Bir evliliği uzun yıllara taşıyan en önemli iki unsur: doyurucu bir cinsellik ve arkadaşlıktır. Uyumlu bir evlikte bu iki unsur at başı gider. Dolayısıyla böyle giden bir birliktelikte; ‘Çocuktan sonra neler oluyor?’ sorusunu Uzman Klinik Psikolog, Ülke TV’de 12 yıldır devam eden sağlık programını hazırlayıp sunan Emel Aner Aktan’a sorduk.
Cinsel olgunluğa erişmiş, çocuk doğurmamış bir kadında östrojen, progesteron ve testosteron hormonları, kadının ilişkisini, evliliğini, eşine odaklanmasını, sosyal ilişkilerini sürdürmesini, kariyerini yürütebilme motivasyonunu sağlar. Kadındaki testosteron yani erkeklik hormonu rekabet ve mücadele için itici güç sağlar. Çocuksuz bir evlilikte karı-koca arasında ikili bir ilişki söz konusudur. Eşler bir takım gibidir. Gün içinde birbirlerini özler, merak ederler. İlgi, sevgi, merhamet, beklenti ve özlemleri birbirlerine yöneliktir. Kısacası çiftlerin ilgi odakları birbirleridir. Gebelikle birlikte bu durumda ufak ufak değişiklikler olur. Bu değişikliklerin baş aktörü yine hormonlardır. Hamilelikle birlikte östrojen ve progesteron büyük oranda yükselir. Bu yükselmeyle birlikte anne adayı ailesine daha çok odaklanır. Kariyer ve dolayısıyla rekabet gerektiren alanlara daha az ilgi duyar. Beyinde cinsel devreler bastırılır. Gebelik sürecinde erkekte de yani baba adayında da hormonal değişiklikler olur. Bazı araştırmalar eşi gebe olan erkeklerde testosteron hormonunun düştüğünü ve kadınlık hormonu olan östrojenin yükseldiğini ortaya koymuştur.
Gebeliğin ilerlemesiyle fetüs ve plasentadan gelen homonlar da kadının beynini istila eder. Dolayısıyla gebelikte cinselliğe karşı bir isteksizlik başlar. Bu noktadan itibaren, kadın yine eşiyle ilgilenir, ona sevgi ve ilgisini verir ama cinsel açıdan eşini daha az arzulamaya başlar. Bu durum erkek için sıkıntı verici olabilir. Eskisi kadar arzulanmadığını dolayısıyla sevilmediğini düşünebilir. Özgüveninde zedelenmelere yol açabilir. Bu durum hassas bir çizgidir.
Doğum ve akabinde emzirme dönemiyle birlikte bu kez devreye oksitosin ve prolaktin hormonları kadını annelik durumuna hazırlar. Bu iki hormon sayesinde annenin hemen hemen tüm ilgi odağı bebeğidir. Cinsel istek, arzu ve duygular iyiden iyiye hormonlar tarafından baskılanmıştır. Anne olan kadın ilk kez deneyimlediği hormon istilası, iyi bir anne olabilme kaygısı, bebeğine olası bir zarar gelebileceğine yönelik korkular, artmış sorumluluk duygusu, bedenindeki değişimlerle kendini daha az çekici hissetme hali, ailelerin beklentilerinin baskısı gibi bir dizi sorunla yüzleşip baş edebilme durumundadır. Çoğu kadın bu durumda bocalar. İstatistiklere göre doğum yapan her altı kadından biri doğum sonrası depresyon yaşamaktadır.
