Alman orduları Sovyet Rusya topraklarının derinliklerine doğru yol alırken aynı zamanda bir etnik temizlik gerçekleştiriyordu. Romanlar, Yehova Şahitleri ve tabii ki Yahudiler sistematik olarak ortadan kaldırılıyordu.
Alman ordularının Sovyet Rusya egemenlik alanı içindeki toprakların derinliklerine olan yolculukları ile koşut gelişen bir olay da etnik temizlik kampanyasıdır. Orduların ileri taşıdıkları savaş hatlarının arkalarında, SS’in emrindeki para militer ölüm birlikleri - Einsatzgruppen - işlerini en iyi şekilde yapmanın peşinde, bir yandan yerel işbirlikçiler edinmeye çalışırken, öte yanda da Romanları, Yehova Şahitlerini, Stalin’in gücüne sığınan komünist Alman muhalifleri ve tabii ki Yahudileri avlama çabalarını sıklaştırıyor, bunları sistematik olarak ortadan kaldırıyorlardı. Tabii ki Sovyet sisteminin yerel yapıtaşları, komünist intelligentsia da bu kıyımdan nasibini alıyordu.
Ordu komutanlarının, yerel halkın nefretini kazanan ve bu anlamda orduların ilerleyişine olumsuz etkisi bulunan katliamların durdurulması gerektiği şeklindeki istek ve telkinleri, kesinlikle sağır duvarlara tosluyor, cılız bir tepkiden ileri gidemiyordu.
Öte yandan, Stalin’in, iktidarı ele geçirdiği yıllardan o ana dek, Rus olmayan halklara uygulamış olduğu baskılar, bu halkların Almanların kimliğinde ‘kurtarıcılar’ görmelerine yol açıyordu. Bu da, dehşet boyutlarına ulaşan Yahudi avında işbirlikçilerin çoğalmasına, Almanların pis işlerini yaptırabilecekleri elemanlar bulmalarını kolaylaştırıyordu. Stalin’in kovaladığı her unsur, Ukraynalılardan Tatarlara, bir yandan Sovyetlere karşı Almanlarla işbirliği içine giriyor, öte yandan ‘toptan yok ediş’ sürecine sempati ile bakıyor, bu sürece etkin bir şekilde katkıda bulunuyordu.
1941 Haziran’ında başlayan Alman – Sovyet savaşı esnasında, Wansee Konferansının toplanmadığını ve burada imza altına alınan Nihai Çözümün uygulamada olmadığının altını çizmek gerekir. Evet, Yahudiler gettolarda toplanıyorlardı, çalışma kamplarına sevk ediliyorlardı… Ancak bu kamplar henüz insan yutan kara bacalı ölüm fabrikaları haline gelmemişlerdi, gaz odaları henüz faaliyete geçmemişti.
2008 yılında ŞALOM adına Peder Patrick Desbois ile yapmış olduğum söyleşiden, ilginç olabileceğini düşündüğüm bazı paragrafları, bir kez daha paylaşmak isterim…
***
Siz araştırmalarınızda Ukrayna’yı öne çektiniz. Ukrayna savaş sırasında ve sonrasında Sovyet idaresindeydi ve Sovyetler Birliğinin Holokost konusunda çok hassas davranmadığı biliniyor.
Evet doğru. Sovyet döneminde birçok dogma vardı. Bunlardan biri herkesin Sovyet olduğunu iddia etmekti. Dolayısı ile Şoa’nın Yahudilere karşı yapıldığını kabul etmek Sovyetler için mümkün değildi. Ancak bu savaştan sonra karşılaşılan bir olaydır. Şoa’nın hedefinin Yahudiler olduğu resmen onaylanmış olsaydı, vatandaşlar arasında azınlıklar olduğu kabul edilmiş olacaktı. Bu Sovyetler Birliğinin, 1917 Devriminin temellerinin inkârıdır. Orada öldürülenler dolayısı ile Sovyet vatandaşlarıydı. Sovyetler Birliği insanların Yahudi kimliklerinden dolayı öldürüldüklerini kabul etmez. Öte yanda Sovyetlerin resmi tarihinde ölenlerin tamamının savaşırken öldükleri söylenir. Sivil kayıp yoktur. Bu kabul edilmez. İşte olayı bu iki dogma çerçevesinde değerlendirmek gerekir.
Çok popüler bir söylem, Ukraynalıların Almanlara çok büyük destek verdiğini söyler.
