Tiyatro Festivalinde dans

22. İstanbul Tiyatro Festivali 12 uluslararası ve 12 yerli gösteriden oluşan programına dokuz dans gösterisi ve koreografik bir dans filmi katmıştı. Bunlardan ‘Varoluş’, ‘Fourfold’, ‘Beyaz Üzetine Beyaz’, ‘Nederlands Dance Theater 1’ ve ‘Pixel’den daha önce söz etmiştim. Son zamanlarda ‘45’lik’ ve ‘Do Ku Man’ın sezon içinde sahnelenmeye başlaması sebebiyle geri kalanların tamamına kısaca değinelim.

Erdoğan MİTRANİ Sanat
10 Nisan 2019 Çarşamba

“45’lik”

Çağdaş dans sanatçısı, koreograf Tuğçe Tuna’nın konseptini, koreografisini, videosunu ve yönetmenliğini üstlendiği, ses ve ışık tasarımlarına katıldığı ‘45’lik’ için tanıtım yazısında: Tuğçe Tuna bedenin biricikliğinden yola çıkarak sanrıları bedenleştirme peşine düştüğü eserinde, kinestetik anı belleği ve numerolojinin araladıklarıyla hikâyeleri birleştiriyor. Sayı, Suret, Sanrı, Ses, Sağaltma.

Seyirci bu hikâyeyle, farklı deneyimleri olan bireyler ve dans sanatçıları eşliğinde, Sultanahmet’in özgün mekânlarından Abud Efendi Konağı’nda buluşacak” ifadesi var.

Abud Efendi Konağının spor salonunun merkezinde, üç sıra yükselen dikdörtgen piramitte oturtulan seyirci, 11 kadın dansçının, arada bir dans figürleri yaparak, kimi zaman da sadece koşuşturarak önündeki yolda dolanmasını izler ve devinimlerin kendi görüş alanlarına girmesini sabırla beklerken, iddialı tanıtımdan doğan beklentileri pek de gerçekleşmiyor.

Benim için festivalin iki büyük hayal kırıklığından biri olmuştu ama tabii ki her zaman olduğu gibi karar sizin.

 

Koreografın Bakışından Ingmar Bergman (2016)

Festivalin ek etkinliklerinden biri, İsveç’in en yenilikçi koreograflarından dördünün, Ingmar Bergman’ın evinin olduğu Fårö adasındaki izlenimlerinden ve esinlenmelerinden doğan, bağlayıcı öğesi yemyeşil bir Fårö’nun ve büyük ustanın evi Hammars’ın şiirsel görüntülerinden oluşan benzersiz bir çağcıl dans filminin gösterimi oldu.

Bir hangarda çekilmiş dört minimalist dans gösterisinden birincisi, Alexander Ekman’ın koreografisini yaptığı ve dans ettiği ‘Bergman ve dans üzerine bazı düşünceler’ adlı bölüm. Chopin’in müziği eşliğinde Ekman, Bergman’ın filmlerinde ifade ettiği (ya da sağ olsaydı ifade edebileceği) duygu ve heyecanların koreografik karşılığını araştırıyor.

Bergman’ın boşanmış orta yaşlı bir çiftin yeniden iletişim kurma çabalarına odaklanan son filmi ‘Saraband’, Pär Isberg’in ‘Samband - Band – Saraband’ adlı koreografisinin ilham kaynağı. YoYo Ma’dan yıllar sonra, dansın bir Bach çello konçertosuna kazandırdığı derinliklerin heyecan verici bir örneği.

Koreografı ve dansçısı Pontus Lidberg olan ‘Bir Ön-Etüd’, filmlerinde atların göründüğü Bergman filmlerine ve özellikle ‘Yedinci Mühür’e ilginç bir gönderme.

Filmin sunumu için İstanbul’a gelerek keyifli bir söyleşi yapan koreograf Joakim Stephenson, hastanelik olduğu dönemi anımsayan Bergman’ın anlatısına, Stefan Levin’in müziğine karıştığı son bölüme, tüm zamanların en iyi filmlerinden ‘Persona’nın isminin bir çeşitlemesi olan ‘Onapers’ adını vermiş. Filmin bu en başarılı ve dans tiyatrosuna en yakın son bölümünde, hasta ile hemşire yer değiştirmekte ve film, hastanın hemşiresine huzur ve teselli vermesiyle sona ermektedir.

Bu bol ödüllü dans filmini internette aramanızı ve bir şekilde karşınıza çıkarsa mutlaka izlemenizi öneririm.

 

“YU”

Sahnede dokuzlu bir mercek. Arkasında, yandan ve arkadan iki ışık merkezinin aydınlattığı yarı çıplak bir kadın bedeni. Kadının vücudunun merceklerden süzülen devinimleri seyirciye kimi zaman parçalanarak, kimi zaman baş aşağı dönerek yansıyor. Kadının nefes alış verişi dışında hiçbir ses yok.

