Çocukluğundan beri gönül verdiği fotoğraf sanatını, ilerleyen yıllarda yurtiçi ve yurt dışında aldığı birçok ödülle taçlandıran Niso Maçoro, uzun pozlama ve mimari fotoğraflar yanında, ‘an’ fotoğrafları da çekerek, bakanların kalbine dokunmaya çalışıyor. Sanatçı, fotoğraf sevdasını, işinin püf noktalarını, amaç ve projelerini bizimle paylaştı.
Biraz kendinizden bahseder misiniz?
1956 yılında İstanbul’da doğdum; makine yüksek mühendisiyim. Evli ve iki çocuk babasıyım. Çocuklarım Fransa’da yaşıyor. Oğlum doktor, kızım sanat yönetmeni, eşim ise heykel sanatçısı. Sanata çok düşkün bir aile olduğumuzu söyleyebilirim.
Fotoğraf sanatına ne zaman ve nasıl yöneldiniz?
Her şey bar-mitzva’mda hediye gelen bir fotoğraf makinesi ile başladı. Fotoğraf sanatına ilgi duymaya ve fotoğraf çekmeye başladım. Lise yıllarımda okulda fotoğrafçılık kolu başkanı oldum. Çektiğim fotoğrafları karanlık odada basmaya başladım. Haftalığım kısıtlı olduğu için, o zamanlar 36 pozluk filmler satın almak yerine, aynı ebatta 100 metrelik sinema filmlerini satın alarak, karanlık odada birer metre olarak kesip kutulara koyarak kullandığımı hatırlıyorum. Böylece daha ucuza daha fazla fotoğraf çekebiliyordum.
Hep fotoğraf çekmeye devam ettim. Gittiğim seyahatlerde, evde çocuklarımı, bayramlarda ailemin resimlerini çektim. 2014 yılında fotoğraf sanatına daha fazla eğilmeye karar verdiğimde, kendimi geliştirmek için Focus’ta temel eğitim kursuna devam ettim. İFSAK’a üye oldum, çeşitli hocaların seminerlerine katılarak eksiklerimi tamamlamaya çalıştım.
Ne tür fotoğraflar çekmeyi seviyorsunuz? Seyahatlerinizde neler kadrajınıza takılıyor? Sokak fotografçısı diyebilir miyiz size?
Evet, portre fotoğrafçılığı yanında bana sokak fotografçısı da diyebilirsiniz. Seyahatlerimde uzun pozlama ve mimari fotoğraflar yanında, genelde ‘an’ fotoğrafları çekerek, fotoğraflarıma bakanların kalbine dokunmaya çalışıyorum. Son yıllarda, İstanbul’da Eminönü bölgesinde, yok olmaya başlayan mesleklerin ustalarını belgelemek amacı ile Timurtaş Onan’ın ‘Hanlar’ projesine katıldım. Niko Guido’nun, amacı İstanbul’u fotoğraflarla belgelemek, tüm dünyaya ve gelecek kuşaklara aktarmak olan ‘Benistanbul’ projesinde de yer alıyorum.
Fotoğraf çekerken dikkat ettiğiniz unsurlar nelerdir?
Bir fotoğrafçının sadece birkaç salisede görüp yakaladığı ‘o an’a, bazen saatlerce bakabiliriz. İyi bir fotoğraf çekebilmek için, önemli olan işte o ‘an’dır. Bazen de tek bir kare, bir hikâye anlatır, çünkü gördüklerimiz bize hayatımızın farklı evrelerinden çağrışımlar yapar. Bir kare fotoğraftan yansıyanlarla bazen ciltler dolusu kitap doldurulabilir.
Fotoğraf sanatçıları için “Bizim göremediğimizi bize gösterirler” gibi ibareler dolaşır. Fotografçılar farklı mı bakıyor?
