Anti-Amerikancılık birçok toplumda ve birçok coğrafyada son derece katmanlı dinamikleri bulunan sosyal, ekonomik ve siyasi sorunların uzaktaki, soyut ve ulaşılmaz olan tek/total bir düşmana indirgenebilmesidir.
Meriç Aytekin
Bugün dünya ölçeğinde siyasetin imkânlarını tehdit eden ve hemen hemen her coğrafyada ve her siyasi eğilimde kendini gösteren bir sorun ile karşı karşıyayız: Popülizm. Kavramsal açıdan milliyetçilik, ırkçılık, göçmen düşmanlığı ve eşitsizlik Amerika’da ve Avrupa’da yükselmekte olan sağ iktidarların temellerini anlamamıza yardımcı olsa da popülizm bizi tüm bu kavramları yeni biz gözle okumaya mecbur bırakıyor çünkü popülizm düşünme fakültesini neredeyse tamamen aradan çıkararak doğrudan tüketilebilir duygulara hitap ediyor.
Örneğin milliyetçilik de tarihsel açıdan belli bir kendinden geçmeye dayansa da popülizm ile karşılaştırıldığında hızlı tüketilebilirdik açısından siyasetçiler için yeteri kadar işlevli görünmüyor. Bu yüzden bugün tüm dünyada yükselmekte olan aşırı sağın analizinden ziyade aşırı sağın popülizmini analiz etmeye ihtiyacımız var ve elbette solun, sol liberalizmin ve sosyal demokrasinin bu popülizmden nasıl etkilendiğini de dikkatli bir şekilde incelememiz gerekiyor. İktidarların gitgide daha popülist olduğu noktada muhalifler ve muhalefetler de toplumu harekete geçirebilmek için hızlı reaksiyon yaratabilme ihtimali olan popülist araçlara ve söylemlere başvuruyor. Türkiye ve Ortadoğu özelinde bu popülizm biçimlerinden birisi de Anti-Amerikancılık olarak karşımıza çıkıyor. Peki, Anti-Amerikancılık nedir? Bu soruyu cevaplayabilmek için öncelikle anti-Amerikancılığın ne olduğundan ziyade ne olmadığına dair çok temel bir ayrım yapmamız gerekiyor: Anti-Amerikancılık Amerikan’ın dünya siyasetindeki hegemonik statüsünün eleştirisi değildir. Aynı şekilde Amerika’nın ekonomik gücünü veya silah gücünü dünya siyasetinde bir baskı aracı olarak kullanmasının eleştirisi de değildir.
Anti-Amerikancılık birçok toplumda ve birçok coğrafyada son derece katmanlı dinamikleri bulunan sosyal, ekonomik ve siyasi sorunların uzaktaki, soyut ve ulaşılmaz olan tek/total bir düşmana indirgenebilmesidir. Anti-Amerikancılığın tarihi Nazi Almanya’sından Sovyetlere, İran Devrimi’nden 6.Filo Eylemine, 11 Eylül Saldırısından Irak Savaşı’na kadar hayli uzun, karmaşık ve birbirinden farklılaşan süreçleri içeriyor olsa da temelde bütün kötülüklerin kaynağı olan bir düşman arayışının hemen hemen birçok anti-Amerikancılık türünde gözlemlenebilir olduğu söylenebilir.
Griffiths ve O’Connor’a göre anti-Amerikancılık Amerikan’ın hedef gösterilmesiyle Amerikan’ın eleştirilmesi arasındaki farkın kapatılmasına ve bir birine indirgenmesine dayanır (OConnor & Griffiths, 2006). Buradaki en önemli nokta eleştirinin son derece radikal veya yumuşak olması değildir. Eleştirinin ‘akılcı’ bir temelinin olup olmamasıdır. Yani sistematik ve analitik bir şekilde ABD’nin eleştirisinin yapılması, son derece radikal dahi olsa, ‘anti-Amerikancılık’ değildir.
