27 ülke tarafından Nobel Barış Ödülü’ne beş kez aday gösterilen politik psikolojinin dehası olarak kabul edilen Prof.Dr. Vamık D. Volkan, 2009 yılında Türkçesi yayımlanan ‘Körü Körüne İnanç: Kriz ve Terör Dönemlerinde Geniş Gruplar ve Liderleri’ isimli kitabında, “Büyük gruplar birtakım yararlar karşılığında, on veya yüz yıllar içinde, kendi ortak kimliklerini değiştirebilirler” demektedir.
Peki, dünya gibi Türkiye‘nin de içine girdiği kimlik politikalarının ana nedenleri nelerdir? Nedir bu kimlik?
Toplumsal düşünce üretiminde geri denebilecek ülkeler henüz kimlik meselesini anlayıp hazmetmemişken, dünya bizi üst ve alt kimlikler diye tartışmaya davet ediyor.
Cebimizde taşıdığımızı ‘kafa kağıdı’ndan öte bir şey olduğu kuşkusuz. Ancak anlatmak için kimi felsefi-siyasi kavramları yardıma çağırmam gerekiyor.
Kimlik, ‘identitas’ iki şey arasındaki aynılıktır ya da benzerliktir. Aynılık varsa bu iki şey farklı farklı olamazlar Benzerseler de baştan onların farklı farklı olduklarını varsayıyoruz anlamı çıkar. Yani onlara bu aynılık ve benzerlik nedeniyle çoğul bir yapı yanında birey olarak da işaretliyoruz.
***
Kimlik, aidiyet, kadınlık, erkeklik, azınlık, çoğunluk, etnisite, globallik, yerellik…
Sıralamakla bitmeyen ama birçok ağıza büyük gelen ifadeler.
Ulus Baker’in de dediği gibi: “İnsanlar bu yüzden sanıyorlar ki herkesin derdi bir kimliğe sahip olmak, yaşadığı dünyada kendini bu kimlikle ifade etmek, hatta daha da kötüsü bu kimliği arayıp durmaya mahkûm olarak sürekli bir arayışta yaşayıp ölüp gitmek.”
Öyle olmuyor aslında. Olaylar, olgular ve zaman zaman liderlikler bunu bir arayıştan çok, bir duruş felsefesi olarak lanse ediyorlar. Holokost dahi bunun sonucudur.
Aslında kimsenin kimlik filan aradığı yoktur. İnsan soyu, yaşamak, iyi yaşamak, yemek, içmek, eğlenmek, mecburen çalışmak, spor yapmak, sevmek, sevilmek gibi şeyler istiyor. Mutluluk ve huzur arıyor. Kendi kendine durum da kimlik aramıyor.
Ama kitleden beslenen sistemler, mesela spor dediğimizde alt kimliklerle maddi ve/veya manevi güç topluyor. Sporu sevmekle kalamıyorsunuz. Birdenbire bir kimliğini oluyor. Fenerli, Cimbomlu gibi. Kimi kitlesel kışkırtmalarda, bunun için ölüyor öldürüyor insanlar. Ne için? Fenerli olduğu için mi? Beşiktaşlı olduğu için mi? Hayır. Kimse bilmiyor.
***
İnsanların ‘kimlik’ oluşturabilecekleri farklı farklı birliktelik tarzları var. Bunlardan çoğu fiziki yakınlık, beraber faydacılık, hak arama ya da koruma gibi şeyler olabildiği gibi, en başında aile geliyor. Bir diğeri komşuluk oluyor mesela. Kapı ve mahalle komşuluğu olabileceği gibi, tarihsel süreçler içinde yaşanan toplumdan topluma komşuluk da olabiliyor.
Peki ya dinler? Kimlik oluşturma ve aynı çadır altında insanı tutmaya etken midir sizce?
Gilles Gaston Granger der ki: “Çoğu zaman kimlik, statik değil, jenerik de olabilir.” Buna bir örnek verecek olursam; mesela dersem ki “Bütün erkekler şiddet barındırır ve kabadır”, bana feminist diyebilirler, gözlemlerini aktarıyor diyebilirler; ancak mesela “Kadınlar trafikte dikkatsizdir” desem, başlıma neler gelir, hakkımda ne konuşulur kim bilir?
Birey düzeyine indirgenmemiş her eleştirel adım, küçük ya da büyük olsun, toplumsal kimliğe dokunduğu anda, ‘dokunulan toplum’ öteki olduğunu hisseder ve reaksiyon yaşayarak tepki verir.
***
Öte yandan dinlerin ve inanç sistemlerinin kimlik meselesindeki önemli rolünü anlamak için sadece Klossowski’nin fantezi romanı ‘Baphomet’i okumak yeterli olacaktır.
Şimdi başladığımız noktaya dönelim.
Volkan bahsettiğim aynı kitabının girişinde, kimlik nedeniyle çatışan toplumların uzlaşmaları için atılan adımlardan olan görüşmelerden bahsederken şöyle anlatır:
“Birbirine düşman iki grubu aynı toplantıya almışsınız, bunlar konuşmaya başlayınca biraz sonra içlerinden biri çatışma yaratacak bir cümle ediyor. İşte şunu şunu yapmazsanız bu toplantıyı terk ederim diyor. Tabii ki, bu gayri resmi bir süreç olduğu için bu tür mini çatışmaların olması da doğaldı. Burada önemli olan, çatışmaları idare edebilmektir. Eğer siz mini çatışmaları idare edebilirseniz sonraki asli çatışmaları da idare etme imkânını bulabilirsiniz. Tabii bu toplantılarda bir direnç ortaya çıkar her zaman. Düşünün, ben sizin akrabalarınızı öldürmüşüm, siz de benim akrabalarımı öldürmüşsünüz. Sonra bedenen bir araya gelip birbirimize gülümsüyoruz. Bu gerçekten çok zor ve korkunç bir şey. Başlamak gerçekten zordur.”
İşte tam da bu noktada yaşanan zorluğun temelinde, bireyin içine doğduğu ve kendisine öğretilen kimlik rol oynamaktadır. Toplumların kimliklerini hiçe saymalarını ya da yok etmelerini bekleyemeyiz. Ancak beklenti, bugün ve geleceği planlarken, kimliğimizin geçmiş tarihinden edinilen özellikle olumsuz tecrübelerin, aşılabilmesidir.