Nilgün Sabar ‘Selfie’yi tuvallere taşıdı

Sanatını hayatının merkezinde konumlamış sanatçı Nilgün Sabar, bu defa sergisinde çağımızın moda kavramı selfie’yi yorumluyor.

Miryam ŞULAM Sanat
3 Nisan 2019 Çarşamba

Şanel Şan Sevinç küratörlüğünde, Sanatgezgini Kuruçeşme Galeri’de 4 Nisan Perşembe akşamı açılacak sergi, 6 Mayıs’a kadar sanatseverlerle buluşmaya devam edecek. ‘SELFIE’ özne-kamera ilişkisinin sosyolojik yorumu, sanatla olan ilişkisi, pazarlama dünyasının eleştirisi ve bir kadının kendi iç dünyasına kamerayı döndürmesi olarak bölümlendiriliyor. Nilgün Sabar Hocamla sergi mekânında çalışmaları hakkında konuşurken, galerinin sahibi Tülin Mumyakmaz’ın da eşliğinde, kendimizi samimi ve akıcı bir sohbetin içinde bulduk.

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi mezunu Nilgün Sabar’ı özel kılan, bugüne dek ürettiği tüm eserlerinde, insana, doğaya ve evrende olan bitene dair ne varsa, önce kendi iç dünyasında düşünsel ve oldukça duyarlı sorgulamasını tamamlaması; sonra seçtiği renkler ve analitik anlatım diliyle, etkileyici şekilde tuvallere yansıttığı bir davasının olmasıdır. Bugün hâlâ, benim gibi pek çok öğrencisine, sanatın dönüştüren gücünü göstererek, sanatçı kimlikleriyle kendilerini keşfetmelerinde yol rehberliği yapmaya devam ediyor.

 Son yıllarda, günümüz insanının elinden düşürmediği telefonuyla fotoğraf çekerken, kendini de o karenin içine koyup görünme çabası ya da trendi diye de tanımlayabileceğimiz ‘Selfie’yi yeni sergin için konsept seçerken neler geçti aklından?

Bu sergi fikri, Kaz Dağlarında Şanel Şan Sevinç küratörlüğünde, Tasarım Parkında yaptığımız ‘Yüzünden’ isimli sergiye çalışırken çıktı. O sergide de yer alan ‘Narsistik Buluşma’ isimli tablo ile ‘Selfie’ sergisinin ilk tohumları atılmış oldu. Bu resmi yaparken doğanın içinde, insanlardan ve teknolojiden uzak, kendimle baş başaydım. İşte böyle bir anda, insan kamerayı sadece iç dünyasına döndürebiliyor. Şanel’e anlatırken,  “İçsel selfieler” dedim işlerime ve bu fikirle yeni sergi için yola çıktık.

 ‘Narsistik Buluşma’ eserin, 2008’de dahil olduğun bir müzik projesi için çektirdiğin fotoğrafın devamı olarak gelmiş…

Aynen. O yıl, bir müzik projesinde şarkı söylüyordum. Shakespeare’in Ophelia’sına gönderme bir takım fotoğraflar çektik. Ölüm, yaratma, estetik, sanat, kalıcılık, tüketim gibi kavramları sorgulattı bana. İleride bunu hayatımın bir köşesinde kullanmak üzere not ettim.

 Sergideki 17 yeni yağlı boya eserinizde ikisi hariç kendi oto portrelerin yer alıyor. Bu eserleri hangi dinamiklerin etkisinde ürettin ve önceki kişisel sergilerinden nasıl ayrımlaştırırsın?

Neredeyse tamamı oto portrelerden oluşuyor ve içsel bir yolculuk olduğu gibi, bu yüzyılın insanını anlama çabası da var. Geçmişten gelenle birleştirerek, biraz ben ama daha çok siz varsınız. Değişik bir serüvendi benim için. İlk kez bu kadar çok oto portre yaptım. Bir ruh halinden diğerine girdim, yaratma ve tüketme ile ilgili düşündüm. Bir başka önemi ise yapıtlarımla ilgili çıkacak olan kitapla tarihini denk düşürmemiz.

 Tebrikler! O halde nisanda, kapağında Nilgün Sabar yazan ilk kitap raflarda yerini almaya hazırlanıyor. Bu kitapta bizi neler bekliyor?

Teşekkür ederim. Yapıtlarıma yer veren, sanatımla ilgili bir kitabın çıkışını özellikle böyle özel bir sergiye denk getirmeye çalıştık. Kitabın içinde Sanat Yazarı Mehmet Ergüven’in beni hem plastik hem ruhsal açıdan analiz eden yazısı ile geçmişten günümüze yaptığım eserlerimden birçok örnek bulabilirsiniz.

 

ESERLER VE MESAJLAR

 ‘Selfie Point’ diğerlerinden farklı olarak, içinde bir başkasının portresini barındırıyor. Bu eserin hikâyesini öğrenebilir miyiz?

Çok sevdiğim bir arkadaşım, daha önce de resimlerime ilham vermiş, sanatçı, dansçı İlke Kodal’ın resmini görür görmez vuruldum. Kullanmama izin verdi. Tabii, etrafına eklediğim her şey kendi hayal dünyamın ürünü.

