‘Why Germans? Why Jews?’ (Neden Almanlar? Neden Yahudiler?) başlıklı kitabında Gazeteci / Tarihçi Götz Aly, Nihai Çözüm’e giden yolun ilk basamaklarını incelerken, işe aydınlanma tarihinden başlıyor.
1806 yılında Kutsal Roma İmparatorluğunun son demlerinin, Fransız Devrimi ve Napolyon orduları tarafından etkisiz hale getirilmesi ile Alman halkının tarihinde yeni bir sayfa açılır. O yıllarda kimse farkında değildir ancak aşılan eşik fırtınalı bir dönemin başlangıcıdır.
Toplumun laikleşmesi, kilise etrafında yapılanmış birçok kurumun yok olmasını, bu anlamda, dini odak noktasına oturtmuş yaşam tarzının, deyim yerindeyse, gönüllü bir şiddetle yok edilmesini getirir. Laikleşme, aydınlanma sürecinin ilk adımı olur...
Belli bir dağılma sistematiği içinde aydınlanma süreci yalnız Hıristiyanları değil, yüzyılları onların yanı başında, birçok haktan yoksun olarak devirmiş Yahudileri de etkileyecektir, hiç şüphesiz. Fransa’daki uygulamanın aksine, Almanya Yahudileri ‘eşit vatandaşlık haklarını’ bir günde elde etmezler... Onlar için aydınlanma süreci uzun ve yıpratıcı olacaktır.
Prusya örneği, sürecin nasıl işlediğinin anlaşılması açısından önem arz eder: Bir yandan Yahudi nüfusun eşit hakları elde etmesi ile birlikte nasıl serpildiğini, öte yandan bunun nasıl bir dirençle karşılaştığını gösterir. 1809 itibarı ile kalkan yasaklar sonrası tüm nüfusun, sınıf, din ve statüden bağımsız eşit olanaklara sahip olması, girişimcilik ruhunun artmasına, rekabetin teşvik edilmesine, sermayenin yatırıma yönelmesine yol açar.
‘Aydınlanma’dan Nihai Çözüm’e
Söz konusu reformları desteklemek bir yana, birçok Hıristiyan için, laik yaşantının ve aydınlanmanın eseri eşitlik konusu kabul edilebilir bir durum değildir. Oysa Yahudiler, çalışmak istedikleri alanlarda var olan bilgi ve birikimlerini değerlendirmekte, maddi anlamda zenginleşirken toplumda kendilerine saygın yerler edinmektedirler. Yahudilerin, aydınlanmanın getirdiği serbestlikten Hıristiyanlara göre daha çok yararlandığı, daha doğru bir deyişle, kendilerine sunulanlardan fayda çıkartmak için daha istekli olduklarını not etmek gerekir. Risk almak yeni düzenin önemli bir ayrıcalığıdır ve Hıristiyanların bunu kabul etmeleri olası değildir… Oysa Yahudilerin kaybedecekleri bir şeyleri yoktur…
‘Why Germans? Why Jews?’ (Neden Almanlar? Neden Yahudiler?) başlıklı kitabında Gazeteci / Tarihçi Götz Aly, Nihai Çözüm’e giden yolun ilk basamaklarını incelerken, işe aydınlanma tarihinden başlıyor.
Almanya’da yaşanan aydınlanma tarihi aynı zamanda Yahudi emansipasyonuna olan direncin tarihidir. Yahudi sorununun ilk kez dillendirilmeye başlandığı bir dönemdir. Yahudi düşmanlığının, kilisenin önemini yitirmesi ve laikliğin adımlarını sıklaştırması ile, dini bir içerikten ırk esaslı bir içeriğe evrilmesini bu açıdan da değerlendirmek gerekir.
19. yüzyıl başına dek sosyal tecrit altındaki Yahudi nüfusun peyderpey toplumsal statü kazanması, daha ötesi, zenginleşmesi ve nüfuz sahibi olarak Hıristiyan Alman toplumunun yaşantısına ortak olmasının yarattığı hayal kırıklığı, Yahudi sorununa anlam katar.
