CRAFT’ın bu sene sahneye koyduğu ve çeşitli dallarda birçok tiyatro ödülüne layık görülen ‘Fotoğraf 51’in başrollerinden birini de bilim insanı Maurice Wilkins karakteri ile Cem Avnayim oynuyor. Henüz ilk oyunu olmasına rağmen performansı, karizmatik ses tonu ile göz dolduran ve kariyerinde daha parlak günlerin sinyalini veren Cem ile tiyatro ve projelerinden söz ettik.
Lise zamanlarından beri farklı dallarda da olsa sahne deneyimi olan ve birçok dizide rol alan Cem Avnayim’in oyunculuk yolculuğu, üç yıl boyunca CRAFT’ta yönetmen Çağ Çalışkur ve diğer tiyatro duayenlerinden aldığı dersler sonrasında daha ciddi bir boyut kazandı. Bu eğitime çok emek veren ve o süreç boyunca başka hiçbir işle uğraşmayan Avnayim, bunun semeresini, Anna Ziegler’in ünlü ve 1951 yılında, DNA’nın keşfini mümkün kılan fotoğrafları çeken Yahudi bilim insanı Rosalind Franklin’in, erkek meslektaşları tarafından hakkının nasıl yendiğini anlatan ‘Fotoğraf 51’de oynayarak aldı.
Cem Avnayim, ileride tek kişilik bir oyunda da sahne almak istiyor. Geçtiğimiz yıllarda, DOT’da İbrahim Selim’in rol aldığı ‘Bunu Ben De Yaparım’ adlı bir eseri o kadar beğenmiş ki, “Bir gün ben de sahnede seyirciyle baş başa kalacağım bir oyun hedefliyorum” demiş.
Cem’in önünün çok açık olduğuna ve bundan böyle adını daha sık duyacağımıza yürekten inanıyorum.
Şimdi hep birlikte Cem’in söylediklerine kulak verelim…
Üniversitede çok farklı bir dalda eğitim almış olmana rağmen oyunculuğu seçtin; sahne tozuna ilgin nasıl başladı?
Tarih öğretmenimin yönlendirmesiyle okul aktivitelerinin sunuculuğunu yapmaya başladım. Daha sonra Marmara Üniversitesinde Sağlık Bölümünde eğitimimi sürdürürken, çeşitli sunuculuk işleri yapmaya devam ettim. Televizyona geçişim bir yarışma programı sunarak oldu. Yaklaşık 450 bölüm süren, üç farklı yarışma programı sundum. Aynı zamanda oyunculuk eğitimleri devam ediyordu. Daha sonrasında yapımcılar bu televizyon programlarını izlemiş olacaklar ki, dizi teklifi yaptılar ve 2007 yılında bir gençlik dizisi olan ‘Hepsi1’le oyunculuk kariyerim başlamış oldu.
Oyunculuk yaşamın, sanırım Craft’tan önce ve Craft’tan sonra olarak ayrışabilir. Craft’la yolun nasıl kesişti, orada nasıl bir eğitim aldın ve bu sana neler kattı?
Evet, kariyerim tam olarak Craft’tan öncesi ve sonrası şeklinde. Biraz tersten gidiyorum galiba. Önce dizi ve filmlerde oynadım, daha sonrasında tiyatroya başladım. Dizilerde oynarken oyunculuğun daha ileri seviye boyutlarını da öğrenmem gerektiğini düşünüp Craft’a başladım. Orada oyunculuk meselesi ilmek ilmek işleniyor. Eric Morris ve Meisner gibi oyunculuk ekollerinin metotlarını öğreniyorsunuz, dramaturji eğitimi alıyorsunuz, sahne tasarlıyorsunuz. Hatta arkadaşlarınızın sahnelerini yönetiyorsunuz. Ve en önemlisi, eğitimi bitirdiğinizde bir oyuncu olarak kendinizi her şeyi yapabilmeye hazır hissediyorsunuz.
Zorlukları, keyifli ve bilinmeyen yanlarıyla nasıl bir meslek tiyatro oyunculuğu?
Tiyatro yaşayan bir şey; nefes alıyor sanki. Film çekerken böyle hissetmezsiniz. Ama tiyatro sahnesinde her şey gerçektir ve o anda yeniden yaşanır. İşte bir oyuncu için gerçek meydan okuma budur. Sahnede herkesin gözlerinin üzerinizde olması tarif edilemez bir his. İki saat boyunca bir şey anlattım ve insanlar da dinleyip anladı. İşte bu çok güçlü hissettiriyor.
Oynamak istediğin özel bir karakter var mı?
