Küçücük bir çocuk. İsmi Teddy. Her gün oynasın diye bir parka götürülen onlarca çocuktan biri. Bakıcısıyla parka gitmek ona mı daha fazla yarıyor yoksa Bayan Julie’ye mi belli değil çünkü her ne kadar Teddy kendi kendine oyunlar oynama lüksüne sahip olsa da, Bayan Julie de park görevlisiyle flörtünde geleceğini görüyor. Teddy az da olsa serzenişte bulunmuyor da değil, bakıcısıyla konuşacağı konuların darlığı onu rahatsız ediyor. Halbuki bir büyüğün bu konuda sıkıntı çekmesi beklenmez miydi ) Bayan Julie’nin bir erkekle flört etmesi, gün geçtikçe daha bakımlı ve süslü bir şekilde parka gitmesi Teddy’ye hiç tahmin etmeyeceği bambaşka bir açıdan faydalı oluyor. Haliyle bakıcı onu parkta serbest bıraktığı için Teddy, Frisky adlı bir köpekle ve gezdiricisi kadınla arkadaşlık ediyor. Hikâyede kadının isminin açıklanmaması bu kadının bağlı olduğu ailenin gizemini gözümüzde daha da artırıyor. Bu kadının Jamie’nin annesi olma ihtimali de var ama hikâye boyunca pek emin olamıyorum. Kadının demesine göre köpek tahminen Teddy yaşlarındaki Jamie’ye ait ama Jamie hiç gelmiyor parka. Sebebi evden çıkamamasıymış, çok öksürüyormuş. “Olsun” diyor Teddy, “Ben de bazen öksürüyorum ama sonra geçiyor.” Anlıyoruz ki Jamie’nin öksürmesi daha başka…
Bir başka günün park gezintisinde Jamie’nin hastaneye kaldırıldığını öğreniyoruz Teddy ile beraber. Gezdirici bayan sesindeki üzüntüyü ve endişeyi bizden değilse de küçük Teddy’den gizlemeyi başarıyor. Ancak en azından Teddy, Jamie’nin hastaneden kısa zamanda çıkamayacağını içgüdüsel olarak hissediyor. Bir yandan da her şeyin büyüklere de anlatılamayacağını sezdiği için bir sonraki park günlerinde gizlice oyuncak arabasına otuza yakın çizgi roman koyuyor. İşte burada Teddy çoğu insandan (hatta yaşıtlarının büyük bir kısmından) beklenmeyecek büyük bir jest yapıyor. Bir, hadi bilemediniz beş tane dergi götürmek varken tam otuz dergiyi (hem de dergilerin son sayılar olmalarına özen göstererek) oyuncaklarının altına gizleyerek gezdirici kadına sunuyor. Kadın o kadar çok şaşırıyor ki hepsini nasıl eve taşıyacağını düşünmek durumunda kalıyor. Belki Teddy bu cömertliği kendi pırlanta kalbine kulak vermenin yanı sıra mantıkla da yönetiyor, belki de otuz derginin Jamie’yi çok güzel oyalayacağını ve bu şekilde dinç bir şekilde ayağa kalkabileceğini hayal ediyor. Belki de Teddy’nin bilinçaltında ‘daha fazla dergi daha fazla ilaç anlamına gelir’ mesajı ve beklentisi hatta umudu var. Gezdirici gerçekten şaşkınlıkla kabul ediyor Jamie’nin hiç görmediği bu küçük arkadaşının hediyelerini.
Ertesi gün Teddy, yine kendisinden beklenmeyecek büyük bir şey daha yapıyor (hem de duysalar ebeveynlerini korkudan donduracak kadar) ve erkenden gizlice evden çıkarak (duyulmasın diye asansöre bile binmeden) parka gidiyor.
Parkta etrafı kolaçan ederken o bayıldığı köpek Frisky’i görüyor (ki daha geçen gün ailesine kendisine ismini Frisky koyacağı bir köpek almalarını adeta yalvararak söylemişti) ama bu sefer köpeğin yanında her zamanki gezdirici yok. Bu sefer zayıf bir adam köpeğin tasmasını tutuyor. Şaşırıyor Teddy. Adam Teddy’i görür görmez o olduğunu anlıyor. Bu adam bir mesajcı. Cebinden bir mektup çıkarıp Teddy’nin eline tutuşturuyor. Oku diyor. Şöyle yazıyor imzasız mektupta:
“Sevgili Teddy,
Frisky senindir. Jamie onun senin olmasını isterdi.”
Teddy inanamıyor buna. Mektubu defalarca defalarca okuyor. Ta ki artık yazıların hiçbir şey ifade etmeyeceği noktaya kadar. Anladı mı acaba? Hemen kafasında köpeği eve götüreceğini ve hem evden izinsiz çıkmasıyla bu köpeği ailesine kabul ettirmeyi anlatmanın bir yolunu bulacağını kararlı bir şekilde kendi kendisine tembihliyor.
Biz ise çok hafiften gözlerimizde bir damlacık hissediyoruz bu satırları okuyunca. Jamie’nin büyük bir ihtimalle ‘verem’ ya da benzeri bir hastalıktan öldüğünü tahmin ediyoruz ve Jamie’nin hiç tanıyamadığı Teddy isimli küçük çocuğa hediyesinin ne kadar anlamlı ve değerli olduğunu içimizden geçiriyoruz. Bu hikayenin en önemli temasını düşündürtüyor bize: Paylaşmak! Hem de gönülden, karşılıksız, doya doya, cömertçe paylaşmak. Teddy’nin bu yaşında o kadar çok dergisini (çocukların aynı dergiyi defalarca tekrar tekrar okuduğunu da bilerek) bir anda hasta bir çocuğa verebilmek için elden çıkarmasının kökeninde bulunan bu sevgiyi/Jamie’nin iyileşmesine yönelik umudunu hissediyoruz. Bir an içimiz sıkışıyor. Sonra kendimize gelip de gerçek hayata dönünce önümüzde duran ‘ödül’ aklımıza geliyor. Bu küçük çocuk aslında bu karşılığını düşünmeden verdiği hediye karşısında dünya tatlısı bir köpek kazanmış olmuyor mu bir nevi? Bu bize hayatın çok önemli bir özelliğini anlatıyor: Elinden geldiğince başkalarına yardım etmenin önemini. Hem de karşılık beklemeden, hem de yardımın sınırlarını çizmeden, bilakis bu yardımın sonunda paylaşımın daha da artacağını düşleyerek, daha iyi bir iletişimin oluşacağını hissederek yapılmasını öğretiyor bize. İşte bu hayat dersini bize veren öğretmenimiz: Küçük Teddy!