Yahudi sorunu, Alman basınında çokça dillendirilmeye başlanan, parlamento ile devlet bürokrasisi içinde tartışmalara neden olan bir konudur. Alman toplumu Yahudilerin şartlarını zorlayarak yaptıkları çıkışı, kendilerine bir meydan okuma olarak algılamışlardır, Aly’ye göre.
Toplumun ileri gelenleri, adım adım önemlerini yitirmişlerdir: Zanaatkârlar, tacirler, küçük ve orta ölçekli çiftçiler, devlet memurları, din adamları etkisizleşmeye başlamışlardır. Yerine oluşan, hukukçu, doktor, yönetici, yayıncı, sanatçı, perakendeci profilinin içindeki Yahudi unsuru Almanya’nın neredeyse her yerine yayılır. Yahudi halkın kentsel karakteri ile Hıristiyan halkın kırsal karakterinin arasında görülen çatışma, ya da karşılaşmanın, Yahudi toplumu lehine yönlenmesi, oluşan yeni yaşam alanında Hıristiyan çoğunluk adına kaydedilen taban kaymaları, içten içe filizlenen düşmanlığın tohumlarını atmıştır, son tahlilde!
19. yüzyılın, İngiliz adasında Sanayi Devrimine sahne olduğunu, Fransa’da ırkçılığa dayalı Yahudi düşmanlığının Dreyfüs Olayını doğurduğu bir dönemden söz ediyoruz. Yahudilerin Alman toplumundaki parlayışı, din değiştirmeler yolu ile, Hıristiyanlarla evlenme yolu ile sosyal dokunun içine nüfuz etmesi, Almanya’da da Wilhelm Marr önderliğinde ‘antisemit Almanlar liginin’ oluşmasına kadar varır. Tarihler 1879’dur. Şansölye Bismark’ın Alman Birliğini oluşturması ve Prusya kralı I. Wilhelm’i imparator ilan etmesinin üzerinden birkaç yıl geçmiştir.
Alman ırkçı antisemitizminin babası
Görüş ve eylemlerini ‘semit ırkının sosyal egemenliği ele geçirmesi’ üzerine oturtması, konuşma yaptığı her merkezde, Yahudi varlığının Hıristiyan Alman / Germen varlığından önde olduğunu işlemesi, bunu rakamlarla desteklemesi, yeni yeni oluşmaya başlayan Alman milliyetçileri arasında ses bulur.
Tarihçiler Marr’ı Alman ırkçı antisemitizminin babası olarak tanımlarlar. Kendi yazılarını ‘acı çeken başarısız bir insanın haykırışları!’ olarak lanse eder. Yahudiler ‘yabancı bir kavimdir’ ve bu kavim Alman yaşantısını, ‘mantar gibi çoğalarak’ yavaş yavaş fakat emin şekilde ele geçirmektedir.
Alman milliyetçiliğinin Yahudi’ye karşı düşüncesi ve tutumu liberal ve sosyal demokrat çevrelerde de karşılık bulur. Antisemitizme olan vurgu, fikirsel ve eylemsel gelişmeler, toplumun değişik kesimleri tarafından açıkça eleştirilmese de, en azından anlamlı bir çekimserlikle karşılanır.
Yeni yeni serpilmeye başlayan Alman siyasetinde tüm aktörlerin antisemitizm hakkında görüşleri vardır. Burada, liberal ve sosyal demokrat görüşlerin arasından sıyrılıp halk arasında beğeni toplamaya başlayan, bir miktar Prusya geleneğinden beslenmiş, ancak halen çoğunluğa yabancı – belki marjinal da denilebilir – bir akımdan söz etmek gerekir. 1860 yılında Protestan bir din adamının oğlu olarak dünyaya gelen Friedrich Naumann’ın fikir babalığını yaptığı, milliyetçilik ile sosyalizmi harmanlayan bir akımdır bu!
Naumann 1897 yılında, Dreyfüs Olayının ateşinin henüz canlı olduğu bir paralelde, Nasyonal Sosyalist Birliğini oluşturur ve bunu bir manifesto ile ilan eder. Bu, kurmuş olduğu birliğin prensiplerini ilan eden bir metindir.
