Farkında değilsiniz belki ama her yaşın insana bir armağanı vardır. Yani girdiğiniz her yeni sene size bir hediye ile gelir. Belki bir öğreti, bazen bir öğüt, güzel bir haber, acı bir kayıp ya da öğrenmeniz gereken her ne ise onu getirir her yeni yaş beraberinde. Ben bu sene, mart ayında, 37 yaşıma bastım. Daha önce sadece bir defa mutsuz bir doğum günüm olmuştu, 30. yaşıma girerken evren yine bana büyük bir mesaj göndermeye çalışıyordu ama benim tüm kanallarım kapalı idi. O gün değil belki ama sonrasında çok şey öğrendim. Biliyorum ki, bugün ilişkimde olduğum yerde olabilmemin sebebi, o yıl ki doğum günü hediyemdir. Diğer seneler doğum günümü mutlulukla, sağlıkla, huzurla, neşe dolu ve sevdiklerimle kutlama şansım oldu. Şükürler olsun ki beni çok seven ailem, dostlarım var ve sevdiklerimle olmak, sevmek, sevilmek, eğlenmek ve gülmek yeter bana.
Bu sene evrenin yine bir mesajı varmış bana. İki, üç hafta öncesinden ufak paketler halinde gelmeye başladı doğum günümün bana hazırladığı hediyelerim. Önce hiç sevmedim onları, canımı acıtıyordu gördüklerim, imkânsızdı benim için bu çirkin hediye, yanlış gelmiş olmalı, aynı gün doğan başka bir kişinindi kesin. Meğerse, gelecek büyük kayıp için alıştırıyormuş beni bu senem. Sonra 5 Mart geldi. En sevdiğim gün, en sevdiğim ay, benim günüm. İyi ki doğduğum gün. Uyandığımda içimde biraz neşe biraz korku vardı. Önceden gelen hediyelerin aslı gelecekti bugün biliyordum. İnşallah gelmez diye yalvarıyordum. Ben hiç kimseyle küsmedim biliyor musun hayatımda. Hiç bir insanı çıkarmadım hayatımdan. Çıkaramam çünkü içim kaldırmaz, küsemem çünkü küs kalamam ben. Benle küs kalmak isteyenler için çaresizce çabalarım son damlasına kadar. Sonunda da kaybı kabul etmek bana hep çok zor gelir çünkü sevdiklerimi kaybetmek istemem ve tek kayıp ölüm değildir. Kırdıklarım olmuştur elbet istemeden ama düzeltmek için çok çaba sarf ederim.
Günün geri kalanını keyifle geçirmeye başlamıştık, canım annem, canımın içi ablam ve ben bu muhteşem güneşli günde Kuzguncuk sokaklarında el ele geziyor, güneşin tadını çıkarıyorduk. Ablam lavantalarla, annem aktarda gezer iken ben kaldırımda onları bekliyordum. İşte tam o anda evren gönderdi hediyemi. Bu sefer telefonuma bir mesajla gelmişti. Kısa ve net bir mesaj. Yazılması gerektiği için yazılmış, gerçeklerden ve duygudan uzak, belki de altında öfke, kızgınlık dolu. Bilemiyorum çünkü hiç bir açıklama yoktu. Mesajı okudum, kalbim hızla çarpmaya başladı, göğüsüm sıkıştı, ellerim buz kesti ve gözlerim doldu. Bağırmak istiyordum, isyan etmek ve bu hediyeyi hemen geri vermek istedim. Sonra bir an durdum, derin bir nefes aldım, ve 30. yaşımı düşündüm. Bana öğretmek istediklerini, benim görmeyişimi ve sonra zorla da olsa yine öğrettiğini. Durdum ve ‘bu sefer farklı olacak’ dedim. ‘Zorlanacağım belki çok canım yanacak ama bu sefer mesajı alacağım’. ‘Mesaj yerine ulaştı’ dedim sessizce evrene ve şükrettim. Varlığıma, nefesime, gözlerime, kalbime, acıma, büyümeme, gelişmeye ve değişmeye açık olduğuma şükrettim. Canım hâlâ ara sıra yanmıyor değil, o kadar basit değildir ilişkilerin kaybı. Hele bir de eskilere dayanıyorsa söker alır insanın kalbini. Ama kendime önce acıyı hissetme sonrada kaybımı yaşama iznini veriyorum. Bunu nasıl mı yapıyorum. Her defasında ‘sen uğruna savaşılmaya değersin’ diyorum kendime.
Ve yine de ümidi mi yitirmiyorum, tüm küslüklerin bittiği bir dünya hayal ediyorum. Beklentisizce verebildiğimiz ve fakat karşılığında beklentisizce sevildiğimiz yıllarımız olsun. Hepiniz iyi ki doğdunuz.