2. Dünya Savaşında 6 milyon Yahudi sivil, Nazilerin kamplarında katledilirken neden ABD ve İngiltere hiçbir şey yapmadı?
Bugün kuşkusuz dünyanın en büyük ekonomisi ve askeri gücü ABD. Bir ülke düşünün ki dünyanın herhangi bir yerinden aldığı istihbaratla dünyanın başka bir ucuna askeri bir müdahalede bulunabilsin veya Washington’daki merkez bankasından çıkardığı bir faiz kararı ile dünya borsalarını etkileyebilsin.
2. Dünya Savaşının bittiği yıllarda ekonomistler ABD hapşırsa dünya nezle olur diyorlardı. Savaş Avrupa endüstrisine öylesine bir zarar vermişti ki dünyanın toplam GSMH’nın yarısından fazlası ABD’den geliyordu.
Komplo teoricileri bu inanılmaz boyuttaki ekonominin hep gizli bir güç veya birkaç aile tarafından yönetildiğini, özellikle Yahudileri ima ederek iddia eder. Doğudaki mutlak rejimlerde yaşamış insanlar, her zaman eğer güç çok büyükse bunun mutlaka merkezi olduğuna inanma eğilimindedir.
ABD’de ADL gibi AIPAC gibi birçok Yahudi kuruluşu vardır. Bu kuruluşların hepsinin farklı misyonları vardır. Örneğin ADL ırkçılık, önyargı ve yalan tarihle mücadele ederken, AIPAC Yahudilik ve İsrail konularında kamuoyu oluşturmak için çalışır. Bütün bu kuruluşlar demokratik bir sistem içinde herhangi bir ayırımcılık yapmadan çalışır. ABD’de inanç ve din kimliği resmi kayıtlı bir fiiliyat değildir. ADL ve AIPAC ne çalışanlarını seçerken, ne de bir lobi faaliyeti yaparken, ırkçı, ahlaksız veya hürriyet karşıtı bir tavır sergilemez.
Ancak Ortadoğu’da genel trend tüm ABD Yahudi kuruluşlarının İsrail ve Yahudi milletinin çıkarına hareket ettiği yönündedir.
1940’ta ABD’de 4 milyondan fazla Yahudi yaşıyordu. Ancak bu nüfus gücü ve ilgili kurumları Avrupa’daki 6 milyon Yahudi’nin gaz odalarında Naziler tarafından çoluk, çocuk kadın dahil katledilmesine engel olamamıştı.
Elbette bunda Alman Nazilerin Son Çözüm adını verdikleri bu katliamı Doğu Avrupa’da güya çalışma kampları dekoru altında başlangıçta gizli yapmalarının rolü vardı. Naziler kampları gelen uluslararası kızıl haç görevlilerine, mahkumların güya duş aldığı sosyal aktiviteler yaptığı salonları gezdiriyor, gaz odalarından ve cinayetlerden söz etmiyordu.
6 milyon Yahudi’nin çoğu 1944’ten evvel Treblinka, Belzec gibi kamplarda, Nazilerin korkunç planı ‘Son Çözüm’ ün ilk 17 ayında dünyadan gizli katledilmişti. Naziler bu kampları amaçları olan Polonya Yahudi nüfusunu yok etmek projesini tamamladıkları için sonradan kapatmış, kanıtları da gizlemek istemişti.
1944 yılında Rudolph Vrba ve Alfred Wetzler adlı iki mahkum Nazi kampı Auschwitz’den kaçmayı başarır ve Slovak muhalefet güçlerine Auschwitz’te olanları anlatır. Böylelikle müttefik güçler ilk defa gerçek görgü tanıklarından Auschwitz ve diğer Nazi kamplarında olan katliamları öğrenir.
Ancak bu korkunç gerçeğin ortaya çıkmasına rağmen ne İngiliz Kraliyet Hava gücü ne de ABD Hava Kuvvetleri, Nazi Kampı Auschwitz’e tek bomba atmaz.
