• 1911 yılında Polonya’da dünyaya gelmişti. Prag’da mekanik eğitimi almış, daha sonra da Filistin’e göç etmişti. O sırada İngiliz mandası altında bulunan bölgede kısa bir süre emniyet müdürlüğü yapmış, 1958 yılında da Eichmann’ın yakalanması işini yürüten “Büro 6”da komiserlik görevine getirilmişti. Eski Nazilerin yakalanıp adalete hesap vermesini bu kadar çok istemesinin bir diğer nedeni de, milyonlarca soydaşıyla birlikte Polonya’da bulunan bütün ailesinin faşistler tarafından yok edilmiş olmasıydı. MUHSİN KIZILKAYA - HABERTÜRK
“Ekonomik yönü gerçekten güçlü hem Körfez ülkelerinden hem Batı Şeria ile Gazze arasında yapılacak yolu Çin yapacak diyorlar. Siyasi talepleri ekonomik teşviklerle çözmek mümkün değil, Ortadoğu’da hiç değil. Milliyetçilik olgusunu çok ciddiye almak lazım hem İsrail’de hem Filistin için. Filistin açısından evet bir devlet, yeni Filistin lafı bana çok garip geliyor. Bunun anlamı nedir, niye yeni, bu çok anlamsız geliyor. Gerçekten bunu hazırlayanların uzmanlığından ciddi şüphelerim var. Gazze ve Batı Şeria’daki yerleşimler hariç bir Filistin devleti kurulacak, dolayısıyla oraları İsrail kontrolü devam edecek. İkisi arasında bir yol yapılacak, çünkü coğrafi olarak ardışık değil Gazze şeridi ve Batı Şeria. Dolayısıyla para dışarıdan gelecek, özellikle Körfez ülkelerinden ciddi para geleceğini umuyorlar. Bunun altyapısı var mı, Körfez ülkelerinin böyle bir desteği var mı, bilmiyoruz. Ama bunların ötesinde en önemlisi Filistinliler, Amerikalılar ile diplomatik ilişkileri kesmiş durumda. Amerika, Mültecilere yardım yapan Birleşmiş Milletler kuruluşuna maddi yardım kesmiş durumda. Zaten Amerika’nın kredibilitesi kalmış durumda değil Filistin’de. Bu durumda hazırlayacakları plana şüpheyle bakıyor Filistinliler. Onun dışında son derece İsrail yanlısı politika izleyen Trump ve danışmanlarının hazırladığı projeye zaten şüpheyle bakıyorlar. Çok ümitvar değilim, Filistinliler de öyle değil. Çeşitli gösteriler yapıldı geçenlerde, felaket dedikleri Nakba olay üzerine. Siyasette her zaman şaşırtıcı şeyler olabilir. Aşırı milliyetçi diyebileceğimiz Menahem Begin, Mısır ile anlaşmayı yapmıştı. Filistin-İsrail sorunu daha farklı. Devletler arasındaki ilişkiler daha kolay çözülebiliyor ama ikisi de aşağı yukarı aynı topraklar üzerinden bahsediyor, örtüşüyor talepleri, Kudüs de Batı Şeria da örtüşüyor. Daha da sağa kayan bir İsrail’de ve şimdi muhtemelen kuracak Netanyahu, buralarda tavize çok olumsuz bakıyor. Netanyahu da bunu ilan etti. Dolayısıyla Netanyahu’nun da bu olaya nasıl baktığını bilmiyoruz. Ama Filistin devletine karşı olduğunu ifade etti kendisi. Burada çok umutlu olmayı gerektirecek bir durum yok gibi gözüküyor.”
UMUT UZER (Ceyda Karan röportajı)
Son dönemde özellikle ABD’nin ve Trump yönetiminin sergilediği politikalar ve tutumlar (salt Trump’ın kişiliğine indirgenmeksizin) sistemik düzeydeki gelişmelerin eseri olarak okunmalı. Söz gelimi, işgal edilmiş Doğu Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması ya da yine işgal ve ilhak edilmiş Golan Tepelerinin İsrail’in toprağı olarak kabul edilmesi, sistemik dönüşümlerden bağımsız bir patikada ilerlemiyor.
Örneğin Rusya, yakın çevresini konsolide ederken kalkıştığı birtakım eylemlerle uluslararası sistemin yapısını da dönüştürdü. 2008’deki Gürcistan müdahalesi ve ülkenin fiilen bölünmesi ve 2014’te de Ukrayna’nın aynı kaderi paylaşması ve Kırım’ın ilhakı, Birleşmiş Milletler ile zirve noktasını temsil eden, anlaşma ve teamülden oluşmuş devletler hukukunu bir kenara koymuştu. En temel sav, “silah yoluyla toprak elde edilmemesi” ilkesi dahi yok sayılmış, işgal ve ilhak rejimlerinin kurulmasıyla birlikte, sistemik düzeydeki güç mücadelesi de fütursuz bir hal almıştır.
