve doğal bir fırsat düşünülemez idi Emmanuel Macron’un “İkinci Dünya Savaşı'ndan beri muhtemelen benzeri görülmemiş bir anti-Semitizm yeniden doğuşu” olarak ifade ettiği konuyla ilgili. Tabi ki kınama ve açıklamalar yeterli görülmeyecek ve somut önlemler istenecekti kendisinden. Tahmin edeceğiniz gibi beklentiler boşa çıkmadı.
Anti-Semitizm‘in tanımını referans metinlerinde Siyonizm karşıtlığını içerecek bir biçimde genişletmeyi amaçladığını belirtti. Kısaca İsrail’in meşruiyetini ve politikalarını eleştirmek Antisemitizm suçu sayılarak cezai müeyyideye tabi tutulacak.
Bu açıklamanın gelir gelmez tartışmaların bıçak gibi kesildiğini söylemeye gerek var mıdır bilmiyoruz.
Normal şartlarda özellikle “düşünce özgürlüğü” kavramını zedeleyeceğini öne sürerek toplumun önemli kısmı Anti Siyonizm’in ile Anti Semitizm‘in aynı değerlendirilmesine büyük tepki gösterirdi.
Fakat medya üzerinden yürütülen bu operasyon sayesinde ve koparılan kızılca kıyamet yüzünden kimseden en ufak itiraz gelmedi, gelemedi.
“Yahudi olmak, Yahudi bir anne veya Yahudi bir babaya sahip olmak değil, Yahudi çocuk sahibi olmak demektir.” Bu Yahudi atasözünü şöylede okuyabiliriz:
Yahudi Devleti olmak için Yahudi bir halka sahip olmak gerekmiyor, Yahudi Aydınlara sahip olmak yeter.
KÖKSAL ÇİFTÇİ
Son yıllarda başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde Yahudi düşmanlığı artıyor. Geçtiğimiz yıl, çok sayıda Yahudi Fransa’yı terk etti. Gelişmeler üzerine Fransa ve AB’de bazı çalışmalar yapıldı ve AB’nin yayınladığı rapor, Avrupa’da en fazla Yahudi’nin yaşadığı Fransa’da en fazla saldırı ve tacizin olduğunu ortaya koydu.
Kendisini güvende hissetmeyen Yahudilerin oranı yükselirken, saldırılar da giderek artıyor. Yahudilerin dükkanlarına, evlerine fiziksel saldırılar yapılıyor, mezar taşlarına gamalı haçlar çiziliyor, sosyal medya üzerinden kişilere yönelik aşağılayıcı saldırıların da dozu yükseliyor.
Geçtiğimiz hafta yaşanan olaylar ise, tabir yerindeyse bardağın taşmasına yol açtı. Sarı Yeleklilerin gösterileri sırasında tanınmış bir Fransız düşünüre sadece Yahudi olduğu için bir saldırı yapıldı. Üst üste yaşanan bu gelişmeler sonunda halk sokaklara döküldü. Aşırı sağcı ve ırkçı parti Front National dışındaki tüm partiler, sendikalar ve sivil toplum kuruluşları Yahudi düşmanlığını kınayan protesto gösterilerine katıldılar. Bu arada belirtelim, Fransa’daki Müslüman Kuruluşları protestoların ön saflarında yer aldılar.
Yaklaşık 80 yıl önce yaşananların bugün yeniden gündeme gelmesi, hem utanç verici hem de insanlığın öğrenme güçlüğü içinde olduğunun kanıtı.
BERİL DEDEOĞLU
http://www.star.com.tr/yazar/fransada-yahudi-dusmanligi-yazi-1435675/
Antisemit rüzgârların estiği Romanya’da soykırım henüz başlamış değil. Bu sayede yolculuk izni, bizzat faşist lider Ion Antonescu’dan alınıyor.
Geminin İstanbul’a gelişinden itibaren ilk 3 gün, Britanyalı yetkililerle pazarlıklar yapılıyor. Filistin’deki huzursuzlukları bahane eden İngiliz yetkililer, kitlesel Yahudi göçlerine karşı oldukları gerekçesi ile Refik Saydam hükümetine geminin yolculuğuna devam etmemesi yönünde baskı yapıyor.
Türkiye, yolcuların karaya çıkmasını yasaklıyor. Haftalar süren görüşmeler sonunda, Britanya, süresi geçmiş de olsa Filistin vizesi olan birkaç yolcunun gidişine izin veriyor.