Bu metinden bazı önemli maddeleri paylaşmak isterim:
Neden kendinize nasyonal sosyalist diyorsunuz? Çünkü milliyetçilik ile toplumsallık birlikte hareket ederse ortaya düzgün bir şey çıkar.
Milletçi olan nedir? Almanların küresel güçlerini pekiştirmeleridir.
Sosyal olan nedir? Çalışan sınıfların halk içindeki gücünü pekiştirmesidir.
Çalışan sınıfın toplum içindeki etkisi çoğalma eğiliminde midir? Bu bir eğilim değil bir gerçektir.
Dolayısı ile gelecekte savaşlar bekliyor muyuz? Savaşlar bekliyoruz. Hem de çok ciddi ve yıkıcı savaşlar. Britanya, Rusya ve Çin özellikle bunların ortasında olacaklardır.
Biz Almanlar bu savaşlardan muaf olamaz mıyız? İstersek olabiliriz tabii. Ancak o zaman tamamen söneriz.
Uluslararası sosyalizm neden kayıptadır? Çünkü halkların kendilerine çizdikleri gelecek hep değişiktir. Birinin başarısı diğerinin başarısızlığı olacaktır.
Uygar halkların yaşamlarını teminat altına alamaz mıyız? Hayır! Pazar tüm uygar halkların gelişmesi için yeteri kadar büyük değil. Küresel Pazar için verilecek savaş bir ölüm kalım savaşı olacaktır. Yaşam için daha fazla tahıla, petrole, pamuğa ve benzer girdiye ihtiyacımız olacaktır. Bunları ancak yabancı ülkelerden elde edebiliriz.
Devlet nedir? Halkın kanun ve kurumlarla anlam kazanmış yaşantısıdır. Zaman zaman öyle anlaşılmış olmasına rağmen, yöneten sınıfın sahip olduğu bir aygıt değildir.
Kitlelerin ekonomik bağımlılığını azaltabilir miyiz? Evet, bu talip olduğumuz sosyal reformun amacıdır. Reform ancak halkın bütününün refaha kavuşması ile anlam kazanır. Değerini yitirmekte olan halkın içinden, refaha kavuşmuş yeni bir halk yaratabiliriz. Çökmekte olan toplumları bu reform ile uyandıramazsak yeni ekonomik sınıflar yaratamayız.
Bu sosyal reform Almanya’da başarıya ulaşır mı? Evet! Alman halkının geleceğe ait beklentileri ile uyum içindedir.
Çalışan sınıfın milliyetçi olmasının nedeni ne olabilir? Kendini savunma ihtiyacı.
Bunu nasıl politikalar gerektirir? Dışa dönük güç içe dönük yenilenme politikası.
Güvenli ve stabil bir dış politikanın esası nedir? Alman ekonomik ve kültürel gücünün genişlemesi. Burada dünyanın en büyük deniz gücü İngiltere ile savaşa tutuşmak isteyip istemediğimiz sorgulanmalı. Bunun yanına Fransa ile olan tarihsel düşmanlığımızı da göz önüne alarak, Rusya ile nasıl geçinmek istediğimizi de belirlememiz gerekir.
Böylesi bir dış politikanın gereği nedir? İngiltere ile girişilecek bir savaşa hazır olup olmadığımızı irdelemek gerekir.
Alman kolonileri ihtiyaca cevap veriyor mu? Hayır! Yine de hiç kolonimiz olmamasından iyidir. Ayrıca elimizdekileri savunmamız gerekir. Yeni kolonilerin Almanların yerleşmesine ve çalışmasına uygun, yumuşak iklimlerde bulunması gerekir. Bunlara başarılı savaşlardan sonra imzalayacağımız anlaşmalarla elde edebiliriz.
Naumann’ın, dönemin imparatoru Kayser II. Wilhelm’in, çalışmanın önceki sayılarında genişçe irdelediğim politikalarının ilham vericisi olduğunu, 1930’lara gelindiğinde ise hareketin kendisini, Yahudi düşmanlığı ile bilinen Alman Ulusal Reich Birliğine kattığının altını çizmek gerekir…