21 Haziran gecesi, Alman – Sovyet Saldırmazlık Paktı çöpe atılır. Alman orduları üç koldan Sovyet sınırını aşar… Barbarossa harekâtı başlamıştır. Hitler, modern çağın Napolyon’udur!
‘Kavgam’, Hitler’in hemen hemen her konuda niyetini açığa vurduğu ancak kaleme aldığı tarihlerde pek de ciddiye alınmayan kitabı… Topluma salınan korku ile zenginleştirilmiş güç ve ırkçılık ekseninde kendine yer bulacak sosyal, siyasi, ekonomik yapının ayak seslerini sinsice ortaya döken kitabı… Sayfalarında, Alman ırkına, Almanca konuşan halklara, sıkışık ve çok parçalı Avrupa coğrafyasında özgürce yaşayıp çoğalabilecekleri bir lebensraum – yaşam alanı oluşturmanın önemi, sık sık anlatılan kitabı…
Nasyonal Sosyalist hareketin bu hedefe ulaşmak adına odaklandığı, Sovyetler Birliği’nin, batıda Baltık kıyılarından başlayarak doğuda Kuzey Pasifik’e dek uzanan eşsiz derinliğidir. 1939 Ağustos’unda imzalanan Alman – Sovyet saldırmazlık paktına rağmen bu topraklar Hitler’in gözünde ve gönlünde hiç değer yitirmemiştir. Öte yandan, O ve bazı başka batı Avrupalı liderler için Bolşevizm her ne pahasına olursa olsun savaşılması gereken bir şeytandır. Çarlık Rusya’sında kurulu düzeni yerle bir etmiş, ülke yönetimi konusunda hiçbir bilgi ve yeteneği olmayan, ne olduğu belirsiz kadroları işbaşına getirmiştir. Böylesi devrimsel bir sistemin Avrupa’da taraftar kazanması, Sanayi Devrimi ile serpilen sermayenin ciddi sıkıntılara girmesine neden olacaktır ki bu, hiç şüphesiz en son istenecek durumdur.
İki ideolojinin savaşı
Hitler’in Rusya ile olan davası bu açılardan bakılacak olursa askeri bir içerik taşımaktan ziyade iki hasım ideolojinin amansız ve acımasız savaşı olarak gelişecektir: Birbirlerinden kesin şekilde nefret eden iki totaliter rejimin, halklarını korku üzerinden baskılayan, onlardan mutlak ve kesin itaat bekleyen, hükmettikleri savaş makinelerini olabilecek en sert şekilde kullanmaktan çekinmeyen iki canavarın kapışması olacaktır bu karşılaşma… Ressam olmayı becerememiş Avusturyalı bir onbaşı ile banka hırsızı bir Gürcü’nün arasında, milyonlarca insanın hayatına mal olacak bir kapışma…
Stalin en başından beri Hitler’in yaşam alanı meselesinden dolayı Sovyet sınırlarına yükleneceğini tahmin etmekteydi. Britanya ve Fransa’nın 1938 – 1939 yıllarında Almanya’ya direnecek politikalar üretememeleri, bu konuda Sovyetlerle birlikte hareket etmekten çekinmeleri, Stalin’i, bunların, ülkesini Nazi rejimine karşı koruyacak bir destek veremeyeceği konusunda ikna eder. Hitler’in şeytanla anlaşma olarak tanımlayacağı Saldırmazlık Paktının arkasında, Sovyetlerin uluslararası alanda izole edilmiş olması yatmaktadır esas olarak.
İmza ile başlayan süreçte taraflar doğu Avrupa’yı aralarında paylaşırken, Stalin politikasını, Almanlarla girişilmesi kesin savaşın geciktirilmesi üzerine kurar. Bir yandan Nazilerin hoşuna gidecek adımların atılması öte yandan böylesi bir savaşa tamamen hazırlıksız Kızıl Ordu’nun yapılandırılması söz konusu olacaktır.