Dönemin Başbakanı Recep Peker’in CHP’nin örgütlenme yönteminde Nazi modelinden esinlenmesi antipati ile baktırıyor Struma’ya... Struma’nın İstanbul’da olduğu günlerde Alman yanlısı yayın yapmakta olan Cumhuriyet gazetesinde Cemal Nadir imzasıyla yer alan bir karikatür ise başlı başına utanç vesilesi: (İstanbul sahilinde iki sandal... Sandallarda birer balıkçı... Biri diğerine soruyor: ‘Bu pis koku da nereden geliyor?’ ‘Tabii ki Struma’dan...’ diye cevap veriyor diğeri... ‘Yanından geçmiş olmalısın. İçinde bir sürü Yahudi var da!..”)
23 Şubat 1942 tarihinde Türkiye ve Britanya arasındaki görüşmeler çıkmaza girince, Türk yetkililer gemiye çıkıyor.
Struma için son hüküm, 23 Şubat gününün öğle saatlerinde uygulamaya konuluyor. Büyük bir Türk römorkörü gemiye yanaşıyor. Askeri römorkörün adı Alemdar. Ve Struma’yı zincirle Boğaziçi üzerinden Karadeniz’e çektiriyorlar.
24 Şubat 1942 tarihinde Sovyet Denizaltısı ShCh-213 (Scuka), Struma’yı torpilleyerek batırıyor.
Gemi, büyük bir patlama sonrasında sulara gömülüyor. 100’den fazlası çocuk ve genç olmak üzere yolcular can veriyor.
Kazadan, enkaz parçaları üzerine tırmanarak sağ kalmayı başaran tek yolcu, 19 yaşındaki David Stoliar, 24 saat sonra sahilden gönderilen bir Türk botu tarafından kurtarılıyor.
HALİT KAKINÇ
https://odatv.com/sahi-valilik-neden-beni-cagirmiyor-20021925.html
Geçen cumartesi, Birinci Sefer sokağı yine kameraların, ama bu kez mobese ve mobil telefon kameralarının odağındaydı.
Filozof Alain Finkielkraut sokaktaki evine dönüyor, Sarı Yelekliler artık geleneksel hale gelen cumartesi yürüyüşlerini yapıyorlardı.
Birinci Sefer’in köşesinde yolları kesişti.
Sarı Yelekliler, televizyonlara epeyce çıkan filozofu hemen tanıdılar.
Küfürler yağmaya başladı: “Defol pis siyonist!”, “Halk senin cezanı kesecek!”, “Savunduğun İsrail’e git!”, “Fransa senin değil, bizim!”, “Sen bir faşistsin, öleceksin ve cehenneme gideceksin!”
Polis araya girdi, filozofu uzaklaştırdılar. Sarı Yelekliler yollarına devam etti. Ama görüntüler yayımlanınca, Fransa ayağa kalktı.
Polis, filozofa faşist deyip ölüm ve cehennem vaat eden kişiyi, daha önce “İslamcı” diye fişlediği için kolayca saptadı. Sözleri “alenen iftira ve tehdit” kapsamında suç sayıldığından hakkında ceza davası açılacak.
Ama daha önemlisi, Alain Finkielkraut’a yapılan sözlü saldırının hemen ardından düzenlenen ırkçılığa karşı “Cumhuriyetçi” gösteriydi. Geçen salı akşamı, on dört siyasal kuruluşun çağrısıyla binlerce kişi Paris’in Cumhuriyet adını taşıyan büyük meydanı La Republique’te toplandı. Son zamanlarda yükselen Yahudi düşmanlığının protesto edildiği mitingde, Fransız bayrakları dalgalandı ve Arap asıllı şarkıcı Abd Al Malik’in seslendirdiği ulusal marş La Marseillaise’e eşlik edildi.
Eski Cumhurbaşkanları Sarkozy ve Hollande mitinge katılırken, katılımı istenmeyen Ulusal Cephe partisi lideri Marine Le Pen; hem filozof Alain Finkielkraut’a bir dayanışma mektubu gönderdi, hem de Paris’in Bagneux banliyösünde 2006 yılında işkence yapılarak öldürülen genç Yahudi “yurttaş” İlan Halimi’nin anısına bir toplantı düzenledi.
Aynı akşam, ülkenin bütün kentlerinde, özelinde Yahudi düşmanlığı, genelinde ırkçılığa karşı eşzamanlı gösteriler yapıldı.
MİNE G.KIRIKKANAT
http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1263374/Sari_Yeleklilerin__Birinci_Sefer__bozgunu.html
Yani şöyle üstünkörü bir “tadat”tan sonra, Orta Doğu’ya önem veren AKP iktidarının da, bu bölgede var olan ilişkileri ve Türkiye’nin bu bölgede bulunanlarla ilişkilerini pek fazla değiştirmediğini görüyoruz. Bunun hükümetin “yanlış” politikalarından kaynaklandığını söyleyemem. Şüphesiz, ayrıntılar hakkında çok şey söylenebilir ve dış politikada ayrıntı çok önemlidir. Ama burada iktidarın Esad gibi birine dostluk göstermesini ya da Kaşıkçı olayını geçiştirmesini bekleyemezdik. Orta Doğu’nun kendisinin olan biten her şeyi olumsuza götürmekte üstün bir yeteneği var.
