İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılda, yaşanan teknolojik gelişmelere bağlı olarak eğitim sistemlerdi de evrildi. Bu durum, hem okullar, hem eğitmenler hem de ebeveynler için yepyeni bilinmezlerin kapılarını açıyor. Özellikle bu dönemde önemi daha da belirgin hale gelen, her öğrenciye kendine özgü bir eğitim vermeyi odağına yerleştiren ‘özel eğitimi’ Psikolog Berna Sanku ile konuştuk.
Hem okullarla, hem velilerle, hem de öğrencilerle çalışıyorsunuz. Bu üç ayrı grupla yaptığınız çalışmaları kısaca özetleyebilir misiniz?
Afrika atasözü der ki, ‘”Bir çocuğu yetiştirebilmek için tüm köye gerek vardır.” Uzun yıllardır Kanada’da ve İstanbul’da çözüm odaklı bir bakış açısıyla Okul-Aile-Çocuk üçgenini güçlendirmek üzere farklı çalışmalar sürdürüyorum. Bu bağın sağlam olması gerektiğine gönülden inanıyorum. Öğretmen ve idarecilere yönelik, okul kültür ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak hazırladığım okul içi seminerler/atölyeler, velilerin talep ve gereksinimlerini hedefleyerek hazırladığım anne-baba okulları/söyleşiler ve öğrencilerle yaptığım birebir ve/veya grup aktiviteleri birbirini tamamlayan çalışmalar. Okul-Aile-Çocuk üçgeninin güçlendirilmesi çocuğun bütünsel gelişimi açısından çok önemli. Bu nedenle üç ayağın her daim beslenmesi, dengede tutulması gerektiğini, bu şekilde çocuğun eğitim ve öğretim hayatının anlam kazanabileceğini düşünüyorum.
Zor bir alan seçmişsiniz: Özel eğitim öğretmenliği. Bu alanı biraz anlatabilir misiniz?
Okul hayatıma öğretmen olma tutkusuyla başladım ve eğitim yolculuğumdaki kararlarımı hep bu doğrultuda aldım. Nitekim Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümünde öğrenciyken farklı öğrenen öğrencilerle çalışmaya başladım. Yer aldığım sosyal farkındalık projeleri sayesinde Göztepe Sağırlar Okulu ve Altı Nokta Körler Okulu öğrencilerini yakından tanıma fırsatı buldum. Diyaliz hastası bireylerin okul başarıları üzerine yapılan araştırmalarda yer aldım. Mezuniyetin ardından Pedagojik Formasyon Programını bitirdim; stajlarımı da Robert Kolej Psikoloji bölümünde tamamlayarak öğretmenliğe adım attım. Lisansüstü öğretmenlik eğitimimi Kanada’da aldım ve çalıştığım okullarda farklı öğrenme gereksinimlerinin çeşitliliği ve derinliği dikkatimi çekti. Yaygın gelişimsel bozukluk tanısından üstün ve özel yetenek tanısına kadar uzanan, ancak bedensel yetersizlik, süreğen hastalık ve/veya ortopedik yetersizlik gibi durumları da kapsayan bir yelpaze bu. Aslında gerçek şu ki, her çocuk özel! Her çocuk eğitim hayatı süresince çeşitlilik, derinlik ve bireyselliğe gereksinim duymakta. Hal böyle olunca, özel eğitim kanımca ‘özellikli eğitim’ olarak da adlandırılabilir. Bu tarz bir eğitim kısaca, yelpazenin neresinde olursa olsun - her çocuğa bireysel eğitim planı oluşturarak bireysel hedefler koyma ve akademik olarak farklılaştırılmış eğitim sunma olarak özetlenebilir. Bu yolla çocuğun akademik çalışmalara uyum sağlaması ve yaşam becerileri kazanması odaklanır. Ayrıca, bireysel yetenek odaklı çalışmalar yapan öğrenci sağlıklı ve yapıcı akran ilişkileri kurmada da rahatlar.
Bu alandaki eğitiminizi yurt dışında aldınız. Özel eğitime ihtiyacı olan çocuklara yönelik programlarda, Türkiye ile Batı ülkeleri arasında farklılık var mı?
Milli Eğitim Bakanlığının özel eğitim konusunda ciddi çalışmalar yaptığı kesin. Ancak, en çok dikkatimi çeken okullarda özel eğitime gönül vermiş, bu yola baş koymuş öğretmen sayısının azlığı. Bu nedenle kişisel olarak öğretmenlerle de çalışıyor, onları bu konuda daha donanımlı hissetmeleri için destekliyorum. Özel eğitimde gönüllülük esas. Ders öğretmenliğinin yanı sıra ama müfredat yetiştirme baskısı olmadan, aynı anda her çocuğu kucaklayacak ekip gerekliliğini fark olarak söyleyebiliriz.
Eskiden öğretmenlerin ana görevi bilgi aktarmakken, günümüzde bu durum epey değişti. Artık öğrenciler bilgiye çok kolay ulaşabiliyorken, öğretmenlik formatı da eminim büyük bir değişim geçirmiştir. Günümüzde öğretmenlerin eğitiminde ne gibi değişimler var? Türkiye’de öğretmenlerimiz modern gelişmelere hazırlıklı olarak eğitim alabiliyor mu?
