Paris’e ilk gidişim değildi. Her gittiğimde Notre Dame Katedralinin çevresine saçtığı o büyülü etkiden kendimi kurtaramazdım. Tarihsel yapılara, kent gelişimlerine ve sanat tarihine meraklı bir mimar ve fotoğraf sanatçısı olarak, salt yapıyı değil çevresinde Paris’in yaşam ve değişim merkezi olduğunu bilir sokaklarının insanlarının fotoğraflarını çekerdim.
Yandığını haberlerde duyduğumda, süreci canlı yayında korku ve üzüntü içinde izlediğimde içimde tarifsiz bir kırıklık vardı.
Dünya mirası ve insanlık tarihinin sessiz bir tanığı olması açısından olağanüstü bir yapıttı.
Yapı demiyorum, ‘yapıt’ kelimesinin altını çiziyorum. Zira mimaride yapı tanımı, ‘belirli fonksiyonları sağlayan kullanıma yönelik barınma ihtiyacını kapsar’ anlamında kullanılır. Notre Dame’ın ise belirli bir tanımı yoktu. Belki Tanrısal bir gücün ifadesi için yapılmış, bir dönem bu anlam için kullanılmış fakat varlık sebebi salt böyle kalmayıp insanlık tarihinin değişimlerinin, aydınlanmanın, gücün ve evren modelinin simgesi olarak kitleleri etrafına toplamış tarihe tanıklık etmişti…
Oysa bu yapıt, tarihin tanıklığına sadece gözlemci olarak sessiz kalmamış, inşa tarihinden günümüze değişimin, özgürlüğün, savaşların, barışların, kahramanlıkların satır başlarına adını koymuş ve adeta tüm insanlık için evrensel bir simge olmuştu.
Paris’te Louvre Müzesi nasıl uygarlık mirasına ev sahipliği yapıyorsa Notre Dame da bu mirasın yapısal sembolizmiyle tarih sahnesindeydi her zaman.
Bugün Katolik Hristiyanlığın en simgesel merkezi olan Notre Dame Katedrali aynı zamanda Fransa Başpiskoposluğunun da merkezi sayılır. Buna rağmen, Fransız dilinde yarı saygı, sevgi, samimiyet ve kutsiyet karşılığı kullanılan Notre Dame sözcüğü, “Hanımefendimiz” anlamına geliyor.
Notre Dame, Orta Çağ’ın gotik katedrallerinin en büyüğü kabul edilir. Temelinin Paris piskoposu Maurice de Sully tarafından 1160’da atılmasından günümüze kadar Fransa edebiyatında, mimarisinde, dilinde, dininde, kültüründe ikonik bir yere sahiptir.
Saint Nehri üzerinde kurulan iki küçük adadan biri olan Saint Luis’e bağlı, Paris’in ilk yerleşim ve kuruluş alanı olduğu bilinen Cite’de inşa edildi. Paris bu adacık üstünden başlayarak gelişti.
Avrupa’daki tanınmış tüm kilise ve katedrallerin yapıcıları olan ‘Operatif Masonlar’ tarafından inşa edilmiş kutsal bir mekândır.
12. yüzyılda yapımına başlanan ve dünyanın en güzel gotik katedrallerinden birisi olarak kabul edilen Notre Dame ve üzerinde bulunduğu ‘İle de la Cité’, Orta Çağ Fransa’sının merkezi kabul edilmişti. Aynı dönemde şehrin çevresi surlarla çevrildi ve kuzeybatısında Marais adı verilen bir bölge oluşturuldu. O dönemlerde soyluların yaşadığı bu yerin doğusunda ise Fransız Devrimi’nden sonra yıkılan Bastille Kalesi ve hapishanesinin bulunduğu Bastille Meydanı vardı.
Paris’in o dönemlerdeki bilim merkezi ise 1257’de kurulan ve Paris’in en büyük okulu olan Sorbonne Üniversitesiydi. Ünlü Fransızların gömülü olduğu Panthéon da Notre Dame ile karşılaştırıldığında her iki yapıt arasında görülen fark Victor Hugo, Voltaire, Jean Jacques Rousseau ve Emile Zola gibi düşünürlerin Pantheon’da gömülü olması düşünsel anlamda aydınlanmanın izlerini ortaya koyar.
Yapı yüzyıllara sabırla direnirken tarihi açıdan önemini her zaman korumakla beraber din açısından, görkemli bir mabet olarak bilinmekteydi. Katedral meydanında inançları uğruna savaşmış, monarşiye baş kaldırmış, aydınlanmayı savunmuş niceleri yakılmış ya da başları kesilmiştir. Katedral zaman içinde kötü şöhretinden de ötürü ihmale terk edilmişti. Ta ki Napolyon Bonaparte, 1804’te imparatorluk tacını giymek için Notre Dame’ı seçinceye kadar. Napolyon sayesinde yeniden popülerliğine kavuşmuştu.18. yüzyılın sonlarına doğru gelindiğinde de Hristiyanlıktan dönüştürülüp Akıl Çağı’na uygun bir yapıt olmuştu. Bunun için ilk iş çanlarının çoğunun top yapmak için eritilmesiydi.
Görünüşte katedral olarak inşa edilmiş olan, özünde Katolik inancının ve dünya görüşünün simgesi olan Notre Dame; Meryem adına projelendirilerek inşa edildiği söylense de Meryem’in Pagan kültürlerindeki yeri çok belirgindir. Yapı simgeselliğinin bu fikre dayandırılması bile içinde ve dışında kullanılan detay heykel ve süslerde kendini fazlasıyla gösterir.
Bir zamanlar bilgeliğin, aklın ve vicdanın sembolü olarak inşa edilen Notre Dame Katedrali, günümüzde Kıta Avrupa’sında seküler dünya görüşünün artık toplumsal bir anlayış olarak benimseniyor olması sebebiyle ve mimari tasarımındaki mükemmelliğiyle bir gotik katedral yapıtı olarak papalığın salt simgeselliğine kucak açmış oluyor.
1163 yılında yapımına başlanan ve yapımı yaklaşık 200 yıl süren, her yıl yaklaşık 13 milyon turistin ziyaret ettiği Notre Dame Katedrali yüzlerce yıl savaşlara, yıkımlara rağmen ayakta kalmış olup 856 yıllık yapının bu yangınla büyük ölçüde zarar görmesi, Fransızlar kadar tüm insanlığı üzdü. Yangın sonrası Fransa’da Avrupa kültürü tarihi eserler ilgili çalışmalar yapan Miras Vakfı, katedralin restorasyonu için ulusal yardım kampanyası başlatılacağını duyurdu. Buna istinaden de Fransa’nın milyarder Pinault Ailesi, yeniden inşa çalışmaları için ilk adımda 100 milyon avro bağışta bulunacağını açıkladı. Ardından birçok şahıs, kurum ve kuruluş desteklerini sürdürmeye devem etti.
İnanıyorum ki, restorasyon sonrası yeniden yapım ile hiçbir zaman eskisi gibi olmayacak fakat yine sessiz tanıklığıyla gelecek nesillere hikayelerini anlatacaktır.
Başta yazmış olduğum gibi Paris’e ilk gidişim değildi, büyük ihtimalle de sonuncusu olmayacak.
Tekrar gidişimde Notre Dame’ın karşısına geçip Saint Nehrinin serin rüzgârlarına tarihin bu gelmiş geçmiş en önemli tanığının hikâyesini bir kez daha anlatırken gözümün önünden özgürlük, bilim, akıl ve bilgelik için her aşamasına yapı taşını koymuş kahramanları gelecektir.