Sistemik düzeyde yaşanan bu fütursuzluk hali, ABD’nin özellikle de İsrail politikası bağlamında belirgin yansımalara sahip. Bizleri rahatsız eden, Kudüs’ün İsrail’in başkenti kabul edilmesini veya Golan tepelerinin İsrail toprağı addedilmesini, öncelikle bu minvalde değerlendirebiliriz.
Bir diğer bağlam, kuşkusuz, artık gözümüzün içine sokulan bölgesel düzeydeki gelişmeler. İsrail’in, özellikle de pax Americana’nın bir uzantısı olarak, 1990’lı yıllardaki İsrail-Türkiye aksının yapısal alternatiflerini geliştirmesi ve bir biçimde hayata geçirmesi, bölgesel düzeydeki dönüşümün en can alıcı noktasını oluşturuyor. Söz konusu bölgesel düzeyde, Arap çeperini coğrafi olarak avucunun içine almış oluyor. Kendi sınırlarından başlayarak, yakın çevresinde kademeli güvenlik kuşakları inşa etmiş oluyor. Arap yarımadasını tescilli hinterlandına dönüştürüyor. Bütün bu süreçleri de İran “tehdidini” işlevsel bir biçimde kullanarak gerçekleştiriyor. Ortak tehdit, yapısal dönüşümün yolunu açıyor.
Bir diğer güvenlik kuşağını ise Doğu Akdeniz’de görmek mümkün. Bugün bizi de fazlasıyla meşgul eden bir başlık haline gelmiş olan Doğu Akdeniz politiği, İsrail’in hegemonik bir diğer aksına işaret ediyor. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) bu aksın yapıtaşları ve Türkiye’nin ikamesi olarak oyuna sokuldular. Mısır ise her iki kümenin kesişim noktası; bir diğer ifadeyle Pax Judaica’nın stratejik dayanağı/derinliği.
CEYHUN ÇİÇEKÇİ
Tamamı için: https://www.aa.com.tr/tr/analiz/yuzyilin-anlasmasi-ya-da-yahudi-barisi/1478910
İsrail’in güvenliği meselesi uluslararası ilişkiler ve güvenlik literatüründe daha çok İsrail’in Ortadoğu’daki devletler ya da büyük güçler bilhassa da ABD’yle kurduğu ilişkiler üzerinden tartışılan bir mesele olagelmiştir. Salt büyük güçlerle ilişkiler üzerinden yürütülen güvenlik tartışmaları belirli ölçülerde Soğuk Savaş döneminin güvenlik tahayyülünü yansıtmaktadır. Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte ülke güvenliği meselesine bakış değişmiş, eleştirel jeopolitiğin sunduğu teorik zemin, ülkelerin mevcut jeopolitik izleklerini doğrulamanın ötesine geçerek ülkelerin izlediği güvenlik siyasetinin ve jeopolitik yönelimlerinin “dışarıya” iletmek istediği mesaj kadar “içeriye” yönelik kurgularını tartışma imkânı sunmuştur. Bu da güvenlik çalışmalarında ülkelerin kendilerini nasıl idrak ettiklerine ve kimliklerini nasıl tanımladıklarına dair tartışmaları merkeze taşımıştır. Ülkelerin iç siyasi tartışmalarının ve siyasi elitlerin zihnindeki devlet kimliğinin jeopolitik konumlandırma ve güvenlik politikaları bağlamında ele alınması, daha önceden güvenlik bağlamında tartışılmayan çeşitli unsurlara literatürde alan açmıştır.
