Mimar ve ressam kimliğiyle tanıdığımız Refael Avidor, bu kez yeni kitabı ‘Pera Darmademans’ ile karşımızda. Birçok sanatsal yetiye sahip, 68 kuşağından İstanbullu entelektüel Avidor kitabında, Beyoğlu’nun her geçen gün değişen çehresini, kendi yaşanmışlıklarından yola çıkarak anlatıyor. Yazarın kendi çizim ve şiirleri ile desteklediği Pera Darmademans, İstanbul Mimarlar Odası tarafından yayınlandı. Geçtiğimiz günlerde tanıtımı yapılan kitabı Avidor’un dilinden dinleyelim.
Vernudachi – Bereket Apartmanında geçen kitap, üç öyküden oluşuyor: Yıkılış, Gökten Taş Yağıyordu ve Balyoz… Anlatıdaki şiirlerden birinde geçen Güvercin-Barış teması ise eseri farklı bir boyuta ulaştırırken okuyucuyu düşündürmeyi de başarıyor.
Galata’daki resim serginiz ile ilgili önceki söyleşimizde ‘Pera Darmademans’ adlı otobiyografik kitabınızın hazırlıklarından bahsetmiştiniz. Bu sürecin nasıl geliştiğini anlatır mısınız?
Sürecin gelişme sebebi düşünceme göre ‘elime kalem alma ihtiyacı’… Peki, bu ihtiyaç nereden doğuyor? İçini dökmek, düşündüklerini, hissettiklerini bu dünyada, bir arada yaşadığın insanlar da bilsin, anlasın istiyorsun.
Refael Avidor ve Işıl Amanoel
Birinci öykü ‘Yıkılış’, 1980’den hemen sonra… Zorba bir altüstlüğün içinden zorba bir sessizliğin içine düşmüşsünüz… Elinize kalemi alıp içinizi dökmek ihtiyacı hissediyorsunuz. Diyeceksiniz ki, kim duyuyor?
Birçok dönemde insanlığı derinden etkileyen duygular, düşünceler ve ifadeler yok, silinmiş. Ancak senin bunları düşünecek, tartacak halin yok! İçindeki dürtü çok güçlü. Artık elinde ne varsa, fırça, kalem… Duramıyorsun…
Neden Darmademans?
Türkçede ‘darmadağın’ veya ‘darmaduman’, çok dağınık ve karışık, tarumar demek. Demans da, zihinsel becerilerin, en çok da hafızanın hastalık nedeniyle zayıflaması veya bunama. Yani ileri seviyede hem çok dağınık ve karışık, tarumar olmuş, hem de ileri seviyede unutmuş, hafızası silinmiş demek istiyorum.
Bir müze gibi korunması gereken Pera, Galata… Öyle değiller mi? Örneğin ikinci öyküde, ‘Gökten Taş Yağıyordu’daki Tarlabaşı öyle değil mi?
“Arkasına askeri otoriteyi almış belediye başkanı o iki şeritli, adına ‘cadde’ denen yolun bir tarafından girmiş, öbür tarafından çıkmıştı. Deliciydi.” (S.59)
Tarlabaşı’nı tarumar etmedi mi? Biz de eskide nasıl olduğunu unutmadık mı? Ancak tarih kitapları hatırlıyor.
Kitabınızda yer verdiğiniz şiirleriniz çok dikkat çekici; şiir yazmaya ne zaman başladınız?
Öncelikle çok teşekkür ederim. Bu soru çok net. Şiirin iyi- kötü ne olduğunu bildiğim bir dönemde, duygu ve düşüncelerimi şiirle ifade etmeye çalışmıştım. 1980’ler… 12 Eylül’de tesadüfen Bodrum’daydım. Hatırlıyorum, deniz kıyısında oturuyorduk…
“Arşipel’de bir öğle vakti / deniz düşlere dokunmuş ipek bir halı / sırma saçlım/ örsen öremezsin/ yüzsen yüzemezsin/ hiç mi hiç kavuşamazsın” diye yazmıştım…
Kitapta seçtiğiniz karakterlerin hepsi gerçek hayattan mı alınma?