Anti-Amerikancılık bu açıdan toplumun bir kitle haline indirgenmesinden ve siyasi tabakalardan ibaret olmasından güç alan bir popülizmdir. Anti-Amerikancılık üzerinden politika yapanlar için toplum siyasi kararlar verebilen vatandaşlardan ziyade hızlı bir popülizmle harekete geçirilebilecek kitleler anlamına gelmektedir. Peki, anti-Amerikancılık neden bir popülizm olarak görülmelidir? Çünkü vatandaşları hiçbir siyasi analiz yapmadan doğrudan kitle psikolojisine adapte eden tüketilebilir duyguları harekete geçirdiği için. Türkiye ve Ortadoğu coğrafyası özelinde düşündüğümüz vakit anti-Amerikancılığın siyasal İslamcılar, sosyalistler, sosyal demokratlar ve milliyetçiler tarafından belli açılardan kabul gördüğü görülecektir. Özellikle Irak Savaşı sonrası Siyasal İslamcılar anti-Amerikancılık üzerinden Ortadoğu ve Türkiye’deki muhalefeti ciddi anlamda etkileyebilir hale geldiğinde sosyalistler Amerikan Devleti’nin eleştirisi ile anti- Amerikancılık arasındaki ayrımı yeterince iyi ifade edemez hale geldiler ve ister radikal ister reformist olsun ABD’nin eleştirisi popülist bir anti-Amerikancılık dışında düşünülemez hale geldi. Başka bir ifadeyle Sosyalistler ve kendini solda tanımlayanlar Siyasal İslamcıların anti-Amerikancılığı karşısında onlardan net bir şekilde ayrılan ‘akılcı’ bir Amerika eleştirisi ortaya koyamadılar. Bazı sosyal demokratlar ve sosyalistler akılcı bir Amerika eleştirisi geliştirmek şöyle dursun yükselmekte olan anti-Amerikancılığı siyasi bir rüzgâr olarak görüp bu popülizme gözü kapalı bir şekilde atladılar. Belki de İran Devrimi, kör ve popülist bir anti-Amerikancılığın sola ve genel olarak toplumsal muhalefete nelere mal olabileceğinin Ortadoğu’daki en trajik örneğidir.
Anti-Amerikancılık her ne kadar anti-Siyonizm ve antisemitizm ile sık sık yan yana gelen de bir söylem olsa da bu iki ideolojiden ayrılan kendine has belli dinamikleri bulunan bir popülizm biçimi olarak düşünülmelidir. Anti-Amerikancılığın bu diğer iki ideolojiden ayrılan en önemli özelliği anti-kolonyalizm, anti-emperyalizm ve antikapitalizm gibi politik pozisyonları kendi bünyesinde daha geniş bir şekilde eritebilmesidir. Anti-Amerikancılığa indirgenmiş bir anti-kolonyalizm ve antiemperyalizm Ortadoğu ve Türkiye coğrafyasındaki yoksul işçi kesiminin çıkarlarına değil yerel elitlerin, toprak ağalarının, zengin ailelerin, patronların ve siyasetçilerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Burada psikanalistlerin çeşitli biçimlerde tanımladığı savunma süreçlerinden birini her ne kadar riskli bir referans olsa da, analojik olarak kullanabiliriz. Nancy McWilliams savunma biçimlerinden biri olan Yansıtma’ya dair şunları söyler: “Yansıtma, sonucunda, içsel olanın, dışsal kaynaklardan geliyor olarak yanlış anlaşıldığı bir süreçtir.” (sf.132)
Başka bir ifadeyle içsel bir sorunun dışsal kaynaklı olduğunu düşünmek yansıtma sürecini tanımlamaktadır. Siyaset psikolojisi açısından bize içsel olan yaşadığımız coğrafyadır ancak bizim içselimiz olan coğrafyadaki sorunları konuşmak yerine bu sorunları bizim dışımızdaki bir nedene, ABD’ye, bağladığımız vakit bir savuma sürecini başlatmış oluyoruz. Yansıtma ilkel bir savunma yöntemidir ve adından da belli olduğu üzere bir şeyle baş edemediğimizde, gerçek olduğu gibi kabul edilemeyecek kadar acılı bir hal aldığında yansıtma sürecine başvururuz. Siyaset psikolojisi açısından anti-Amerikancılık bu kavramsallaştırma ile düşünülebilir çünkü bir ülkede yoksulluk, şiddet ve sömürü dayanılmaz bir noktaya gelmişse bunun birincil sorumlusu olan içerideki siyasetçileri ve patronları konuşmak yerine Amerika’ya öfke duymak daha kolay ve rahatlatıcıdır. En kaba ifadeyle kendi siyasetçilerimize duyduğumuz öfkeyi ABD’ye yansıtarak siyasi açıdan değiştirici bir gücü olan öfkeyi bir hiç için harcamış oluyoruz.
Bireyleri hemen harekete geçiren ve onları kitle statüsüne indirgeyen anti-Amerikancı bir popülizmin Türkiye ve Ortadoğu’da siyaset yapan vatandaşlar olabilmemizin önündeki en önemli sorunlardan biri olduğunu söylemek gerekiyor. Bu Amerika’nın siyasi, askeri ve ekonomik etkilerinin yok sayılması anlamına gelmemektir ancak öncelikle yaşadığımız coğrafyaların muktedirleriyle hesaplaşalım ki o zaman dünya ölçeğinde de toplum olarak söylediklerimizin bir değeri olsun. Kaynakça: Griffiths, M., & O’Connor, B. (2006). The Rise of Anti-Americanism. London: Routledge. McWilliams,N.(2017). Psikanalitik Tanı Kişilik Yapısını Anlamak. İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları