Karadeniz yaylaları turu ile başlayan, Güneydoğu’da, Gaziantep Urfa ile devam eden, son olarak da Muğla’nın okaliptus ağaçları altında start alan Likya yolu ile renklendirdiğimiz kültür turlarımızdan Likya anılarını paylaşmaya çalışacağım.
Evlendiğimizde balayı ile başlayan tatil seyahatlerimiz, daha sonra hemen hemen her yaz Ege ya da Akdeniz’deki bir tatil yöresindeki otellerden veya tatil köylerinden birine gitmek olurdu. Senede bir kez tatil yapabildiğimizden, seçtiğimiz tatil köyü ya da otele girer, bütün haftayı orada geçirir, dinlenip tüm yılın stresini atmaya çalışırdık. Çocuklar büyüyüp, maddi imkânlar daha uygun duruma gelince, bu tatilleri 3-4’er günlük, yılda iki defa yapmaya çalışırdık. Daha sonra tatilköyü tatilleri çok cazip gelmemeye başladı. Deluxe otellerin birçoğunda tatil konseptleri artık hep aynı servisi verdiğinden bu kez yurt içinde tarih ve kültür turlarına yönelmeye karar verdik. Daha önce Kapadokya, Pamukkale, gibi turistik ve tarihi yerleri gördüğümüzden bu kez Karadeniz yaylaları turu ile başlayan, Güneydoğu’da, Gaziantep-Urfa ile devam eden, son olarak da Likya Yolu ile renklendirdiğimiz kültür turlarımızdan Likya anılarını paylaşmaya çalışacağım. Bu bölgeye yıllarca çok kez gitmiştim, ancak otelden dışarı, sadece şehir merkezini gezmek için çıkardık. Likya Yolu turunun bize cazip gelen tarafı hem tatil, hem deniz, hem kültür turunu içinde barındırıyor olmasıydı. Tatil tarihlerini genellikle okullar kapanmadan önceki hafta olarak seçeriz. Hem çok kalabalık olmaz, hem de çok sıcaklara kalmayız diye haziranın ilk haftası için erken rezervasyon yaptırdık. İstanbul, Bursa, Balıkesir, Manisa, İzmir, Aydın güzergâhı üzerinden, Muğla’nın okaliptüs ağaçları altındaki Aşıklar Yolu ile start alan Likya turuna başlamış olduk.
Valizlerimiz otobüste, mayolarımız küçük bir çantada yanımızda olduğundan tekne turu ile devam eden turumuz keyifli başladı. Diğer gezi yazılarımda olduğu gibi gün gün yazmaktansa tüm tatil boyunca yaptığımız kültürel, plaj ve tekne turlarımızı bir çırpıda anlatacağım. Otelden başlayalım isterseniz. Remer Hotel Fethiye Çalış bölgesinde 3 yıldızlı şirin, işletmecileri sabah kahvaltısından akşam yemek sonrası geç saate kadar işinin başında misafirleri ile tek tek ilgilenen merkezi denebilecek, sahil ve plaja yürüme mesafesinde küçük ama güzel bir otel.
Sabah ve akşam açık büfesi çok mütevazı, baş aşçısı servis sırasında büfenin başında bulunan ve yemekler hakkında bilgi veren garsonlarının, müşterilerine çok ilgili ve saygılı memnun kaldığımız bir oteldi.
5 gece 6 gün boyunca nereleri gezdik derseniz, Kelebekler Vadisi, Xhantos Antik Kenti, Akyaka, Gökova, Saklı Kent, Yakapark, Kekova, Batık Şehir, Kaputaj Plajı, Ölüdeniz, Patara, Kaş, Kalkan, Dalyan, Azmak Nehri, İztuzu Plajı bir çırpıda aklıma gelen gezdiğimiz yerlerdi. Gerek tarihi hakkında bizlerle paylaştığı bilgiler, gerekse yöreyi tanıması açısından ulaşımdaki pratikliği, gerekse grup içindeki sorunları çözüm kıvraklığı ile genç yaşına rağmen rehberimiz Fırat Yürük alkışı hak etmişti. Yukarıda saydığım yerler dışında daha birçok yere gittik. Her biri ayrı bir doğa harikası. Denizler derseniz adeta bir akvaryum. Koylar yeşil ile mavinin birlikteliğini sunuyor. Hemen hemen her gün bindiğimiz teknelerde servis güzel. Kanyonlar, antik şehirler, bir başka güzel. Bana göre medeniyetin göstergesi olan, yollardaki ve plajlardaki tuvaletler çok temiz.
Temposu yüksek bir tur
Tur biraz yorucu. Zira zaman zaman sabahları 8’de depar alıp akşam saat 8’de dönüyorduk. Ama hiç şikâyetçi değildik. Tarihe, kültüre, denize, doğaya doyduk. Bir keresinde otele çok geç döndüğümüzden büfe kapanmak üzere olmasına rağmen bizler için yarım saat daha açık tuttular.
Yukarıda saydığım bölgelerden bizi en çok etkileyen yerler neresi, sizde iz bırakan bölge neresi derseniz, ayırt etmek o kadar güç ki. Her yer bir ayrı güzel. Her bölge ayrı bir doğa harikası. Kaputaj Plajına inen merdivenler ve denizinin berraklığı, Kelebekler Vadisine yaptığımız tırmanış sırasında bir tek kelebek görmeyişimiz, Saklı Kent’te buz gibi sularda yürüyüş yaparken kayıp suların içine düşmemiz, yolun sonunda yaptığımız çamur maskesi, Dalyan’daki balık yumurtası çiftliği ile Patara’daki Caretta Caretta’ların üreme alanları, Yakapark’ta yediğimiz öğlen yemeği sonrası akan şelalelerin yanında içtiğimiz çaylar, gezi dağarcığımızda iz bırakmıştı. Son olarak da Azmak Nehri... Nehir yolu boyunca sağlı sollu sazlıkların arasından geçişimiz, nehrin dibinde adeta bir tablo gibi görünen yosunlar, tatlı su balıkları ve sazlıklar aklımızı başımızdan aldı.
Dönüş yolu yine tarih, yine deniz derken gece geç vakit İzmir’in Selçuk ilçesine bağlı Şirince Köyüne geldik. Daha önce bu yöreyi TV’deki gezi programlarında izlemiş çok beğenmiştik. Kısmet buraya gece karanlığında gelmek varmış. Önce güzel bir restoranda 3-5 mezeden oluşan çilingir soframızı kurduk. Yemek sonrası otobüsün hareketine kadar köyü turlayıp meydandaki bir cafede sakızlı kahvelerimizi içtik. Şirince Köyü alacakaranlıkta bu kadar şirinse, buraya mutlaka gündüz gözü ile yine gelip etrafı kolaçan etmeliyiz dedik. Bir İzmir seyahatimiz sırasında burayı tekrar programa almaya karar verdik. Denizleri, koyları, oteldeki Happy Hour ve rakı keyiflerimiz ile tarihini, coğrafyasını ve çevreyi kendi tarzı ile anlatan ‘Salvator Dali’ bıyıklı rehberimiz ile tadı damağımızda kalan uzun zamandır hayalimizde olan bir Likya Yolu turunu gerçekleştirmiş olduk.
Bir Tutkudur Seyahat…