 ‘Lakshmi ile Buluşma’ adlı eserinde, selfie’nin yanında Hint Mitolojisinden bereket, talih ve güzellik tanrıçası Lakshmi’yi görüyoruz. İçindeki saklı mesaj nedir?

Öncelikle Hint minyatürü kullanmamım amacı selfie çekerken kaza ve ölüm oranının en çok Hindistan’da olması gerçeğiydi. Hint sanatını ve minyatürlerini hep sevmişimdir; oradaki anlatımlar resimlerime ilham vermiş olabilir. Lakshimişan, şöhret, ün, bereket, bolluk, para ile ilgili bir tanrı. Şans getirdiğine inanıldığından, Hintlilerin evlerinin başköşesine asılır. Onun önünde selfie, bana anlamlı bir gönderme gibi geldi, o yüzden orijinal Hint minyatüründen alıp resmime adapte ettim.

 Eserlerine baktığımızda, doğa ve hayvanların tuvalinin yadsınamaz bir parçası olduğu gözlemleniyor. Bu sefer yine doğa sıkça karşımıza dikiliyor. Bazı portrelerin çevresindeki rengârenk Lilyum çiçekleri adeta görsel bir şölen halindeler…

Haklısın. Din ve mitolojide pek çok anlamı barındıran bir çiçek olduğundan, eserlerimde de özellikle lilyumu kullandım. Örneğin Yunan mitolojisinde, Hera’nın sütü lilyum çiçekleri ile anlatılmış.

 ‘Mağara’ adlı eserinde sevgilinle birlikte olan portrenin üzerinde yarasalar uçuşuyor.  Sonsuzluğu temsil eden bu hayvanlar aşkın sonsuzluğuna bir gönderme yapıyor olabilir mi?

Aslında aşk sana kendini tanıman için bir olanak sunar. O yüzden seçtiğin kimse, senin bir aynandır diye düşünüyorum. Aşkın değil belki ama ruhun ve kendini arayışın sonsuzluğuna dair bir gönderme yapmış olabilirim.

 Eserlerinde kullandığın renkler ve seçtiğin kavramlar aslında bir sanatçı olarak hayata bakış açını ve iç dünyanı yansıtıyor. ‘İnsansız’ adlı etkileyici eser, Nilgün Sabar’ın bugün sürdürdüğü hayatı ve evrenle ilgili düşüncelerini özetlemek istiyor gibi. Ne dersin?

Doğa aşığıyım. Şarj olmak için doğanın içinde olmayı tercih ederim. Bu yüzyılda insanoğlu maalesef doğadan koptu ve doğadan koptukça endişesi arttı. Bu da korkuyu beraberinde getirdi. Korku olan yerde sevgi yeşermez. Doğa tek ilacımız; doğanın keskin ve içine alan etkisini hissettirmek istedim.

 Bazı eserlerinde, kadının yarım kalmışlığı, içindeki karanlık ya da saklı bir hüznü var. Sence, tamamlanmak isteyen kadın, aynı amaca hizmet etmek için fotoğraf karelerine kendini en öne yerleştiren kadınla bir mi?

Bu da bir bakış açısı olabilir tabii, ama eserlerimdeki kadın figüründen bağımsız, bu yüzyılda kadın ya da erkek diye ayırmadan herkesi buna dahil edebiliriz.

 ‘Golden Horn’ eserinde, başında altın boynuzlar, önünde öfkeli bir köpek ve arkadan Ayasofya göz kırpıyor… Burada neler oluyor?

Golden Horn’da, ben İstanbul’a, İstanbullu kadınlar ve İstanbul ise tüm dünyaya göz kırpıyor. Nasıl derin bir kültür mirası olan şehirde yaşıyoruz ve ne kadar yaratıcı. İstanbul, tarihte çok önemli insanlara ve olaylara tanıklık etmiş bir toprak. Bu eserimi, kadınlara, İstanbul’a ve yaratıcılığa ithafen yaptım. Yorumlarsa, kişisel olacaktır.

 Başarılı bir sanatçı olmakla kalmayıp uzun yıllar resim dersleri veriyorsun. Bu yıl başlattığın workshop çalışmandan bahsetmeden olmaz. Şalom okurlarına, herkesin ilgisini çekebilecek ‘Yaratma Cesareti’ adlı çalışmandan bahseder misin?

Aslında yeni bir çalışma değil bu. Senin de birkaç kez katıldığın gibi, bu çalışmaları öğrencilerimle senelerdir yapıyorum. Art-terapi eğitimi aldım, sanatın iyileştirici etkisine tanık oldum. Yaşadığımız endişe çağında, bizi korkularımızdan arındırabilecek iki şey olduğuna inanıyorum: sanat ve doğa; bunlarla bütünleşmek. Farklı disiplinlerden hocalarla, farklı sanat dallarını birleştirerek, sadece sanatla ilgilenen veya kabiliyet sahibi insanların değil; herkesin deneyimleyebileceği, içine doğa gezileri de koyduğumuz atölye çalışmaları yapmaya başladık. İsmini, sanat terapisti ve analist Rollo May’in kitabından alıntılayarak ‘Yaratma Cesareti’ koydum. Gerçekten eğlenceli ve bütünlüklü çalışmalar bunlar.

Hepimizin içinde bir yaratıcı gizli.