Önsözde bir bölüm var: “Salah Birsel’i anarak başlayayım: ‘Yaşam öyküleri dünyanın en büyük cambazhaneleri, en büyük seyirleridir (Bir Zavallı Sarı AT, Çağdaş Yayınları)’ der.” Bence bu cümle çok anlamlı. Onun için bu soruya bu cevabı vermekle yetineyim.
Kitabınızda, 38 sene önce, belediyenin uygulama koşulu koyduğu YIKIM için, dayınızın da yaşadığı binanın iki katını yıkmak durumunda kaldığınız zamanlara gidiyoruz. O zamanki duygu ve düşünceleriniz ile şu andakiler arasındaki farklar neler?
38 sene önce binanın iki katını yıkmadık. Her katta yapılmış bir eklenti vardı. Ana binayla birleştiği yerlerde de çatlaklar… Belediye, eklentinin dört katının yıkılmasını istemişti. Biz iki katını yıktık. Ama o zamanki duygu ve düşüncelerimle şu andakiler arasındaki farklar? Zor soru…
Bence en doğrusu Yıkılış’la Balyoz’u karşılaştırmak. İkisi arasında ne fark var? Biri 1980’ler, diğeri 2010’lar. Bence ikisi arasında pek fark yok. Geçinmek için her işi yapmak zorunda olan bir mimarın duygu ve düşünceleri bunlar… Asıl fark günümüzde doğuyor. Artık bu ‘iş’leri bile bulamayan, işsiz veya başka işler yapmak zorunda kalan o kadar çok mimar var ki… Bu arkadaşlarımla çok farklı duygu ve düşüncelere sahip olabiliriz.
Bir mimar olarak gençlik yıllarınızdaki Pera ile şimdikini kıyasladığınızda en çok neyi özlüyorsunuz?
Çok yerinde bir soru. Madem gidişten bu kadar şikâyetçisiniz, geçmişten en çok neyi özlüyorsunuz, onu anlatın diyorsunuz. Hem de bir mimar olarak… ‘En çok’ ifadesi işi iyice kritik hale getiriyor.
İkinci soruya verdiğim cevapta değinmeye çalıştım. Sözde ‘Tarlabaşı Bulvarı’nın önceki halini özlüyorum, çünkü bu Tarlabaşı Bulvarı, Pera’nın Haliç’le olan bağlarını, biraradalığını büyük ölçüde kopardı. Pera Tepesini bir tepe olmaktan çıkardı. Yaralı bir tepe artık o! Bir de Tarlabaşı’ndaki o sözde kentsel yenilemeler var. Tarlabaşı’nın onlardan önceki halini özlüyorum. Tabii Gezi’de kesilen ağaçları, bir de Emek Sinemasında yeniden film seyretmeyi özlüyorum.
PERA DARMADEMANS
Kitabınız, bu topraklardaki kültür katmanlarından belli bir dönemi yansıtıyor. Pera Darmademans belki de ileriki yıllarda yeni nesiller için hiç hayal edemeyecekleri bir geçmişi, deneyim ve samimiyetle aktaracak, güzel Pera’ya ait bir perspektif sunacak. Ancak kitabınızda bundan fazlası var. Tüm dünya için verilmiş bir ‘barış‘ mesajı var...
Değerli övgüleriniz için çok teşekkür ederim. Gelelim ‘barış’ meselesine…
Öncelikle dipnotta, ‘Dün’ şiirinde geçiyor (s.56). Güvercin, barışı inşa etme görevini bana verir ve uçar:
“Sen ne iş yaparsın diye sordu / Mimarım dedim / İyi o zaman sen inşa et barışı dedi ve uçtu gitti / Arkasından bakakaldım.”
