Daryo Beskinazi’nin ilk kitabı ‘Melek Tokadı’, geçtiğimiz ay okuyucusuyla buluştu.
27 Mart akşamı gerçekleşen lansmanda, öykülerinden kısa alıntıları davetlilerle paylaşırken Beskinazi, kitabın içeriğiyle ilgili soruları da yanıtladı. Henüz yeni çıkan kitabını, 13 Nisan’da İzmir Kitap Fuarında imzalayan yazar, büyük ilgi topladı.
Genelde karanlık karakterlerin rol aldığı, 18 öyküden oluşan kitap kimi gerçekçi, kimi de kurgusuyla insanı hayrete düşüren fantastik hikâyeler içeriyor. Yazar, öykünün özellikle son paragrafında veya cümlesinde okurunu şaşırtmayı seviyor. Daryo Beskinazi, günümüz insanına ve yaşama dair okurunu tekinsiz olaylara sürüklerken, aslında distopik bir dünyaya ayna tutuyor. Kalemi hem güçlü ve etkileyici, hem de tamamen kendine has bir üslup kullanıyor. O bir ‘kurgu ustası’ diyebiliriz.
Bugün bir galeri sahibisiniz ancak, 18 yaşından itibaren kendinizi kaleminizle ifade etmeye başlamışsınız. Yazmak size ne ifade ediyor?
Birine, bir olaya ya da bir döneme tepki niteliğindedir çoklukla hikâyelerim. Kolay kolay kimseyi kıramam, alttan alırım, bağırıp çağırmam. O yüzden sakin bir profil çizerim. Gelgelelim mütekabiliyet ilkesi gereği cevap hakkımın doğduğunu da bilirim. Hikâyelerim bu hakkın kullanılması olarak okunabilir. Dolayısıyla söyleyemediklerimi nihayet söyleyebilmenin bir yoludur yazmak. Tatmindir, rahatlamadır.
Sizi bu kitabı yazmaya sizi motive eden ne oldu; neden Melek Tokadı?
Melek tokadı türetme bir sıfat. Benim de bir vakit kullanmak zorunda kaldığım güçlü bir sakinleştiriciye üzerimdeki etkisinden yola çıkarak taktığım isim. Anlatmak istediğim ne kadar çok şey olduğunu fark etmemi sağladığı için aslında bana büyük faydası oldu bu ilacın. O sayede içimin baraj kapakları açıldı, yıllardır birikmiş milyonlarca metreküp su içinde biriktirdiği ne var ne yoksa saça saça sel oldu, öykü oldu, kitap oldu…
Öykülerinizdeki karanlık karakterler, yaşanan talihsiz ve acı olaylar, korku, tehlike ve tekinsizlik üzerine inşa edilmiş kurgular okuru adeta beyninden vuruyor. Dünyamız sizce nereye gidiyor?
Ben azami yüz yıl sonra günümüzdeki Homo Sapiens türün artık var olmayacağını düşünüyorum. Su ve gıda savaşları yüzünden gezegen tam bir Mad Max filmine dönecek. Türümüz kendini Homo Vulgaris olarak vaftiz edecek. Çünkü hayvanlar gibi doğal içgüdü sahibi olmayan bir ırk Ademoğlu, o yüzden kötülüğe meyyaldir. Ölesiye bencildir. Hırsı ve kişisel tatmini için soykırım dahil her türlü kötülüğü yapabilir. Lakin bir gün gelecek, şahsi bekası için sistematik olarak yok ettiği doğanın kendinden çok daha güçlü olduğunu anlayacak, ancak onunla barış yapabilmek için artık çok geç olacak. Yani aslında bir nevi yeni-gerçekçilik akımı yaratıp onun merkezine kötücüllüğü yerleştiriyorum.
Tahammülfersa, istihza, nevzuhur, tefekkür, müntakim, müstehzi, imtina… Cümlelerinize eski Türkçe sözcükleri serpmenizin özel bir sebebi var mı?
Var elbette. Lisedeyken divan şiiri yazardım. O zamandan beridir ki, Cumhuriyet döneminde türetilmiş öz Türkçe kelimelerin güçlü bir ifade yaratmaktan aciz olduğunu düşünürüm. Küçümsemem, onları da illa ki kullanırım, ancak dediğim gibi, tek başına yetmez. Mesela, ‘yerle bir olmak’ yerine ‘yerle yeksan olmak’ demek bana daha leziz geliyor. Ya da 1915 yılında geçen bir hikâye yazarken ‘açık’ yerine ‘aşikâr’ demek…
Dolandırıcılık, hırsızlık, haksızlık, kaza, ayrılık, cinayet, art niyet, intihar ve ihanet gibi yaşama dair tüm karanlık kavramların buluştuğu bu öykülerin kurgu yazarı olarak Daryo Beskinazi aşka, sevgiye, iyiliğe, hoşgörüye ve umuda nasıl bakıyor?
