Jose Saramago’nun bu kadar önemli olmasının iki bariz sebebi var. Birincisi bize kendi yaşamıyla büyük bir ders veriyor. Saramago, 50 yaşına kadar editörlük ve köşe yazarlığı yapmış ancak daha sonra kendini yazmaya vermiş ve arka arkaya romanlar yazmış. Yazmış, yazmış, yazmış… 76 yaşına geldiğinde ise Nobel Edebiyat Ödülü kazanmış. Yazarların çoğunluğuna göre geç yaşta başlayan edebi yazarlığı üzerine sağlığı da el verince Nobel’e kadar uzanmış hacmi.
İkincisi ise, inanılmaz bir roman olan ‘Körlük’ün kurgusu. Öncelikle, “Kimin aklına gelirdi” diyerek kocaman bir şapka çıkartmak lazım, önünde eğilerek. Tek bir kişinin, durup dururken, araba kullanırken yaşamaya başladığı körlük, şehrin dört bir yanına bulaşmaya başlayınca herkes dünyasını şaşırır. Öyle de garip bir körlük ki, yalnız bembeyaz bir sonsuzluk görüyorlar gözbebeklerinin önünde. Bir, iki, elli, yüz, beş yüz derken insanlar körlükten çıkma yeni bir hayat biçimi kuruyor, hayatta kalmak için her şeyi baştan öğreniyorlar.
İnanılmaz bir kurgu roman çok beklenmedik yerlere sürüklüyor. Hadi okumak isteyen olursa tadı kaçmasın diye sonunu söylemeyeceğim ancak çok çarpıcı bir eser olduğu kuşku götürmez. Merak ediyorum; acaba yazar bir süre körlüğü hissetmek için gözüne bant vs bağlamış olabilir mi? Yazdıkları o kadar inandırıcı ki bunları nasıl hayal edebildiğine şaşırmamak elde değil!
Roman, körlüğü öyle enteresan açılardan işliyor ki, insanı kendi hayatıyla ilgili sorgulamalara sevk ediyor. İşte kitaptan bazı ilginç alıntılar:
“...bir yazar, yazabilmesi için gerekli sabra hayatta her zaman sahiptir.”
“Hepimizin içinde adını koyamadığımız bir şey var, işte biz oyuz.”
“Olaylar böyle devam ederse, sonunda, en büyük kötülüklerin bile, içinde o kötülüğe sabırla katlanmamıza yetecek kadar iyilik barındırdığı sonucuna kaçınılmaz olarak bir kez daha varacağız.”
İçindeki daha nice farklı perspektifleri görmeniz için kitabı okumanızı çok tavsiye ederim!