Ama kitabın sonunda bir şiir daha var. Hatta hem şiir hem kitap ‘üç nokta’ ile biter. Yani bitmez…
“Uzun karanlık kış geceleri / Kar çamur yoksulluk / Yalnız hasta aç ve susuz / Ve nasıl ümitsiz hiçbir hayalime ulaşamamaktan / Bin kere çoğalan…”
Hep düşünmüşümdür; bu üç noktanın yerine ne gelebilir diye. Bu üç nokta kalmalı mı diye sormuşumdur kendime…
Değerli hocam, 16 Aralık 2018’de kaybettiğimiz Profesör Afife Batur, 2011 senesinde ‘Taşkışla Çalıştayı’ düzenlemişti. Beni de bu çalıştaya davet etmiş, ben de bir konuşma yapmıştım. Orada yaptığım konuşmanın kısa bir bölümünü tekrarlamak istiyorum. Üç noktayı biraz aydınlatabilir ümidiyle…
“68’de ve günümüzde, dünyaya hâkim olan ekonomik sistemin, insanlığın çektiği acıların, özellikle savaş, kıtlık, yoksulluk, çevre felaketleri, acılarının kaynağı, sebebi olduğunu düşündüm. Ama bazıları diyor ki, ‘İnsanoğlu açgözlüdür, tarih öncesinde ve tarih boyunca hep birbirini yemiştir. Tarih, sınıf mücadelelerinin tarihidir. Şimdi de öyle. Bu insanın, insanlığın tabiatı…’”
Sen cevap veriyorsun: ‘Evet ama insanoğlu kendini yıkıma götürüyor. Kendini sokan akrep gibi.’
Cevap geliyor: ‘Hayır, hayır! İnsanlık artık bunu görüyor, uyanıyor, bilinçleniyor, tedbir alıyor. İnsanlık kendi kendini yıkıma götürmez.’
Bu sefer bir şüphe doğuyor. Acaba hâkim ekonomik sistemin insan iradesinden bağımsız gelişme yasaları mı var ki, bunca zamandır savaşlara, çevre felaketlerine çare bulunamıyor. Bütün uluslararası örgütlere, toplantılara, barış ve çevreci hareketin çabalarına rağmen bulunamıyor.
‘Daha zaman var’ deniyor. ‘Daha yavaş, yavaş...’ Ama herkes biliyor ki, zaman kalmadı. Ozon tabakası deliniyor, hava solunamaz hale geliyor, nükleer santraller patlıyor, gün sayılıyor. Küresel ısınmaya karşı tedbir alınmazsa geri dönüşü yok. Afganistan, Irak, vs. bitmiyor. 25 yılda otuz binden çok insanımızı kaybetmedik mi?
O zaman yeni sorular geliyor: ‘Acaba ekonomik sistem yasalarının değil de insanlığın, insanların bireysel ve ortak iradelerinin yön verdiği yeni bir dünya düzeni mümkün değil mi? Başka bir dünya mümkün değil mi?’
Cevap veriyorsun: ‘BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN!’
Başka bir dünya mümkün derken ‘başka’dan kast ettiğimiz belli. Savaşın ve sömürünün ortadan kalktığı bir dünyayı hayal ediyoruz. Barış ve sosyalizmi hayal ediyoruz. Dünyanın her yanı savaş ve sömürüyle dolu olsa da…
‘Üç Nokta’yı tamamlayalım:
‘Uzun karanlık kış geceleri / Kar çamur yoksulluk / Yalnız hasta aç ve susuz / Ve nasıl ümitsiz hiçbir hayalime ulaşamamaktan / Bin kere çoğalan…’ sesi duyuyorum: BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN.”
Yeni projeleriniz hakkında ipucu verir misiniz?
Anlatmaya çalıştığım gibi… Gelecek kuşaklar daha güzel bir dünyada yaşasınlar diye elimden geleni yapmak istiyorum.