“Eğer bombalasalardı gaz odalarını tren yollarını imha etselerdi Nazi ölüm makinesi; kamp Auschwitz katliamlara devam edemeyecek, belki bir isyan çıkacak gaz odalarında can veren 1,5 milyon Yahudi’den bir kısmı kurtulacaktı.” Bu görüş savaş sonrası yıllardan 70’lere kadar Yahudi çevrelerde tartışma konusu olmuştur.
Savaşta Yahudi lobisi, ABD hükümetine baskı yapmasına rağmen, nasıl olur da tek bir bomba bile Auschwitz’e atılamaz. 1944 baharından sonra Auschwitz kampının ölüm makineleri daha da hızlanır ve kamp, daha evvelkilerin önüne geçer, 1,5 milyon Yahudi’yi gaz odalarında katleder. 1,5 milyon ölürken dünya gerçeği bildiği halde sessiz kalmayı tercih eder.
Dünyanın o günlerde ve bugün ve en büyük askeri gücü ABD’nin, Yahudi lobisinin baskılarına rağmen hiçbir şey yapmaması bir insanlık ayıbı mıdır, yoksa lojistik bir fiiliyat mıdır?
Bunun bir ayıp bir sessizlik suçu olduğunu söyleyenlerden biri de ABD Başkanı Jimmy Carter’di. Carter 1979 yılında ilk defa Auschwitz’in eski mahkumu ve ünlü yazar Elie Wiesel ile buluştuğunda, Wiesel’e savaş sırasında ABD istihbaratı tarafından çekilmiş Auschwitz kampının bir hava fotoğrafını hediye eder. 1944’te müttefikler kamp yakınındaki Nazilerin IG Farben fabrikasını bombalamış ancak Auschwitz’e tek bir bomba bile atmaya niyet etmemişlerdi. IG Farben sentetik patlayıcı müstahzarları yapan bir kimya fabrikası idi.
Tartışmanın diğer tarafında olanların ileri sürdüğü fikir ise, hedefin zamanın uçak menzili ve hedef hassasiyeti değerlendirildiğinde pek verimli olmayacağı yönünde idi. Savaşı kazanmak için kaynakların zaten yetersiz olduğu bir ortamda böyle bir operasyona harcayacak lojistik kaynak yoktu. Kıt kaynaklar çok daha stratejik işler için kullanılmalı, amaç savaşı kazanmak olmalı idi. Özetle savaşı kazanmak zaten Yahudileri de kurtaracaktı. Bir diğer görüş de, böyle bir bombardımanın Yahudi hayatlara da mal olacağı, savaşı radikal Nazilerin kabul ettiği gibi bir Yahudi problemine dönüştürme riski idi. Başka bir savunma ise Auschwitz’in bombalanması halinde Almanların çok daha fazla Yahudi’yi infaz edeceği yönünde idi.
Bunların hangisine inanırsanız inanın, gerçek olan bugün çok güçlü sanılan Yahudi Lobisinin savaşta çaresiz kaldığı idi.
Peki neden?
Bugünün haberleşme olanakları o zaman yoktu. Dünyanın sessiz bir ovasında işlenen toplu cinayetlerin internet yolu ile Londra ve New York’ta yaşayanlara ulaşmasının imkanı yoktu. Ulaşana kadar ve kamuoyu oluşana kadar ölen ölmüş savaş bitmişti.
İkincisi bir Yahudi ülkesi yoktu. Alman Yahudileri Almanya’dan, Polonya Yahudileri Polonya’dan sınır dışı edildiklerinde artık bir ülkeleri yoktu. Bu katliama dur diyecek vatansız göçmenlere sahip çıkacak bir ülke, bir ulus devlet ortada yoktu.
Vatansız göçmenler kaçsalar bile reddedildikleri ülkeden geriye Almanya’ya dönmek zorunda kalıyor, sonları ise gaz odalarında infaz edilmek oluyordu.
Holokost tarihinden çıkarılacak binlerce insanlık dersi vardır kuşkusuz. Bunlardan en ürpertici olanı sessizlikti. Uçak gemilerine sahip, savaş sırasında Normandiya çıkartması için her gün bir çıkartma gemisi üretebilen bir ekonomik ve askeri güç sessiz kalmıştı. İkincisi ise bir ulus devlete, sana sahip çıkacak bir devlete sahip olmanın önemidir.