Son zamanlarda izlediğim bir filmden çok etkilendim: ‘Satıcının Ölümü’. Arthur Miller’in yazdığı bir tiyatro oyunundan uyarlama. İzlediğim anda Dustin Hoffman’ın oynadığı Willy Loman karakterini oynamak istedim. Tavsiye ediyorum mutlaka izleyin.
Oyunculuk dışında başka neler yapıyorsun?
Oyunculuk dışında sunuculuk, moderatörlük; ayrıca seslendirme ve dublaj yapıyorum.
Çok katmanlı bir sanat dalı tiyatro; bu bağlamda kendini nelerden besliyorsun?
Çok fazla oyun metni okuyorum. Okuduğum her şeyin sahneye nasıl taşınabileceğini düşünmeye başladım. Bu düşünme süreçlerinde geliştiğimi ve ufkumun açıldığını hissediyorum. Bunun yanı sıra oyun hobim var. Aklınıza gelebilecek tüm kutu oyunları gibi düşünebilirsiniz. En büyük zevkim yeni bir oyun alıp onun kurallarını ve mekanizmasını çözmek. Ve kazanmanın yolunu bulmak. Kesinlikle edinmeniz gereken bir kaç oyun: Codenames, Dixit, Direniş…
Başrollerinden birini oynadığın (Maurice Wilkinsin) ve bu sene birçok dalda çeşitli tiyatro ödüllerine layık görülen ‘Fotoğraf 51’den söz eder misin? Oyuna nasıl hazırlandınız?
‘Fotoğraf 51’, DNA yapısının keşfi yarışına içine girmiş bir grup bilim insanının yaşadıklarını konu alıyor. Bilimin aslında, onunla ilgilenen insanların sosyal hayatlarından nasıl etkilendiğini de görmüş oluyoruz. Tabii ki esas mevzu, bir kadın ve Yahudi olarak, bilim dünyasında sadece kendi işini yaparak bilime katkıda bulunmak isteyen Rosalind Franklin’in kısacık hayatında yaşadığı zorluklar… Oyuna hazırlık sürecinde hiç okumadığımız kadar DNA ve genetik üzerine okuduk. Ekip olarak TÜBİTAK’a gidip oyunda kullandığımız aletlerin nasıl kullanıldığı öğrendik. Bulabildiğimiz her laboratuar ortamına girip zaman geçirdik. Epey faydalı bir deneyim oldu bizim için. Teknik kısmının haricinde yönetmenimiz Çağ Çalışkur - bu sene ‘Afife Jale En İyi Yönetmen Ödülünü’ aldı - provalar sürecinde çok farklı çalışmalar ve deneyimler yaşattı bize. Prova günlerimiz ilginçti. Bir gün, gün boyunca dans ediyorduk; bazı günler beraber oyun oynuyorduk; bazı günlerde ise birbirimize bilinmesini istemediğimiz sırlarımızı anlatıyorduk. Tüm bunlar gereksiz ve zaman kaybı gibi gözükse de ‘Fotoğraf 51’ metnini çalışmaya başladığımızda artık bir takım olmuştuk. Birbirimizi çok iyi anlayabiliyor, çok iyi kavga edebiliyor ve çok hızlı çözüme ulaşabiliyorduk. Ve belki de ‘Fotoğraf 51’i sezonun en iyi oyunlarından biri yapan bu sinerji oldu.
Oyunun tek kadın kahramanı olan Yahudi bilim insanı Rosalind Franklin’in titizliği ve laboratuardaki erkek meslektaşlarının mizaçları, hırsları, çok önemli bir bilimsel keşfin (DNA sarmalı) haksızca el değiştirmesine yol açıyor. Bu durumda aşırı tedbirli tutumuyla treni kaçıran Rosalind Franklin mi yoksa Franklin’i by pass ederek ve risk alarak işi sonuca götüren James Watson mu hatalı sence?
İşte tam da bu yanıtın verilmesi çok zor olduğu için çok keyifli bir oyun oldu. Evet, Rosalind daha az temkinli olabilirdi, rakipleri gibi daha çok varsayımda bulunabilirdi. Ama o, bir yarışın içinde değildi. Kendi işini özenle ve layığıyla yapmaya çalışıyordu sadece. Ancak diğer tarafta Watson ve Crick bu meselenin onları Nobel’e ulaştıracağını biliyordu. Daha fazla risk almalıydılar ve aldılar da. Ortada çok büyük bir haksızlık olduğu bir gerçek!
Mesleğinle ilgili gelecekten beklentilerin nedir? Neler yapmak istiyorsun ilerleyen yıllarda?
Bu meslekte kendini geliştirme süreci bitmez. Oyunculuğun yanı sıra sahne arkasının da keyfini almaya başladım. Oyun yönetme hayalim ve hevesim var.