Vallahi ben gayet iyi bakıyorum ancak günümüz toplumlarında bu tatlı, pembiş kavramcıklar ancak pragmatik olabildikleri ölçüde varolabiliyorlar. Kişiye bir hayrı yoksa iyilik yapmak çoğumuza zül geliyor. Hatta o kadar büyük bir süratle unutuluyorlar ki, onları canlı tutabilmek için Hollywood sürekli romantik komediler yapıp duruyor. Toplumların en sevdiği film türü de bu, çünkü onlara yavaş yavaş yitirdikleri iyicil benliklerini, artık sahip ol(a)madıkları kalp çırpınışlarını hatırlatıyor.
Kitapta karakterleri Yahudi olan tek öykünün ‘Emanetler’ olduğu dikkat çekiyor. İçeriği sizin için özel bir anlam taşıyor mu?
‘Emanetler’ için benim de mensubu olduğum, nüfusu giderek azalan ve muhtemelen 25-30 yıl içerisinde ‘koruma altındaki tür’ addedilebilecek gibi görünen kadim ırka dair fütüristik bir ağıt niteliğindedir diyebilirim. Bunu son paragrafta Hayim’in Yosi’ye söylediklerinden kolayca anlayabilir okuyucu. Kitabın kapağındaki mezar taşları da oradan alınmadır.
Çoğu öykünüzde okuru büyük sürprizler bekliyor. Bunu nasıl başarıyorsunuz?
Yazarın en büyük sermayesi rüyalarıdır. Ancak çok az rüya görürüm maalesef. Dolayısıyla oturup ciddi ciddi düşünüyorum. Bazen rastladığım üçüncü sayfa haberlerindeki bir başlık -mesela kitabın ilk öyküsü olan Arsa- bazen de bir dost sohbetinde yapılan dedikodu anlatılarıma kaynak teşkil edebiliyor. Önemli olan o anda kafada yazınsal değeri olabilecek bir fikrin şimşek gibi çakması ve unutmadan onu not etmektir. O yüzden pek çok yazar gibi yanımda hep defter kalem taşırım.
Kitaptaki en kısa öykünüz ‘Et’, aynı zamanda en çok sarsan öykülerinizden biri. Bu kurgu ile okura nasıl bir mesajınız var?
Diğer öykülerimin alt metnini de oluşturan ‘insan ruhunun karanlığını ifşa ihtiyacı’, bu öykü ile başladı. Ancak çoğunda kötülüğün cezasız kalabildiği diğerlerinden farklı olarak burada kahramanımız vicdan sahibi biri ve mesele vicdanıyla yüzleşmesinin yüksek olan bedelini ödeyip ödeyemeyeceği üzerinden açılımlanıyor. Fantastik bir öykü bu; büyülü gerçeklik akımının bir örneği… Günümüz pratiklerinde yeri yok. Ancak bir gün gerçek olup olmayacağına da kimse garanti veremez korkarım ki!
‘Karadul’ adlı öyküdeki psikiyatr, ‘’Sabır, yüzlerce kapının yan yana dizili olduğu uçsuz bucaksız bir duvarda, sana ait olanı açacak tek anahtardır’’ demiş. Yazarına soralım dedik: Bugüne kadar sabırla hangi kapıları açtınız?
Vallahi on beş yıldır bir şekilde ayakta tuttuğum bir sanat galerim var. Ayrıca bir yılımı verip bu kitabı yazdım kırk dokuz yaşımda, daha ne olsun! Üstelik yazma edimini sürdürüyorum ki, bu da büyük sabır ister.
Hikâyeler çok iddialı, çarpıcı ve bazen geriye gidip tekrar bakma ihtiyacı uyandırıyor. Aralarında sizin için en özel olan öykü hangisi, neden?
Kitabın son öyküsü olan ‘Yuva’nın dili diğerlerinden farklı biraz. Eski dile ihtiyaç duymadan yazdığım, içine türetme kelimeler kattığım, geri dönüşlü… Ayrıca çok yaşamın içinden bir hikâyedir. Yazarken ağladığım bir hikâye. Ancak en sevdiğim öykü, bir insanın yaşarken fiziken çürümesini ince detaylarıyla anlattığım ‘Minnet Borcu’. Son noktayı koyduğumda derin bir soluk alıp “Oh be, bitti nihayet!” demiştim.
Hayal gücünüz çok kuvvetli; bir sonraki kitabınızı merak ediyor insan. Aklınızda ne var?
Kısa hikâye yazmayı, derdimi böyle anlatmayı seviyorum ve devam edeceğim. Sanırım birbirleriyle bir noktada kesişecek olan üç ya da dört uzun hikâyeden oluşan çok katmanlı bir novella yazacağım şimdi. Ancak üçüncü kitabım muhtemelen bir roman olacak.
Tüm kitap sevdalılarına, edebiyat, felsefe ve sosyoloji konularına ilgi duyanlara, büyülü gerçeklik akımını merak edenlere ve en çok da diğer yazarlara, bu çok özel kitabı okumalarını tavsiye ederim.