Bu süreçte babanın da psikolojisini de iyi değerlendirmek gerekir. Erkeğin dostu, arkadaşı, cinselliği yaşadığı eşi artık bir annedir. Üstelik anne ile bebek, aile arasında da ilgi ve sevgi odağıdır. Erkek tahtından indirilmiş kral gibidir. Üstelik uykusuz geceler başlamıştır. Tüm bunlara ek olarak sorumluluğun, maddi yükümlülüğün artması, eşinden eskisi kadar ilgi görememe de cabası. Yapılan bazı araştırmalarda dört babadan biri, bazılarında ise on babadan biri babalık depresyonundan mustarip. Belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
Maç seyretmek, bilgisayar oyunu oynamak, arkadaşlarla vakit geçirmek gibi daha önce sevdiği şeylerden zevk alamama durumu oluşmuşsa, sekse karşı bir isteksizlik hali varsa, kendini değersiz, nedensiz yere suçlu hissediyorsa, halsizlik, işte performans düşüklüğü, uyku sorunları, iştah değişimleri, nedensiz ağrılar, endişeli bir ruh hali hâkimse ve tüm bunlar iki haftadan uzun süredir varsa o zaman babalık depresyonundan bahsedilebiliriz.
υ Bu durumu yaşamamak için alınacak önlemler neler?
Eğer “çocuğumuz olana kadar her şey güllük gülistanlıktı. Ama bir de şimdi görün bizi sanki her şey değişti uzaklaştık” diyorsanız endişeye kapılmayın. Her şeyi toplamak, eskisi gibi olmak mümkün… Yeter ki siz isteyin ve yaşadığınız durum hakkında bilgi sahibi olun.
İlk adım sağlıklı bir iletişimdir. Bu nedenle birbirinizin ne dediğini tüm dikkatinizle dinleyin ve birbirinizin söylediklerini önemseyin kulak ardı etmeyin. Çünkü çoğu zaman sadece işitiyoruz, dinlemiyoruz. Çekirdek aile olarak vakit geçirmek için zaman ve ortam yaratın. Yani çevrenizde bakıcı, kendi ailenizden bireyler ya da arkadaşlar olmadan siz size vakit geçirin. Kahvaltı edin, birlikte çocuğunuzu yıkayın, altını değiştirin, açık havada vakit geçirin, ailecek fotoğraflarınız olsun. Anı biriktirin. Güzel anıları belgelemek aile bağlarını güçlendirir. Sıkıntılı zamanları aşma gücü verir.
Belli aralıklarla sadece karı koca olarak da kendinize zaman ayırın. Çünkü çocuklar olduktan sonra kadın ve erkek birbirleri açısından kendilerini ilişkide daha güvende hissedip aşkı, meşki, flörtü rafa kaldırıyorlar. Nasıl olsa artık çocuğumuz da var, “Artık beni bırakıp da kolay kolay bir yere gidemez” fikrinin yerleşmesine neden oluyor. Bu eşi cepte görme psikolojisi tehlikeli ve zehirli bir düşüncedir. Çünkü fark etmeden seçtiğimiz kelimelere, imalara, vücut dilimize ve davranışlarımıza yansır. İstemeden eşimizi değersiz hissettiren mesajlara dönüşür. Gün içinde sevgi sözcükleri içeren mesajlaşmalar, yapılan küçük sürprizler, teşekkür etmek bir ilişkinin harcı gibidir. Ayrıca, fiziksel yakınlık, duygusal yakınlığı getirir. Mümkün mertebe aynı koltukta birbirinize dokunarak oturun. Konuşurken dizine, omuzuna, yanağına dokunabilirsiniz. Küçük dokunuşlar sevgi bağınızı güçlendirir. Birbirinize küçük öpücükler verin. Kalabalık bir ortamda dahi gözlerinin içine bakın, göz kırpın. Sevginizi, verdiğiniz değeri hissettirin.
En önemli detaylardan biri de birey olarak da kendinize özel zamanlar ayırmanız. Mutlu bir ailenin şifresi mutlu bir kadın, mutlu bir erkek ve dolayısıyla mutlu çocuklardır. Aile en kutsal öğedir ama sadece aileye yani eşe ve çocuğa adanmışlık hali bir süre sonra boğucu ve sıkıcı olur. Ve adanmışlık o denli olağanlaşır ki çocuklar ve eşiniz tarafından takdir görmez bir duruma gelebilirsiniz. Bu durumun üstesinden gelmenin en ideal yolu kendinizi geliştirmektir. Bu da kendinize zaman ayırarak olur, adanmışlıktan kendinizi sıyırmakla olur. Peki, böyle bir birey nasıl olunur?