En başından beri İsrail’in varoluşu söz konusu olduğunda gündeme gelen ama yeterince tartışılmayan, son dönemde de İsrailli siyasetçilerin gündemlerini yoğun olarak işgal etmeye başlayan konulardan birisi İsrail’in demografik yapısıdır. Yönetici elitlerin zihninde daimî bir mesele olagelen demografik yapı meselesi temelde İsrail sınırları içerisinde Yahudi çoğunluğun sağlanması ve böylelikle devletin “Yahudi” karakterinin korunmasıyla ilgilidir. Her ne kadar siyasetin gündemini yoğun olarak işgal etse de İsrail’in demografik güvenliği meselesi ve buna yönelik geliştirilen stratejiler güvenlik çalışmaları bağlamında yeterince tartışılan bir konu değildir. Ancak demografi meselesi bir “Yahudi devleti” olarak kurulan İsrail’in en varoluşsal meselelerinden biridir. Avrupa’daki Yahudi sorununa bir kesin ve kalıcı bir çözüm bulmak iddiasıyla bir Yahudi devleti olarak kurulan İsrail, kendisini Yahudilerin güvende yaşayabileceği yegâne toprak parçası olarak sunmakta ve bunun ön koşulu olarak da İsrail toplumunun nitelikli çoğunluğunun Yahudiler olması gerektiğini ileri sürmektedir. Bu şekilde bakıldığında İsrail sınırları içerisinde Yahudi çoğunluğu sağlama çabaları kendi içinde tutarlı ve halihazırda gerçekleştirilmiş bir arayış olarak görülebilir. Ancak bu çaba pek çok tartışmayı beraberinde getirmekte ve çeşitli kırılganlıklar barındırmaktadır. Bu durum da demografik çoğunluk meselesinin İsrail güvenlik anlayışında cariliğini korumasının başlıca sebebidir.
ÖZGÜR DİKMEN
Tamamı için: https://www.orsam.org.tr//d_hbanaliz/Analiz_228_tr_1.pdf
Geçen hafta bir İsrail gazetesinin Trump Yönetimi tarafından hazırlanan Filistin sorununu çözme planını açıklaması dikkatleri bir kez daha bu plan üzerine çekmiştir. Trump Yönetimi’nin “Asrın Çözümü” adını verdiği planı açıklayan Israel HaYom gazetesi Başbakan Netanyahu’ya yakınlığı ile bilinmektedir. Gazetede yer aldığı şekliyle bu plan bile ABD Orta Doğu politikasının ne ölçülerde Başbakan Netanyahu’nun istekleri doğrultusunda şekillendiğini göstermektedir. Bu durumun Filistin sorunu kadar Vaşinton’un Suriye ve İran politikaları (tüm Orta Doğu) için de geçerli olduğuna inanların sayısı giderek artmaktadır.
İsrail gazetesinde açıklandığı şekliyle “Asrın Çözümü” ordusu olmayan, sınırları İsrail tarafından kontrol edilen, Batı Şeria ve Gazze’de bir Filistin Devleti kurulmasını öngörmektedir. Gazeteye göre kurulacak Devletin adı “Yeni Filistin” olacaktır. “Yeni Filistin Devletini” kuran Anlaşmanın İsrail, FKÖ ve Hamas tarafından imzalanacağı belirtilmektedir.
Gazeteye göre Kudüs bölünmeyecek ve İsrail yönetiminde kalacak, ancak Kudüs’ün bir kısmı (Doğu Kudüs olduğu anlaşılıyor) Yeni Filistin Devleti’nin başkenti “sayılacaktır”. (Doğu) Kudüs’te yaşayan Araplar Yeni Filistin Devleti’nin vatandaşı olacaktır. Doğu Kudüs’te İsraillilere ev satışı yasaklanacaktır. Kudüs’teki kutsal alanların bugün uygulanan statüsü aynen devam edecektir. Gazetede yer aldığı şekliyle Anlaşma’nın Kudüs’le ilgili maddelerinin uygulamada nasıl işleyeceği akla önemli bazı soruları getirmektedir.
Anlaşmaya göre Batı Şeria’da mevcut Yahudi yerleşim birimlerinin bulunduğu bölgeler İsrail’e bırakılmaktadır. Buna karşılık Mısır Sina Yarımadası’ndan Yeni
Filistin Devletine (Havaalanı, fabrika yapılması, ticari birimler ve tarım için) toprak kiralayacak, ancak bu topraklara Filistinlilerin iskanına izin verilmeyecektir. Batı Şeria ile Gazze yeni yapılacak ve (İsrail üzerinden) havadan gidecek bir otoyolla birleştirilecek, 30 metre yüksekten inşa edilecek bu otoyolun yapım masrafının yarısı Çin, diğer yarısı Japonya, Güney Kore, Avusturalya, Kanada, AB ve ABD tarafından karşılanacaktır.
Anlaşma Yeni Filistin Devleti’nin ordusunun olmamasını, Filistin polisinin elinde ise sadece hafif silahlar bulunmasını öngörmektedir. Yeni Filistin Devleti ile Ürdün arasındaki sınırın kontrolü ise İsrail’e bırakılmaktadır. Böylece kurulacak olan Filistin Devleti’nin dışa karşı korunması da İsrail sorumluluğunda olmaktadır.