Bu temelde çok doğru bir söylem değil. Unutmayın ki olay Berlin’de Himmler tarafından tasarlanmıştır. Ve Almanların işgal ettikleri hemen hemen her ülkede tekrarlanmıştır. Ukrayna’da Almanlar Yahudileri teker teker öldürmüşlerdir. Elbette ki işbirlikçiler çıkmıştır, ancak bu durum yalnız Ukrayna için geçerli değildir. Fransa’da da işbirlikçiler olmuştur. Öte yanda halkın Almanlara karşı büyük direniş gösterdiği ülkelerde de Yahudiler katledilmişlerdir. Bunu salt işbirliğine bağlamak olayın içindeki Alman faktörünü zayıflatmak demek olur. Öte yandan Çingeneler de, Yehova Şahitleri de, komünistler de öldürülmüştür işgal ettikleri yerlerde. Kendilerine ters gelen herkesi, potansiyel tehlike olarak gördükleri herkesi temizlemişlerdir. Yahudilerin öldürülmesi için özel yasa bile çıkarılmıştı. Tüm Alman birlikleri, yalnız SS birlikleri değil, ordu gibi, polis gibi birlikler de, hatta sokaktaki adam dahi Yahudi öldürmeye serbest kılınmıştı. Ortam dolayısı ile böylesi bir katliama son derece hazırdı. Bu durum tamamen yasal bir durumdu. Olayın içinde, komşusu Yahudi’yi öldürenin antisemit olması ya da olmaması dolayısı ile pek de bir anlam ifade etmiyor. Katliam Almanların Sovyetler Birliği ile olan saldırmazlık paktını yok sayıp saldırması ile 1941’de başladı ve 1944’te buralardan sürülmesi ile sona erdi. Bu durumda ülkenin Yahudi karşıtı geleneği olması ya da olmaması da bir anlam taşımıyordu. Bir genel hava vardı ve insanlar bu genel havaya uyuyorlardı.
Ortaya çıkardıklarınız doğuda yaşanan katliamlar ile batıdakiler arasında metot olarak da büyük farklılıklar olduğunu gösteriyor…
Evet. Doğudaki katliamlar başladığında batıda daha kamplar yoktur. Burada katiller köy köy dolaşıyor ve Yahudileri tespit edip kurşuna diziyorlar, toplu mezarlara koyup gömüyorlardı. Ancak böylesi bir uygulamanın katilleri bile rahatsız ettiğinin farkına vardıkları için belki de batıda kampları oluşturmuşlardır. Bu kampların kapılarının ardında neler olduğunu insanların bilmiyor olması mümkün değildi, ancak en azından olanlar aleniyet göstermiyordu. Denir ki Himmler’in doğuya yaptığı teftişlerin birinde bir arkadaşı kendisini eleştirir. Der ki, “Yahudileri adamlarına öldürtüyorsun. Bu adamların ruh sağlığını bozuyor. Bir ordu dolusu alkolik ve psikopat yetiştiriyorsun.” İşte bu eleştiri Himmler’in daha sonraki aylarda çalışma kamplarını ölüm kamplarına çevirme projesine kapı açar. Ancak doğudaki uygulamalarda bir değişiklik olmaz. Slogan etkilidir: Bir kurşuna bir Yahudi!
Bir de şu var. Almanlar doğuda çocukları da bu katliamlarda maşa olarak kullandılar. Yani olayın tarafları çok fazla. Yahudiler var, Almanlar var, yetişkin Ukraynalılar var. Bir de çocuklar var. Almanların bu katliamlar sürecinde 20’den aşkın işi çocuklara verdiklerini tespit ettik görüşmelerimizde. Elbiseleri toplamak gibi, toplu mezarları kireçlemek gibi, toprakla örtmek gibi, kurşuna dizilecek insanların ağızlarındaki altın dişleri söküp almak gibi…
Olayın kendisi zaten çok korkunç, ama bir de burada çocukların da kullanılması ayrıca korkunç bir durum…
Bilinen Babiyar örneği var. Konuşmalarınızın birinde “Babiyar için bir semboldür” demiştiniz… Burada ne demek İstediniz?
