Nedir bu ergenlerin / delikanlıların çektikleri (Sanki ben zamanında çekmemişim gibi)? O kafa karıştırıcı soruların beynimizi alt üst etmesi, karşı cinsin hayatımıza hem parlak hem silik ışıklar yansıtması, okuduğumuzdan ne anlıyor, duyduğumuzdan ne çıkartıyor, konuştuğumuzdan ne bildiriyor bilmez halde geçen günler. Daha önce bu konuyu olağanüstü bir şekilde işleyen ‘Delikanlı’ romanıyla Dostoyevski ve ‘Çavdar Tarlasında Çocuklar’ romanıyla Salinger’ı saygıyla selamlarım. ‘Kızıl’ romanında ise Stefan Amcam inanılmaz üslubu, psikoanalitik dehasıyla Bertold Berger isimli kahramanının yetişkin hale gelmiş vücuduyla ergenlikten kurtulamamış kafasının savaşını anlatıyor. Sonunda kimin kazandığını okuyarak öğrenmenizi dilerim. Dante’nin söylediği gibi kimler için “Incivit vita nuova (Yeni bir yaşam başladı)” acaba?
Beyin, Senin Hikâyen, David Eagleman
Her birimizde bir tane olan bu inanılmaz organ adeta bizim en yakın dostumuz gibi; onsuz hiçbir kararı savsaklamıyoruz. Kaldı ki, o zaten biz kendi kendimize kafa tutsak bile icabına bakıp bizim adımıza kararları da veriyor hatta bizi ti’ye bile alıyor. Onsuz şuradan şuraya gitmemiz bile mümkün değil. 1,5 kg ağırlığında bir BEYİN’den bahsediyoruz topu topu, içinde dünyaları barındıran...
Yukarıda değindiğim konuya açıklık getiren şu görüşe bakın hele:
“Bütün fikirlerimizi bilinçli olarak kendimize mal ederiz; ortaya çıkışlarında işin zor kısmını kendimiz yapmışız gibi. Ama gerçekte bilinçdışı beynimiz, bir fikrin farkına bilinçli olarak varıp ‘aklıma bir fikir geldi’ beyanında bulunmadan saatler, hatta aylar öncesinden çalışmaya başlamış, anılarımızı pekiştirmek, yeni bileşimler bulmak, sonuçları değerlendirmek için didinip durmuştur.”
David Eagleman beynin öyle enteresan işlevlerini bilimsel deneylerle açıklamış ki, kitabı çizmekten neredeyse bir adet fosforlu kalemin tamamını kullandım. O kadar zor ki, daha hangi birini burada anlatsam... Belleği mi, karar verme mekanizmalarımızı mı, kontrolün kimde olduğunu mu, onlarca inanılmaz ilginç deneyin hangi birini anlatayım burada... En iyisi mi siz alın okuyun!
Kendiyle Dost Olmak, Wilhelm Schmid
Şu içinde yaşadığımız vücudu, ruhu, benliği ne kadar tanıyoruz? Ne kadar anlaşıyoruz bu insanla, yani kendimizle? Ne kadar anlıyoruz onu ki ona göre davranışlarımıza yön verelim, istediğimiz şeyleri yapalım, kendimizden hoşnut olalım, yaşamımızı idam edelim, en büyük yanılgımız belki sürekli kendimize karşı tutarlı olduğumuzu düşünmemiz/zannetmemiz!?
Wilhelm Schmid, zor bir işin altından kalkmış. “Kendiyle dost olmak hayatı nasıl kolaylaştırır?” diye sorarken daha başında noktayı koyuyor:
“Azıcık narsisizme fazla itirazımız olmaz: Kendisini en azından birazcık seven bir insan, kendisiyle hiç başı hoş olmayan, hatta belki de kendisinden nefret eden birisinden daha fazla huzur bahşeder etrafına. Yoksa özellikle zor zamanlarda insanlar, öncelikle dönüp bir kendilerini dinlemeseler, yönlerini nasıl çizebilirler?”
Sonra da devam ediyor: “Kendiyle dost olmak, benliğe iyi bakmanın, kendiyle geçinmeyi kolaylaştıran, böylece başkaları için daha geçinilir birisi olmayı mümkün kılan bir yoludur.”
Ve çok etkili bir cümle: “Kendiyle dost olan kişinin, ötekilere zaruretten değil, insanlardan sevinç duyduğu için yöneldiği, onlarla samimiyetle ilgilendiği hissedilir.”
Kendi benliğimize olan bu Odyssey’e (yolculuğa) hepinizi davet ederek kitabı mutlaka okumanızı öneririm.