Jean-Claude Juncker’in en büyük pişmanlığı

AB Parlamento seçimleri sona erdi. Şimdi sırada, öncelikle Juncker’in görevden ayrılacağı ekim ayında, onun yerini alacak olan komisyon başkanını belirlemek var.

Yaşar Levent Dünya
6 Haziran 2019 Perşembe

Sonra parlamento grupları ortaya çıkacak ve parlamento başkanı belirlenecek. Tabii bir de Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı değişecek.  Komisyon başkanı adayları arasında liberallerden Margarethe Vestager, Yeşillerden Ska Keller, Muhafazakârlardan Manfred Weber, Sosyal Demokratlardan Frans Timmermans, Muhafazakâr Reformist gruptan Jan Zharadil ve Sol’dan Nico Cue gibi isimler dikkati çekerken, Brexit sürecinde, AB başmüzakerecisi olarak görev üstlenen Michel Barnier’in de adı, hâlâ belirsizlikler içinde yürüyen süreç dolayısı ile güçlü bir biçimde öne çıkmakta. Manfred Weber ise Almanya ve Fransa arasında tam bir çekişme konusu. Aslında uzun süre genel kabul gören, ancak şimdi bir hayli aşınan Spitzenkandidaten (önde giden aday) süreci için en uygun isim o. Ama deneyimsiz olması ve daha önce hiç umur-u devlet görmemesi, özellikle Macron’un eleştiri oklarının hedefinde. İşte şu sıralar, 2014’ten bu yana AB’nin yürütücü organı olan komisyonun başkanlığı görevini yürüten Juncker’in yerine, kim uygun görülürse görülsün, Juncker’den öğreneceği çok şey olmalı düşüncesiyle biraz onu en büyük pişmanlığı ile değerlendirmek isterim.

 

Lüksemburg’un Lüks Lambası, Brüksel’in Işığı Olunca

Jean-Claude Juncker, bilindiği gibi Lüksemburglu bir siyaset adamı. Saçlarını değirmende değil, iş başında ağartmış. Önce bir eli yağda, diğer eli balda Lüksemburg’un 1989’dan 2009’a kadar maliye bakanlığını yürüten Junker, 1995 ile 2013 arasında da ülkesinde başbakan olarak görev yapmış. 20 yıllık maliye bakanlığı sırasında ve AB Maliye Bakanları Konseyi üyesi olarak, AB bütçe yönetimine katkıda bulunmuş. Elbette 600 bin nüfuslu bir ülkeyi, hem de OECD ülkeleri arasında en yüksek kişi başına gelire sahip olan bir ülkeyi başbakan olarak yönetmek başka, 2014 yılından bu yana, kaçak göçmenler hesaba katılmaksızın 408 milyon nüfuslu AB coğrafyasının, üstelik yönetici kolu durumunda bulunan AB komisyonunu yönetmek bambaşkaydı.

1990’lı yıllardan itibaren OECD denetiminde mali ve bütçe reformları geçiren Lüksemburg’da, bu reformları hem yürürlüğe koyan maliye bakanı, hem de uygulayan başbakan olarak Junker, 2014 yılında AB Komisyon Başkanı olduğunda, AB bütçesi ilk defa bir önceki yıldan daha düşük bir değere gerilemişti. Ama kendi ülkesinde edindiği deneyimler, geliştirdiği reform ve yenileme refleksi ile Juncker, durgunluk tehdidi altındaki AB’de işleri maharetle yürüttü. İş başına geldiği yıl, 139 milyar Avro’luk AB bütçesinden üye ülkelere çeşitli program başlıkları altında yapılan 129 milyar Avro’luk tahsisin, 2015’te 141 milyar Avro’luk bütçeden yapılan, 130 milyar Avro’luk tahsise, 2016’da 155 milyar Avro’luk bütçeden yapılan 144 milyar Avro’luk tahsise çıkarılmasına, hem de tahsislerin, yapıldığı program amacına hizmet etmesine özen gösterdi. Böylece harcamaları arttırarak AB içinde hissedilen durgunluğun engellenmesine de katkıda bulundu.

2016-2019 arasında komisyonun görevi Brexit ve AB’nin parçalanma riski nedeni ile bir hayli zorlaştı. Eminim yeni dönem de öyle olacak. Brexit süreci muhtemelen Juncker’in başkan olarak ikinci beş yıllık bir döneme daha talip olmamasında önemli bir etken oldu. Halen görevde bulunan diğer komiserler, elbette mensubu oldukları ülkelerin tercihlerine bağlı olarak, ya aynı görevlerde kalacak veya yeni görevler üstlenecekler. Ama Juncker, artık ülkesine kesin olarak geri dönecek. Ben onun AB Parlamento seçimleri öncesindeki itiraflarının unutulmayacağını düşünüyorum.    