Bu arada İsrail’i unutmayalım. İyiyken kötüye giden ilişkilerin başında İsrail’i sayabiliriz.
Gene aynı şeyi söyleyeceğim. İsrail politikalarına olumlu gözle bakmak ne zamandır mümkün olmaktan çıktı. Ancak bu sorunun tarihi uzantıları son drece karmaşık ve bu eleştiriden yola çıkıp galiz bir “anti-semitizm” noktasına gelmeye hazır çok kişi var. Buna dikkat etmek çok önemli.
MURAT BELGE
https://t24.com.tr/yazarlar/murat-belge/turkiye-ve-orta-dogu,21796
http://www.avlaremoz.com/2019/02/25/kohen-hemsireler-kitap-evi-yuz-yildir-ayakta/
Kohen-Yanarocak family, Istanbul, 1989
Second night of Roshashana 1989 at Depas home-Izmir.
Roshashana at Chicurel home-Izmir, 1989
https://www.youtube.com/channel/UCaFDI3QZ96qmi8U4Eo9AnCA
Takılan tweetler
mahir ünsal eriş @koenagadol 21 Şub
Daha fazla
Oy, es el dia mundial de lingua maternal. Mis felisitasyones. Ladino, en el ke eskrivo estas biervas, es una de las munchas linguas de este payis i esta en perikolo. #ladino #judeoespanyol #לאדינו #ג׳ודזמו
https://twitter.com/koenagadol/status/1098578148239773697
asli aydintasbas @asliaydintasbas 21 Şub
Daha fazla
asli aydintasbas Retweetledi: Karel Valansi
Tarihin kısa ama çok şey anlatan bir sayfası. 2. Dünya Savaşı. Nazi zulmünden kaçan Musevilerin olduğu bir gemi. İngiltere vize vermiyor. Türkiye almıyor. Gemi İstanbul açıklarında. Ve nihayetinde hazin son... Tarih, hep derslerle dolu. Tarihi hiç unutmamalı, unutturmamalıyız.
https://twitter.com/asliaydintasbas/status/1098686737843449857
Kızıl Panda @kizilpandacik 22 Şub
Daha fazla
İsrail’deki İstanbullu Gelin çılgınlığına karşı, jest olarak bu akşam İstanbullu Gelin’de Türk Musevi Cemaati’nin en popüler sanatçılarından Cenk Rofe tarafından seslendirilen, sözleri Erdal Özyağcılar’a ait ‘Sonbahar ve Siz’ çaldı. Tebrikler #İstanbulluGelin
https://www.youtube.com/watch?v=xRg1zavHKDM
https://twitter.com/kizilpandacik/status/1099045592754458630
(((rivokkk))) @Rivokhay 23 Şub
Daha fazla
(((rivokkk))) Retweetledi: DW Türkçe
Konya’da jandarma operasyonunda Uzaydan geldiğine inanılan Ceylan derisine yazılmış, 2 milyon avro değerinde çip Tevrat bulundu
https://twitter.com/Rivokhay/status/1099221267864059904
Turkish_Emb_Chisinau @TCKisinevBE 20 Şub
Daha fazla
Holokost sırasında Rodos adasında görev yapan Başkonsolosumuz merhum Selahattin Ülkümen ve hayatını kurtardığı insanların hikayelerini anlatan belgesel film “The Story of Lina Amato”nun gösterimi yapılmıştır.
https://twitter.com/TCKisinevBE/status/1098205797933297664
Yunus Anıl Yılmaz @yunusanilyilmaz 20 Şub
Daha fazla
Gábor Sztehlo, büyük bir risk alıp 33 Yahudi çocuğu kendi bodrumunda saklayarak Holokost'tan kurtarmış. O çocuklardan György Oláh büyüyünce Macaristan'a Nobel Ödülü getirmiş.
https://twitter.com/yunusanilyilmaz/status/1098168437287907328
Sakaryalı#ANDIMIZ# @beynevit63 24 Şub
Daha fazla
BİR ŞARKICIYLA BİR MEMURUN HİKÂYESİ Aydın'da tren istasyonunda işçi olarak çalışan babası bir kaza sonucu vefat etti.Sonra da bir yangında evleri kül oldu. Anne çocuğunu alıp iş bulma ümidiyle İzmir'e taşındı ama nafile..