Gelin görün ki hesapları Fransızların, Alman orduları karşısında hızlı eriyişi ve Batı Avrupa’nın tahmin edilenin ötesinde hızlı bir şekilde Nazi kontrolüne geçmesi ile altüst olur. Bu durum Stalin için korkunç bir şoktur.
1988’den 1992 yılına dek Britanya’nın Moskova nezdindeki büyükelçiliğini yapmış Rodric Braithwaite’in kaleme aldığı ‘Moscow 1941 – Moskova 1941’ başlıklı kitap o günleri en ince ayrıntısına dek irdeliyor: “Stalin’in ordusunu savaşa hazırlamakta geciktiği doğru değildir. Ordunun durumu, her defasında, konuşmalarının ana temasını oluşturur. İspanya iç savaşından, Finlandiya savaşına, Polonya’nın işgali esnasında yaşanan çatışmalara, ordunun performansı şartların iyileştirilmesi gerektiğine işaret ediyordu...”
1940 sonbaharından itibaren Sovyet Genelkurmayı olası bir Alman baskınına karşı planlar üzerinde çalışmaya başlar. Ordunun silahlandırılması, personelin eğitimi, stratejilerin oluşturulması uzun ve maliyetli bir süreci ifade edecektir. Buna bir de Eylül 1939 sonrasında işgal edilen Polonya ile Baltık ülkelerine kaydırılan orduların yerine yenilerinin oluşturulması, bu toprakların kontrolü için elverişli üslerin inşasının yükü ilave edilince, katlanılması gereken maliyetler, zaman ve para anlamında ciddi boyutlara ulaşır.
Stalin’in öngörüleri
Stalin ve generalleri, Almanya’da olup bitenleri yakından takip etmekteydi. Berlin’den Londra’ya, Tokyo’dan Washington’a ve Doğu Avrupa’ya konuşlanmış Sovyet istihbarat ağının Moskova’ya ilettiği tüm bilgiler Nazi rejiminin Sovyet sınırına askeri yığınak yaptığı şeklindeydi. Alman ordusunun içinden sızan bazı dedikodular “Sürpriz hareketin on günde başarıya ulaşacağı ve Sovyet ordusunun bu kısa sürede uygulanacak Alman baskısı” karşısında dağılacağı iddiasında bulunmaktaydı.
Bazı generaller Kızıl Ordu’nun önce davranıp Almanları gafil avlaması gerektiğini ileri sürer, ancak Stalin, ordunun böylesi defansif bir saldırıya hazır olmadığı görüşünü taşımaktadır: Tokyo’dan ve daha ötesi Alman Hava Kuvvetleri Luftwaffe içine yerleştirilmiş istihbarat birimlerinden gelen haberlerdeki 22 Haziran tarihinin dikkate alınacak bir gerçeklikte olmadığı kanısına varacaktır.
Stalin, Hitler’in Sovyetleri siyasi anlamda köşeye sıkıştırmaya çalıştığını, geçmişte Britanya ve Fransa’ya uyguladığı taciz politikasının bir benzerini şimdi Rusya’ya uyguladığını düşünmekteydi. Dolayısı ile Moskova’da sızmaya başlayan olası Alman saldırısı haberinin TASS aracılığı ile yalanlanmasını ister. Ordu ileri gelenlerinin tam seferberlik taleplerini geri çevirir. İşi, generallerinin olası Alman saldırısı bahanesi ile kendisine komplo kuracakları savına kadar götürür…
Churchill, ‘The Grand Alliance’ adlı kitabında o günler hakkında şöyle not edecektir: “Hiçbir şey, içine düştüğü önyargı sarmalı ile korkunç gerçek arasına böylesi mantıksız şekilde girmemişti. Tehlikeliler her zaman akıllı değildir, diktatörler de her zaman haklı değildir.”