Ailesiyle eşi arasındaki sınırı bilir. Çekirdek aile meselelerini, ailelere taşımaz. Sağlığı ile eşi arasındaki sınırı bilir. Kendi ruhsal ve fiziksel sağlığına önem verir.
Arkadaşları ile eşi arasındaki sınırı bilir. Çok özel anlarını arkadaşlarıyla paylaşmaz ve arkadaşlarının eşi hakkında gereksiz yorumlar yapmalarına izin vermez. Kariyeri ile eşi arasındaki sınırı bilir. Eve iş getirmez ya da ailesine ayıracağı zamandan işi için fedakârlık etmez. Yaşam tarzıyla eşi arasındaki sınırı korur. Sadece eşini memnun etmek için kendi beğeni ve hobilerinden fedakârlık etmez. Kendini geliştirir.
Ben bunları çok denedim ama bir değişiklik olmadı diyen okurlar için şunu söylemeliyim tüm bunları eşinizle eş güdümlü yapmalısınız. Yani eşlerden biri yukarıda saydıklarımı yapıp, diğeri yapmıyorsa, geride kalıyorsa burada bir senkronizasyon sorunu vardır. Eğer çiftler arasında senkron yani eş zamanlı, eşdeğer bir uyum yoksa o vakit bir terapiste başvurup senkronize olmak yolunda adım atılmalıdır.
Evlilikte iletişim kopukluğu yaşanacağı önceden sinyallerini veriyor mu?
Bebeğin doğumuyla iki kişilik dünya birden üç kişilik bir dünya haline geliyor. Dolayısıyla hem manevi hem maddi kaynaklar üçe bölünüyor. Bu yeni duruma alışmak aslında değişik yönleriyle kadın için de, erkek için de zor. Üstelik bu zorluklarla baş etmeye çalışırken bir yandan da evliliğin de yürütülmesi gerekiyor. Bu stresli durum çiftleri kopma noktasına getirebiliyor. Eğer bebekten önce de zaten sorunlu giden şeyler varsa, bir bebeğin sorumluluğunu almadan önce görmezden gelinen veya göğüslenebilen sorunlar artan sorumluluk ve güçlüklerle birlikte göğüslenemez ve taşınamaz yüklere dönüşüyor. Yeterince empati yapamama, hep kendini haklı görüp sorunu çevresinde arama, duygularını yeterince dile getirememe ya da çok şiddetli yaşama, takıntılar, kuşkucu tavırlar, sosyal çevresinde kişilerarası ilişkileri yürütmede sorun yaşama gibi tekrarlayan davranışları çocuk sahibi olmadan çözmek gerekir. Başka bir sorun da ekonomik kaynakların yetersiz olmasıdır. Ayrıca kadın ve erkeğin kendi aileleri veya eşlerinin aileleri ile sorunları varsa, evlilikte fiziksel veya psikolojik şiddet varsa, güven ve saygı yoksa, evlilik zorla yapılmışsa o zaman kopmalar çok daha olası. Bu ve benzer durumlar çözülmeden çocuk sahibi olmak, çocuk olunca düzelir beklentisinde olmak hüsrana neden olur. Çünkü perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.
υ Hangi aşamada bir uzmana başvurmak gerekir? Kime gidilmeli?
