Yıl 1989. Tam 30 sene önce. Kapıyı çaldık. Yanımda annem, babam ve kız kardeşim. Paris’te Latin Quartier’deyiz. Sanatçıların yaşadığı bohem bir semt. Kapıyı bir adam açıyor. Kocaman bir adam. Uzuuun beyaz saçları o kadar gür ki, karşımda bir ilah var zannediyorum. Sanki peygamber. Bizi içeri buyur ediyor. Annemin sanat yuvası Almelek Sanat Galerisinde açılacak bir sergi için bu adamdan bir eser almaya geldik. Eşi de yanında, bizi içeri buyur ediyorlar. Adam bize Türk kahvesi pişiriyor. Ne ince bir misafirperverlik. Ve ben bu kadar sene sonra dün okumayı bitirdiğim bu ilginç kitapla, ta o zamanlar bu heybetli adamla, Abidin Dino ile tanıştığımı hatırlayarak hayal meyal bende bıraktığı ilahi görüntüyü düşünürken keyifle ve saygıyla ve ne kadar şanslı olduğumun bilinciyle gülümsüyorum.
Şimdi de ‘Yüzler’ isimli bu eserde iki cennete göç etmiş büyük ustanın (Abidin Dino ve Yaşar Kemal) birbirleriyle yaptıkları diyaloglarını okuyorum. ‘Yüzleri’ konuşuyorlar. Resimde ve edebiyatta tasvir edilen yüzleri.
Yaşar Kemal:
‘’Silindi sanıyoruz ya... Hiç anımsayamayacağımızı sandığımız bir yüz, bir devinim, bir sözcük, bir türkü birdenbire karşımıza çıkıveriyor. İnsan bir tuhaf yaratıktır. İnsan bir birikimdir. İnsan dehşetli bir saklayıcıdır. İnsan belleğinin dünyayı algılaması korkunç bir macera. Biriktirme önemli. Hele insan yüzleri...”
Abidin Dino:
“Yaptığım şey bir bakıma bir çeşit oyun, yan yana, üst üste, alt alta, sıram sıram, dalga dalga yüzleri üretirken hızla, bir çeşit coşku duyuyorum. Kilim dokuyan bacıların bir motifi tekrar etmeleri ya da dervişlerin kutsal kelimeleri gece gündüz tekrarlamaları cinsinden bir sevinç...”
Mutlaka okumanızı öneririm...
Alberto Manguel, Ayrıntılara Aşık Adam
Yani hangimiz normaliz ki? Her birimizin yok mudur bir garip halleri, ilgi alanları, topladıkları, biriktirdikleri, belki de başkaları garipseyecek diye herkese anlatmadıkları şeyler? Üstelik de garip ilgi alanları olan bu şeylere karşı büyük bir tutku besliyor olamaz mıyız? Onun için yanıp tutuşuyor olabilir miyiz? Uğrunda her şeyi hiçe sayabilecek bir durum bile mümkün müdür? İşte bu kısa roman bunun üzerine. Bir karakter var ki, fotoğraf hastası, kendisi çekiyor fotoğrafları… Onları hiç kimsenin kolay kolay tahmin edemeyeceği şekillerde çekiyor ve biriktiriyor. Fotoğraf çekimiyle ilgili aklınıza en garip şeyi getirin ve onu üçle çarpın, hah işte o!! Adamın bu garip ilgi alanı/hobisi bir yana, romancı öyle satirik bir şekilde kaleme almış ki, bir kere yalnızca üslubu bile kitabı okunmaya değer kılıyor. Bence kitabın asıl teması da kahramanımızın garip fotoğrafları değil ama tutkuya bu kadar önem verilmesi. Evet, böyle acayip bir hobiniz olmayabilir (hatta olmasa daha iyi) ama her ne yapıyorsanız yapın yeter ki tutkuyla yapın... Bu edebi romanın amacı budur, kanımca.