 

Frank Sinatra Üslubunda bir “Evet Pişmanlıklarım Var” İtirafı

Junker, nisan sonunda yaptığı açıklamalarla bana Frank Sinatra’nın meşhur şarkısını hatırlattı. Çünkü şimdi sona yaklaşırken, önünde açılan her yolda uzun uzun dolaşmış ve hayatı dolu dolu yaşamış olan bu seçkin siyasetçi, mutlaka yaptığı her şeyi, kendine özgü bir anlayışla yapmış (And now, the end is near; And so I face the final curtain; I've lived a life that's full;I traveled each and ev'ry highway; And more, much more than this, I did it my way).  Adam gibi bir adam olan Juncker, başkalarının kendisinden beklediği gibi veya diz çöken bir adamın tavrı ile değil, hissettiği gibi konuştu (For what is a man, what has he got? If not himself, then he has naught;To say the things he truly feels and not the words of one who kneels;The record shows I took the blows and did it my way!)

Beş yıllık komisyon başkanlığı döneminde, göçmen sorunları dahil birçok sorunu göğüsleyen Juncker için sanırım 2016 beklenmedik bir yıl oldu. Çünkü o yıl, kendisi başkan olarak atandığında, onun AB reformlarını yapamayacağı iddia eden ve bunun için pişmanlığını açıklamaktan çekinmeyen Birleşik Krallık (BK) Başbakanı David Cameron, Juncker’in kulağına, ülkesini bir Brexit halk oylamasına götüreceğini fısıldayıverdi. İşte Juncker’in en büyük pişmanlığı bununla ilgiliymiş meğer.

“Sayması zor (çok) pişmanlığım var; ama istisnasız, yapmam gereken her şeyi yaptım. Ana ve yan yollarda gereken ve planlanan her adımı attım. Üstelik her yaptığım işi kendi bildiğim gibi yaptım (Regrets, I've had a few; But then again, too few to mention;I did what I had to do and saw it through without exemption;I planned each charted course, each careful step along the byway;And more, much more than this, I did it my way)” diye bir itirafta bulunurken, görevini bihakkın yapmış olmanın gururunu taşıdığına eminim.

 

Son Olarak “Ben Artık Bir Tahmin Yürütmeyeceğim: Kalırsa Kalır, Giderse Gider” Tavrı

Juncker’in kimseden teşekkür beklediğini sanmıyorum. Ancak AB’yi tüm geçirdiği sarsıntılara rağmen ayakta tutabilmenin becerisi her halde ona ait. Bu arada 30 Nisan 2019’da kendisine, en büyük hatasının ne olduğunu soran bir gazeteciye bunun, 2016’da David Cameron’un Brexit referandumu konusunda onun kendisinden susmasını istemesini kabul etmesi ve Cameron’u fazla ciddiye alması olduğunu itiraf etti. Ayrıca “Müdahale etmemem ve gelişmelere sessiz bir seyirci gibi kalmam affedilemez” diye ekledi. O eğer bir Sinatra olsaydı, “Evet bildiğiniz gibi zaman zaman, ağzıma büyük lokmalar aldım. Ufak bir kuşku doğduğunda yuttum ve tükürdüm. Ama hep dimdik durdum ve her şeyle yüzleştim. Yine de işleri kendi bildiğim gibi yaptım (Yes, there were times, I'm sure you knew; When I bit off more than I could chew; But through it all, when there was doubt; I ate it up and spit it out; I faced it all and I stood tall and did it my way)” diyebilirdi.

Bir soru daha da sordu gazeteci. Acaba Junker Brexit’in gerçekleşeceğini mi, yoksa BK’nın birliğin ucube bir üyesi olarak mı kalacağını düşünüyordu. Açıkçası Brexit güngörmüş bir devlet adamını bile usandırmış olmalı. Çünkü “Artık tahmin yürütmeyeceğim: Kalırsa kalır, giderse gider” yorumu, giderayak Juncker’in bıkkınlığını göstermesi bakımından önemli. Şimdi onun yerini kim alırsa alsın, sağ cebinde Juncker’in itirafını ve artık geliştirdiği Brexit tavrını göz önünde tutacaktır. Yine de Brexit konusunda en büyük duyarlılığı, adaylardan Barnier gösterecektir. Ama Weber de, belki konseyin başına gelecek olan Merkel çizgisinden ayrılmayacak ve 31 Ekim’e kadar süre verilen Brexit sürecinde, BK’ı AB’de tutmak için çaba sarf edecektir. Eğer görevi bir kadın aday olan Margarethe Vestager devralırsa, o bu konuda muhtemel bir Danexit (Danimarka’nın ayrılışı) önsezisiyle değerlendirecektir. Bu arada Vestager’in daha önce bir komiser olarak görev yapması da onun şansını arttıracak bir özellik olabilir.