‘YU’, gerçekleştirdiği çalışmalarında sanat, politika ve felsefeyi yalın biçimde harmanlayan bağımsız dansçı, koreograf ve eğitmen Gizem Aksu’nun, iç organların hayata durmaksızın önerdiği organik bilgelik üzerine, iç organların ‘ne’liği ile değil de, iç organların yaşamla kurdukları karmaşık ilişkisellikle ilgili sinematografik performansı.

Geçtiğimiz nisan ayında  prömiyerini Toneelhuis’de yapan, Platform 0090 prodüksiyonuYU’nun kavramsal çerçevesini, yönetmenliğini ve performansı üstlenen Gizem Aksu, iç organların hayata hiç durmadan önerdiği arkaik, organik ve spontan bilgelikte bedeni duyumsama, hissetme ve hareket ettirmenin izine düşen cesur, ilginç ve etkileyici bir çalışma yapmış.

Anlatılması zor, izlenmesi ilginç bir iş.

 

Ruhiye”

Hâlen Genel Sanat Yönetmeni olan Zeynep Günsür tarafından 1999 sonlarında kurulan Hareket Atölyesi, farklı yaşlardan ve altyapılardan gelen kişilerin her türlü bedenle, farklı disiplinler içinde araştırma çalışmaları yaptıkları bir atölyedir. Araştırmaların merkezinde bedenler ve hareket olsa da; insana ait her türlü ifade üzerine odaklanan bu çalışmalar, mekân/mimari-ses/müzik-hareket/dans-metin/edebiyat-film/medya alanlarının karşılaşmasından da yararlanır. İhtiyaçtan doğan kullanımlar, ihtiyaçtan doğan sanat üzerine düşünen ve üretmeye devam eden Hareket Atölyesi Topluluğu’nun bir amacı da katılan herkes için farklı yaratıcı alanlar oluşturabilmektir. Dolayısıyla her beden kendi araştırma süreci içindedir ama bunu ortak bir alanda paylaşır.

‘Ruhiye’, yaşları 35 ilâ 80 arasında değişen dokuz kadının, bizleri içine sıkıştığımız rutinden çıkıp ‘paralel bir evrene’ geçmeye davet ettikleri bir oyun. İcracılar tanımsız bir kolektif dişi varlığı araştırırken, hayal ettikleri evrenin diliyle konuşuyor.

İzleyiciler, konsepti, dramatürjisi, hareket düzeni Hareket Atölyesi Topluluğu’na ait olan ‘Ruhiye’ye girmeden hemen önce geçtikleri fuayede, hem atölyenin hem oyunun evreniyle fotoğraflar, hareketli görüntüler, baskılar ve kostüm elemanları eşliğinde tanışıyorlar. İçeri gittiklerinde yatar vaziyette buldukları dokuz kadının, öncelikle bedenlerinin kendi içsel tarihi ve hafızasına dayanan, zihinsel açıklıkları fiziksel yetkinlikten önce gelen performansları hem görsel işitsel niteliğine, hem de icracıların medenî cesaretine hayran oluyorlar.

İlginç ve etkileyici bir çalışma.

 

Dokuman

“Beden mekâna, mekân sese dönüşebilir mi? Fonksiyonel olan şey her zaman kullanışlı mıdır?”

Taldans’ın on yıl önce Linz’deki bir tekstil fabrikasının mekaniğini hareket, ses ve ritim ekseninde ele almasıyla doğan projesi ‘DO KU MAN’, çoğalan yeni kadrosu ve taze yorumuyla festivalin en heyecan verici işlerinden biri olarak karşımıza çıktı.

Dokumayı çağrıştıran adı, performansta gerçek ve sanal ipliklerin kullanımı, vurmalıları pimaş borular, madeni kutu profiller ve çubuklarla oluşturmalarıyla fabrika kavramına gönderme yapan müthiş yaratıcı performansın konseptini ve koreografisini 1997’den beri birlikte çalışan Filiz Sızanlı ile Mustafa Kaplan üstlenmiş, skenografi Erki de Vries’e, obje tasarımı Kerem Özel’e, ışık tasarımı Utku Kara’ya ait. Proje koordinatörü Fırat Kuşçu.

Mekânda sesi gezdirme, ses blokları kurma ve modüler yapılar oluşturma görevi,  Burcu Uçatenik, Ekin Tunceli, Jasmin İhraç, Fatih Gençkal, Fırat Kuşçu, Melih Kıraç, Sedef Gökçe, Yazı Ece Köz’den oluşan  dokuz kişilik oyuncu/dansçı ekibinde.

Do-ku-man sözcüğünden oluşmuş ‘a capella’ bir koro - kanon’la başlayan ‘DO KU MAN’,  icracıların beden kullanımları ve sadece kendi sesleriyle ellerindekileri yere ya da paravanlara vurarak oluşturdukları müzikle müthiş etkileyici bir görsel işitsel performansa dönüşüyor.

MSGSÜ Bomonti Şebnem Selışık Akasan Sahnesinde arada bir sahnelemeye devam ediyorlar.

İnternetten takip edin ve mutlaka izleyin derim. Çok keyif alacaksınız.

Hepinize iyi seyirler dilerim.