Kanımca 21. yüzyılda öğretmenin rolü ciddi şekilde değişiklik gösterdi. Bir zamanlar, öğretmen bilgi aktarımından sorumluyken, cevaplara kolayca ulaşabildiğimiz günümüzde öğretmen artık sınıfın rehberi oldu. Çünkü tek doğru yerine birbirinden farklı cevapları anlamlandırabilmek, farklı yolları görebilmek ve gösterebilmek önemli. Çağdaş öğretmen eğitimleri sırasında, onlara sınıfın ikliminden sorumlu oldukları bilinci veriliyor. Bu iklim öğrencilerin öğrenme stillerine ve gereksinimlerine duyulan saygı çerçevesinde ılımanlaşıyor ve renkleniyor. Çağdaş ve usta bir öğretmen sınıftaki çocuk sayısı kadar farklı öğrenme stili ve gereksinimi olduğunun bilincinde. Böylesine renkli bir ortamda, öğretmenin kullandığı farklılaştırma metotlarıyla risk alabilen, öğrenirken buluşlar yapabilen, kendileri ile barışık öğrenciler yetişecektir. Ayrıca, bilgiye ulaşmanın kolay olduğu günümüzde, beceri geliştirmenin önemi daha da değerli bence. Teknoloji doğru ve etkin kullanıldığında, öğrencileri pasif olmaktan uzaklaştırıp derse katılmalarını, risk almalarını ve etkin olmalarını sağladığı gibi öğretmenin de destekleyici ve yol gösterici bir konuma gelebilmesini mümkün kılıyor. Bu durumda, öğretmenin teknolojik gelişmelere ve çağın yeniliklerine açık olması mutlak gereklilik. Bir öğretmenin en büyük hedefinin öğrencilerinin düşünce yapılarını zenginleştirmek, eğitimin değerine ve önemine inanmalarını sağlamak olması gerektiğini düşünüyorum. Bir rol model olarak, öğretmenlerin öğrencilerinin saygı ve sevgisini kazanmaya, kullandığı farklı ve zengin öğrenme ve değerlendirme metotları ile onlara sürekli bir ilham kaynağı olması gerekmekte. Bu durumda her öğretmen de bir yerde kendi gelişiminin dizginlerini kendi elinde tutabilmeli, kaynak, ilham ve ilerleme arayışı içinde olmalı. Cevabımı Konfüçyüs’un bir sözü ile bitirmek istiyorum: “Bilgiye sahip olarak doğmuş birisi değilim. Öğretmeyi seviyorum ve öğrenmeye çalışıyorum.”
Günümüz ebeveynlerinin bence en zorlandığı konu sınır koyma. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Türk Dil Kurumu, sınır sözcüğünü, bir şeyin yayılabileceği veya genişleyebileceği son çizgi, uç olarak tanımlıyor. Bu durumda, büyük bir risk alarak çocuklarımıza olan sevgimize bir sınır koymanın mümkün olamayacağını düşünmek mantığa yatkın. Oysa çocuğun bütünsel gelişiminde ebevenylerin sınır oluşturmalarının önemi çok büyük. Zira, sınır kavramını içselleştirmiş çocuk, bulunduğu ortamlara daha kolay uyum gösterebiliyor. Sorumluluk sahibi bir birey olarak karşı görüşte olduğu durumlarda bile başkalarının görüşlerini duyabilip, daha da önemlisi çözüm oluşturabiliyor. Ancak, ebeveynler genellikle çocuğun öfke nöbetleri geçirmesi ya da yönerge al(a)maması nedeniyle kural oluşturmakta ve tutarlı uygulamada, bu kuralları çocuklarına duyurmakta zorluk çekebiliyor. Ebeveynlik uzun, heyecanlarla dolu bir yolculuk! Bu yolculukta bize yol gösterici olan kendi değerlerimizi ve beklentilerimizi çocuklarımıza aktarabilmek olacaktır. Çocuğumuzu tanımaya ve anlamaya çalışırken çıkması olası sorunlar için ancak bu şekilde önleyici olabiliriz.
Öğrencilerle yaptığınız çalışmalarda bir başlık dikkatimi çekti: Duygu okuryazarlığı. Bu ne demek? Duygu okuryazarlığı gençler için neden önemli?
Eğitimin temel taşı hepimizin de hemfikir olacağı gibi okuryazarlık. Çocuk örgün eğitime başladığı andan itibaren akademik donanımının güçlenmesi için aileler inanılmaz fedakârlıklara katlanıyor ve gözbebekleri çocuklarının ‘en iyi’ eğitimi almalarını sağlamak istiyor. Ancak, bu noktada önemli bir unsur çocuğu akademik olarak beslerken duygusal zekasını da geliştirebilmek oluyor. Uzmanlar duygusal zekayı kendimizin ve karşımızdakinin duygularını tanımak, fark etmek ve duygularımız üzerinde kontrol becerisi kazanmak olarak açıklıyor. Bilinçli farkındalık ile duygularını fark edebilen, sahip olduğu duyguları, verdiği tepkilerin altında yatan hisleri anlayabilen bireyler duygusal okuryazarlığı gelişmiş bireyler oluyor. Kendini ve çevresindeki diğer insanları gözlemlemesi desteklenen çocuklar, farkındalığı yüksek ve empati geliştirebilen bireyler olarak yetişiyor. Duygu okuryazarlığı gelişmiş gençler, delikanlılık çağlarının gerektirdiği dürtüsellik ile yaşadıkları fırtınalı duygularının farkına varabiliyor ve bu duygulara sahip çıkabiliyorlar; böylelikle sorunlarına barışçıl çözüm yolları bulabiliyorlar.