Hayatıma fotoğraf girdikten sonra bakmak ile görmek arasındaki farkı algılamaya başladım. Kanaatimce, renkli baskının icat edilmesine rağmen, kontrastın oluşturduğu estetiği daha iyi gösterebildiği için kullanılmaya devam edilen siyah beyaz fotoğraf, renkli fotoğraftan daha romantik ve derindir. Sadece gri tonları görebildiğimiz bu fotoğraflar, diğer renklerin yerini doldurmayı ona bakana bıraktığından, Ted Grant’ın “İnsanları renkli olarak fotoğrafladığınızda onların kıyafetlerini fotoğraflamış olursunuz. Fotoğrafı siyah beyaz çektiğinizde ise ruhlarını” sözüne katılıyorum. Bu söz beni etkilediğinden, son zamanlarda daha çok siyah-beyaz fotoğraf çekmeye başladım.
Bir fotoğraf sanatçısında ne gibi özellikler olmalı?
Fotoğraf sanatçısı, sınırlı bir alanda, birçok hissi fotoğrafa yansıtarak, karelerinde hayata bakışını yansıtır. İzleyiciye geçen bu duygular, fotoğrafın neden çekildiği sorusuna verilen en doğru cevaptır.
Sanatçı, fotoğrafı nereden, nasıl bir ışıkla ve hangi açıyla çekeceğine kendisi karar verir. Fotoğraf çekerken dünyayı gözleriyle değil, objektifinden yani başka bir açıdan görür. Nesnelerin, farklı noktalar ve açılardan görünüşleri birbirine benzemez. Bazen hayatı daha güzel görmek için bulunduğumuz noktayı, yani bakış açımızı değiştirmemiz gerekir.
Etkilendiğiniz fotoğraf sanatçıları oldu mu?
Tabii bunların başında Sebastiao Salgado ve Henri Cartier-Bresson gelir. O seviyeye gelmek ütopik olsa da, onlar gibi fotoğraf çekmek için sürekli çalışmak gerektiği ve sabırlı olmak gerektiğinin bilincineyim.
Bugüne kadar birçok ödül aldığınızı biliyoruz. Bunlardan ve katıldığınız sergilerden söz eder misiniz?
FIAP (Fédération Internationale de l’Art Photographique) tarafından, AFIAP (Fotoğraf Sanatçısı) unvanına layık görüldüm ve sertifikamı aldım.
2017 yılında bir fotoğrafım National Geographic tarafından kabul edilerek yayınlandı. On beş farklı ülkede katıldığım FIAP destekli fotoğraf yarışmalarında çok sayıda ‘Acceptance’ aldım, fotoğraflarım ellinin üzerinde yurtdışı sergilerinde sergilendi.
Rusya ve Sırbistan’da gerçekleşen FIAP destekli ‘Circuit Child 2017’ yarışmasında iki altın madalya aldım. Son olarak Yunanistan’da gerçekleşen GPU - PSA - HPS - FIAP - GAP Patronage’lı ‘The 7th Greek Photographic Circuit 2019’ fotoğraf yarışmasında da PSA altın madalyasını aldım.
Nisan 2018’de ‘Benistanbul İstanbul Kontrast Projesi’ ile 20. Nancy Bienaline, İstanbul’un hızlı değişimini ve bu değişim sırasında ortaya çıkan tezatları anlatan fotoğrafımla katıldım. Mart 2019’da küratörlüğünü Terry Katalan’ın yaptığı, Yunus Emre Enstitüsünün Londra’daki Türk Büyükelçiliği, Türk Hava Yolları ve Ara Güler Enstitüsü ile birlikte organize ettikleri multikültürel bir etkinlik olan ‘Magnifıcient Spice Bazaar’ fotoğraf sergisinde iki fotoğrafım sergilendi
2019’da Almanya’da Freudenberg ve Seigen’de, İstanbul’un kendini fotoğraflarla anlatacağı Benistanbul Fotoğraf Projesi’nin yurt dışı sergilerine katıldım.
Gerçekleştirmeyi düşündüğünüz projeler var mı?
Fotoğraf benim için yaşam demek, hissettirdikleri ve anımsattırdıklarıyla sınırsız bir yolculuk demek, sevgi demek... Bir İstanbul sevdalısı olarak mutluluk demek...
Amacım İstanbul’u fotoğraflarla belgelemek, tüm dünyaya ve gelecek kuşaklara aktarmak. Sevgi kalbe hitap eder ama en güzel sevgi, hem göze hem de kalbe hitap edendir.
Fotoğraflarımla gözünüze ve kalbinize dokunabilmek dileği ile…