Israel HaYom gazetesinde yer aldığı şekliyle Asrın Çözümü, Anlaşma’nın doğuracağı bütün mali yükün (yeni Devlete 5 yıllık 30 milyar dolarlık bir bütçe oluşturulmasının) %70’inin zengin Körfez Arap ülkeleri, kalan %30’luk bölümün ise ABD ve AB tarafından karşılanmasını öngörmektedir. Bu durum Vaşington’un Körfez Arap ülkeleri hükümetlerinin (Suudi Arabistan, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Katar ve Oman’ın) Asrın Çözümünü destekleyeceklerini kabul ettiğine işaret etmektedir.
Şu ana kadar Israel HaYom gazetesinde çıkan, çözüm planının maddeleri olduğu ileri sürülen, haberle ilgili olarak ABD, İsrail, Filistin Yönetimi ve Arap ülkelerinden resmi bir açıklama gelmemiştir. Vaşington’dan bir yalanlama gelmemesinin gazete haberinin doğru olduğunu gösterdiği düşünülmektedir. Filistin Yönetimi şimdiye kadar bir çok kez Trump Yönetimi tarafından hazırlanan bir “Barış Planını” kabul etmeyeceğini esasen açıklamış bulunmaktadır. Hamas’ın bu barış planını kabul etmeyeceği de açık olarak ortadadır.
Filistin Çözüm Anlaşması’nın metninin Ramazan’dan sonra açıklanması beklenmektedir. İsrail gazetesinde çıkan haber “Asrın Çözümü” planının, zaten çok zor şartlar altından geçen, ABD-İran çatışmasının yeni bir savaş tehdidini bile ortaya çıkarttığı, Orta Doğu’da yeni gerginliklere ve tırmanmaya yol açması endişesini büyük ölçüde arttırmıştır.
OĞUZ ÇELİKKOL
Tamamı için: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/oguz-celikkol/suriye-orta-dogu-ve-obama-trump-yonetimleri-41215284
İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Ephraim Elrom, bu şehre geleli 19 ay olmuştu. Karı koca yalnızdılar. Tek çocukları olan oğulları Gideon kısa bir süre önce bir uçak kazasında ölmüştü. Oğullarının ölümü karı kocayı çok etkilemiş, devlet de pek kıymet verdiği bu memurunu, güvenliğini düşünerek soyadını değiştirmiş, huzurlu, sakin, dünyanın en güzel şehirlerinden birisi olan İstanbul’a başkonsolos yaparak onu mükafatlandırmıştı.
Zira Elrom, on sene önce insanlık adına çok önemli bir iş başarmış, Hitler faşizminin Almanya’da yaptığı en büyük soykırımı bir anda dünyanın gündemine çıkmamak üzere getirmiş, bu alanda yeni çalışmaların yapılmasına ön ayak olmuş, tarihin gördüğü en acımasız insan kasaplarından birisi olan Eichmann’ın sorgusunu bizzat yürüterek önemli bir görev başarmıştı.
1911 yılında Polonya’da dünyaya gelmişti. Prag’da mekanik eğitimi almış, daha sonra da Filistin’e göç etmişti. O sırada İngiliz mandası altında bulunan bölgede kısa bir süre emniyet müdürlüğü yapmış, 1958 yılında da Eichmann’ın yakalanması işini yürüten “Büro 6”da komiserlik görevine getirilmişti.
Eski Nazilerin yakalanıp adalete hesap vermesini bu kadar çok istemesinin bir diğer nedeni de, milyonlarca soydaşıyla birlikte Polonya’da bulunan bütün ailesinin faşistler tarafından yok edilmiş olmasıydı.
Eşi Elsa Elrom’la birlikte Elmadağ’da, Harbiye’ye doğru giderken sol kolda Seyhan Apartmanı’nda bir dairede yaşıyorlardı.
11 Mayıs günü Ulaş Bardakçı, eylemde kullanılmak üzere Teşvikiye’de bir otomobil çaldı. İlkay Demir ve Kadriye Deniz Özen ise, kaçırılma eylemi için istihbarat toplamaya başladılar.
17 Mayıs günü saat 11.20’de Mahir Çayan, Hüseyin Cevahir ve Ulaş Bardakçı ellerinden bir buket çiçekle apartmanın kapısını çaldılar. Kapıcı açtı kapıyı, apartmanda oturan Doktor Eskenazi’yi sordular, evde değil cevabını alınca, eşiyle görüşeceklerini söyleyerek içeri daldılar. Kapıcıyı derdest edip dışarıda bekleyen Necmi Demir ile Oktay Etiman’ı içeri aldılar.