Halka yansıtılan ise propaganda filmlerinde işlenen kahramanlık öyküleridir: Buna göre Kızıl Ordu, Alman saldırısına hazırdır. Günlerle ifade edilecek kısa bir sürede savaşı Alman topraklarına yıkacak ve orada birleşeceği Alman proleterlerinin desteği ile Nazi rejimini yerle bir edecektir.
Halk buna inanmış mıdır? İnanmamış mıdır? Ya da inanmış gibi mi yapmıştır? Şu bir gerçek ki uzun geçen kışın ardından gelen yazın ilk günlerinde, Rus halkı hayatına devam etmektedir; bir yandan Sovyet savaş makinesinin silahlanmasına, sayısal anlamda güçlendirilmesine büyük fedakârlıklarla katkıda bulunurken, öte yandan iyice uzamış ve ısınmış günlerin keyfini çıkartmaktadır.
21 Haziran, yılın en uzun günüdür. Cumartesiye gelen barışın o son gününde Moskova’da toplantı halindeki ordu generalleri savaşın çok da uzak olmadığı konusunda hem fikirdir. Braithwaite kitabında sorgular: “(Generaller) kırsalda, teçhizatsız köyleri ve burada yaşayanları korumakla görevli köylü askerleri düşünürler… Onlar, düşündükleri gibi Sovyetler için savaşacaklar mıdır?”
O gece Alman – Sovyet Saldırmazlık Paktı çöpe atılır. Alman orduları üç koldan Sovyet sınırını aşar… Barbarossa harekâtı başlamıştır. Hitler, modern çağın Napolyon’udur! Rusların 1812’de giriştikleri ‘yurtsever büyük savaş’ ortamı, onlarca sene sonra yeniden Rus topraklarında sahneye konmaktadır.
Napolyon zamanında Fransa’nın ovalarında yüksek performansla çalışmış savaş ekipmanlarının hiçbiri Rus steplerinin derinliklerindeki şartlara dayanamamıştı. Hitler, Napolyon’un ‘La Grande Armée – Büyük Ordusu’ ile kıyaslanmayacak büyüklükte bir güçle saldırır. O gece Naziler, 3 milyondan fazla asker, 2 bin uçak, 3 binden fazla tank ve çeyrek milyon atla sınırı deler
Alman Genelkurmayı harekâtın uzun sürmeyeceğini ve yazın ortalarında bir yerde Kızıl Ordu’nun dağılması ile son bulacağını hesaplamaktadır. Ancak Kızıl Ordu da boş değildir. Gerçi savaşa Almanlar kadar hazırlıklı olmadığı bellidir. Alman ordusundan sayıca fazla olan askeri gücü ile, eskimiş uçak ve eskimiş tankları ile karşılar saldırganları… Ruslar hazırlıklarını nicelik üzerine yapmışlardı, oysa ne teknolojik anlamda, ne de donanım anlamında Almanların eline su dökebilirlerdi. Eğitim ise başka bir boyuttaydı…
Savaşın o geceki Alman saldırıları ile başladığı, üst düzey yöneticiler, cephede düşman ordusu ile muhatap olan askerler ve uykusuzluktan dolayı kısa dalga radyo kanallarını kurcalayan birkaç meraklıdan başka kimse tarafından bilinmemekteydi.
Hitler, nihayet “Avrupa’yı tehdit eden, uyumsuz ırklardan ve halklardan oluşmuş doğudaki düşmana” savaş açmıştı... İlk günün sonunda, Alman orduları, 129 sene önce Napolyon ordularının gittiğinden daha fazla ilerlemişlerdi. Bu bir başarıydı…
Öte yandan, Rus tarihçiler ülkelerine yüklenen tüm dış güçlerin - Fransız, İsveçli, Polonyalı, Tatar - geldikleri yön neresi olursa olsun, girişimlerinden hezimetle ayrılmış olduklarını söylemekteydiler… Bu Almanlar için de öyle olacaktı…