Sovyetler Birliği Babiyar’ı seçti ve bunu bir sembol haline getirdi. Babiyar Kiev yakınlarında bir tepe… Burada Kiev Yahudileri katledildi. Üç günde 30 bin kişiyi aşan Yahudi burada öldürüldü. Ancak bilinmelidir ki Ukrayna’da benzer birçok köy ve toplu mezar vardır. Bu köylerin hemen hepsinde var olan Yahudi nüfusunun neredeyse tamamı öldürülmüştür. Bazı yerleşimlerde sayı Babiyar için sarf edilenden çok daha fazladır. Ukrayna’da 1.5 milyon Yahudi’nin öldürüldüğünü tahmin ediyorum. Demek ki olay Babiyar ile kısıtlı değil, bundan çok daha öte. Fakat Sovyet arşivleri açılmadığı için, komünist dönemde bunlar tabu olduğu için gün ışığına çıkmamış. Benzer bir durum Beyaz Rusya için de geçerli. Berlin duvarının yıkılması ile beraber bu tabular bir bir çöktü. Yine de doğuda olanları ortaya çıkarmak için çok uğraşmak gerekti. Oysa tarihi yazanlar için batıda çalışma yapmak bu anlamda çok daha kolay oldu. Ele geçen bilgiler çok daha düzenli ve ulaşılabilir nitelikteydi.
Yalnız Ukrayna’da 1.5 milyon kişinin öldürüldüğünü hesaplıyorsunuz. O zaman 6 milyon diye konuşulan rakamın daha fazla olabileceği anlamını çıkartabilir miyiz buradan?
Bunu kestirmek olanaksız. Her gün yeni bir şeyler buluyoruz. İşe başlarken yaptığım araştırmalarla gördüklerim arasında bazen farklılıklar olabiliyor. Ancak şu ana dek batıdaki katliamlarla kısıtlı kalan Şoa tarihi, doğudakilerle zenginleşiyor. Şoa’nın merkezi doğuya kayabilir. Fransa’da örneğin 75 bin Yahudi öldürüldü. Ukrayna’da küçük bir kentte 100 bin Yahudi’nin öldürüldüğünü görüyorsunuz. Sayıları belirlemek çok kolay değil!
Bunları araştırırken Holokost’u anlamak mümkün mü? Yani bir insan bir diğerine böyle bir şeyi nasıl yapar? Şeytanlaşmadan söz eder bazı sosyologlar… Komşularını öldüren yerel halk… Onlar neyin peşindeydiler? Yahudilerin mal varlıkları mı bunları dürtmüştü?
Şöyle söyleyeyim. İnsanlar bir fikrin fanatiği haline gelirler. Bunlar ideolojilerine sapkınlık boyutunda bağlı olurlar ve sorgulama biter. Yerel halk genel hava içinde hareket etmişti. Onlar tarafından mallarına konmak maksadı ile öldürülenlerin sayısı zaten bütün içinde çok fazla değildi. Burada Alman faktörünü es geçmemek gerek. Buna sırtımızı dönersek yeni soykırımların faillerinin ekmeğine yağ süreriz. Almanlar olayları planladılar. Sahada katliamları yaptılar. Öldürenler Almandı. Askerler Almandı, polisler Almandı, SS’ler Almandı. Bunlara yerel halktan yardım edenler olmuştu, ancak bu durum elbette Almanların olaylardaki rolünü azaltmaz. Almanya’nın günümüz dünyasındaki güçlü konumu Şoa’nın sorumluluğu noktasında bazı gevşemeleri beraberinde getiriyor. Bu oyuna düşmemek gerek.
Almanların ele geçirdikleri her ülkede kendileri ile işbirliği yapanlar çıktı. Ancak Yahudi katliamını bu işbirlikçiler yaptı demek değil. Unutmayın işgal edilen en küçük köyden bile her akşam Berlin’e bilgi giderdi, şu kadar Yahudi öldürüldü diye. Bu bilgi hiç aksamadan giderdi.
Yahudilerin yerel halk tarafından katledildiği konusu daha sonraları Alman propagandası tarafından sıkça söylenecektir, ancak bu gerçek durumu ifade etmez. Bu Gulagların da Ruslar tarafından değil de örneğin Almanlar tarafından yapıldığını iddia etmek gibi bir durumu getirir ve gerçeği ifade etmez.
1 Peder Patrick Desbois 1986’da Lyon’da L’Université Catholique’te aldığı teoloji eğitiminden sonra papazlığa atandı. 1992 – 98 yılları arasında Fransa’da Kilise ve Yahudi cemaatleri ilişkilerini yürüttü. Halen, 2007’de vefat eden eski Paris Kardinali Lustiger’in kurucusu olduğu ve Yahudi – Hıristiyan ilişkisinin geliştirilmesini öngören Yahad – In Unum’un başkanlığını yürütmektedir. Mayıs 2008’de Simon Wiesenthal ödülüne layık görülmüştür. “The Holocaust by Bullets” adlı bir kitabı ile son olarak yayınlanan ve Irak’taki Yezidi katliamını konu “The Fabric of Terrorist: Into the Secrets of Daesh” başlıklı bir çalışması bulunuyor.