Saat 13.20’de Ephraim Elrom apartmana girdi. Dairesinin kapısında Hüseyin Cevahir karşısına dikildi. Cevahir onu Atatürk’ün silah arkadaşlarından Refet Bele’nin eşi Perihan Hanım’ın dairesine sokmaya çalıştı. Karşı çıkınca Mahir Çayan ile Oktay Etiman yardımına koştular; Elrom derdest edildi ve Refet Paşa’nın evine sokuldu.
Refet Paşa’nın eşinin evi, apartmanın giriş katındaydı. Mahir Çayan ve arkadaşları zorla daireye girdiklerinde, duvarlardaki resimlerden mühim bir şahsiyetin evine girdiklerini anlamış, evde bulunanları, “Korkmayın, biz de kurtuluş savaşı veriyoruz” diye sakinleştirmeye çalışmıştı.
Burada ellerini, ayaklarını bağladılar. Sonra bir battaniye ile ev sahibinin kürk mantosuna sararak dışarı çıkardılar; Ulaş Bardakçı’nın çaldığı arabaya sokarak hızlıca Nişantaşı’da örgüt militanı teğmenlerin kiraladığı Hamarat Apartmanı'nın 8 numaralı dairesine götürdüler.
MUHSİN KIZILKAYA
Tamamı için: https://www.haberturk.com/yazarlar/muhsin-kizilkaya-2291/2468101-fasist-eichmann-anti-fasist-elrom-ve-devrimci-mahir
Netten okumalar
http://www.hurriyet.com.tr/avrupa/hepimiz-insaniz-41217954
http://www.edebiyathaber.net/havra-sokagi-issizdi-feridun-andac/
https://jurnal.net/2019/05/17/bir-kultur-mirasi-boyoz/
Takılan tweetler
B. Senem Çevik @bsenemcevik 16 May
Holokost anma etkinligi kapsaminda Lina Amato ve ailesinin Rodos’dan kacis oykusunu ve cesur Turk diplomat Selahattin Ulkumen’in hikayesini izledik. Turk Sefarad yemekleri tattik @TRConsuLA @yeewdc , OCHillel, The Jewish Federation’a tesekkurler.
B. Senem Çevik @bsenemcevik 16 May
Sef Metin Menahem Samrano’nun hazirladigi lezzetli menude kaskarikas, kuartikos de kalavata ve bamya vardi. Ladino dilini de unutmadik. Komer i raskar asta ke enpasar diyerek kulturel etkilesim programlarina bir kez basladik devami gelecek.
https://twitter.com/bsenemcevik/status/1129004229635391488
T.C. Madrid Büyükelçiliği @Madrid_BE 16 May
Madrid Sefarad Enstitüsü @SefaradIsrael evsahipliğinde, 20 Mayıs 2019, Saat 19:00’da gerçekleştireceğimiz “Türk Pasaportu” filminin gösterimine davetlisiniz. #TurkishPassport #holokost #Holocaust http://www. http://www.sefarad-israel.es/Proyeccion_de_The_Turkish_Passport
https://twitter.com/Madrid_BE/status/1129061574788943874
Halim Gencoglu @halimgencoglu 15 May
1919da #Yunanlılar Izmiri işgal edince Güney Afrika'daki #Osmanlı Yahudileri #Yunan konsolosluğuna giderek işgali protesto etmişlerdi. Osmanlıya bağlı olan, Güney #Afrika da bile Osmanlı fesiyle dolaşan #Sefarad Yahudileri vatan addettikleri Osmanlıyla bağlarını koparmamışlardı+
Güney Afrika'da #Turko Kasap, Maden işletmeleri olan #Haim Galantinin ağabeyi #AvramGalanti Türkiye'deydi. #Osmanlı Yahudilerinin devlete sadık olduklarını bildikleri için İngilizler İstanbulu işgal edince #Ermeni ve #Rumları tercüman olarak kullanıp Yahudilere güvenmediler+
Bu sebeple Güney Afrika gazeteleri bile #9Eylül 1922 de Türk ordusunun dindaşları ve #Yahudiler hariç herkesi denize döktüğünü yazmıştı.
https://twitter.com/halimgencoglu/status/1128684130814889985
dalia maya @daliamaya1 16 May
Buyrun Sinagog. 1922 yangınında 2 Sinagog’un yok olmasından sonra 1939’da inşa edilen Sinagog. Belediye’ye tahsisimalınmış, Turgutlu Belediyesi kaynak konusunu halledebilirlerse bu Sinagogu da restore etmek istiyor.
h