Eğer çiftler çaba gösterdikleri halde ilişkilerinde tekrarlayan sorunlarla karşılaşıyor ve çözüm yolunda bir ilerleme kat edemiyorlarsa o zaman uzmana başvurma zamanı gelmiştir. En iyi adres klinik psikoloji mezunu, konusunda uzman aile ve çift terapistleridir. Sorunların türüne göre belki bir cinsel terapi almak da çok faydalı olabilir. Eğer kadında ve/veya erkekte cinsel isteksizlik- soğukluk varsa, ağrılı, acılı, korkulu, kaygılı bir cinsellik yaşanıyorsa, ereksiyon, boşalma, vajinismus sorunları varsa doğru yaklaşım cinsel terapi olmalı. Çocukları olmadan önce tatmin edici özel yaşantısı olan, bebekle beraber yataklarını ayırmış bir karı koca kendilerini çıkmazda hissedip gelmişlerdi. Durum kendileri için tam bir kaostu. Birbirlerinden neredeyse ümidi kesmişlerdi. Aksaklıkları
tespit edip farkındalık sağlayınca evlilikleri kısa sürede eski heyecanına kavuştu. Kaybettiklerini sandıkları bağları tekrar kolayca kurdular, çünkü o bağlar zaten hep oradaydı. Terapiyle sadece yeniden fark etmeleri sağlanmış oldu. Bir diğer vakada ise temizlik takıntısından mustarip iki çocuklu bir kadın danışan başvurmuştu. Temizlik yapmaktan elleri yara olmuştu.. Yaptığım seanslarda gördüm ki erkekte narsistik kişilik bozukluğu var. Eşine duygusal şiddet uyguluyor. Takdir etmiyor, beğenmiyor ve yetersiz hissettiriyordu. Eşinin bu sorunu kadında artmış bir sorumluluk ve kontrol duygusuna neden olmuş ve obsesif kompülsif bozukluk gelişmişti. Seanslarda takıntılarının nedenini keşfetti. Nedenlere yönelik çözüm yolu geliştirdi. Böylece zaman içinde takıntılarında rahatlama oldu. Önemli olan sorunu iyi kavrayıp hedefe yönelik terapiler yapmak.
υ Türkiye’nin ilişki yapısı nasıl? Artı ve eksileri nedir size göre?
Elbette tüm bu yapı içerisinde kültürel faktörü göz ardı etmemek gerekir. Hepimizin birey olarak duygusal ve sosyal ilişkilerimizi yürütme şeklimiz ta bebeklikte anneye bağlanma biçimimizle ve kendi ailemizdeki anne-baba ilişkileri çerçevesinde biçimlenir. Romantik ilişkimizi belirleyen bağlanma biçiminin altında yatan iki önemli korku vardır. Terk edilme korkusu ve yakınlık kurma korkusu. Bir çizgi düşünün bir ucunda güven var, diğer ucunda güvensizlik ve korku var. İşte her kişinin bağlanma şekli bu çizginin iki ucundan birine daha yakın düşüyor. Yani kimisi ilişkisini güven içinde sürdürüyor, kimisi ise korku, kaygı, saplantı veya aldırmazlık içinde. Güvenli olmayan her bağlanma, sorunları beraberinde getirir. Tabi bir de toplumsal özellikler var. Genellikle toplumumuzda aile yapımız daha korumacı, daha kapsayıcı ve müdahaleci. Biz de öğrendiğimiz bu ilişki biçimini farkında olmadan kendi ilişkilerimize taşıyoruz. Dolayısıyla rollerde de bir karmaşa oluyor. Kadınlar olarak bir süre sonra eşimize de anne gibi davranıyor onları çocuklaştırabiliyoruz. Erkekler de bir süre sonra eşlerine karşı baba rolünü üstlenebiliyorlar. Bu da kadınları çocuklaştırabiliyor. Ben olmazsam sen mahvolursun alt mesajı bir süre sonra kaygı, korku ve öfkeye dönüşüyor. Olgunluk, kendine yetebilme anlayış, güven duyguları yeterince gelişemeyebiliyor. Bu durum da çabuk öfkelenme, sabırsız davranışlar, sebat gösterememe, hırçınlık, huysuzluk olarak karşımıza çıkabiliyor. Oysa yetişkinlik ruhsal bir olgunluğu gerektiriyor. Çiftler birbirlerinin büyümelerine olanak tanımalılar. Dengeli sevgi dolu, anlayışlı, saygılı bir birlikteliğin yolu ruhsal olgunluktan geçiyor.