Işık ve karanlığın dansı

“Siz gölgenizle barıştığınızda yaşamınız dönüşüme uğrayacaktır.” Debbie Ford

Arda EŞBERK Perspektif
26 Haziran 2019 Çarşamba

Her yıl 21 Haziran’da gerçekleşen bir yaz gündönümünü daha geride bırakıyoruz. Güneş ışınlarının Yengeç Dönencesine dik geldiği, Kuzey Yarı Kürede en uzun gündüzün yaşandığı ve yazın başladığı zamandır yaz gündönümü. İster yaz gündönümü, isterse 21 Aralık kış gündönümü veya 21 Mart-23 Eylül ekinoksları olsun, gerçekleşen tek bir şey vardır. O da, dünyanın güneşe uzaklığı, eksenimizin eğikliği, güneş ışınlarının yeryüzüne geliş açısına bağlı olarak gerçekleşen ışık ve karanlığın dansıdır. Müziği sonsuza kadar devam eden, bir diğeri olmadan, ötekinin var olamayacağı bir danstır bu.

Yazım yolculuğumuzda bugüne; içerinin dışarıyla, göklerin yerle ilişkisine dair şifreleri çözerek geldik... Bundan sonrada yolculuğumuza bu düğümleri çözerek devam edeceğiz. Peki, bu ışık ve karanlığın dansının bize dair anlattıkları nelerdir?

Analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’a göre içimizde de dışarıdaki ışığın ve karanlığın yansımaları olan arketipler mevcuttur. Bu arketipler; Gölge (Karanlık) ve Ben’dir (Işık). Ben arketipi kendini gerçekleştirmeye yönelik bir dürtüdür. Bilinçaltının tüm yönlerini dengeleyen ben, kişiliğin tüm yapısına birlik ve istikrar kazandıran, her zaman tam bir bütünleşmeyi isteyen taraftır. Gölge ise bilinçaltı bir komplekstir. Bilinç ve benliğin karşıtıdır. İstenilmeyen, kabul görmeyen tüm kişisel özelikler gölge kompleksine dâhildir. Varlığımızın az gelişmiş ve gelişmemiş yönleri bu tanımın kapsamı içindedir. Gölge, egonun başkalarından saklamayı istediği, ruhu ile ilgili utanç duyduğu, görmezden gelmeyi yeğlediği, alt, uygarlaşmamış ve hayvani niteliklerin toplamıdır.

2010 yılında vizyona giren, yönetmenliğini Darren Aronofsky’nin yaptığı, başrollerinde Natalie Portman’ın oynadığı ‘Black Swan’ filmi ‘Gölge ve Ben’ arasındaki dansın görsel bir şölenini sunar izleyicisine. Kahramanımız Nina genç ve yetenekli bir balerindir. New York’ta annesi ile yaşamaktadır. En büyük tutkusu ve tüm hayatı baledir. Bale yönetmeni Thomas Leroy, Kuğu Gölü balesini sahneye koyacaktır ve yeni sezonda Beyaz Kuğu’yu canlandıran baş balerini değiştirmeye karar vermiştir. Aklında ise Nina bulunmaktadır. Karanlık tarafını bilmeyen kahramanımız Beyaz Kuğu için tartışılmaz en iyi adaydır. Ancak karanlık tarafı bilmediğinden ve onun varlığını tanımadığından Siyah Kuğu’nun gerçek duygusunu dansına yansıtamakta sıkıntı yaşayacaktır. Hatta elemelerin olacağı ilk sahnede yönetmen Nina’nın kulağına, “Eğer bale sadece beyaz kuğu üzerine yazılmış olsaydı senden başkası bu rolü hak edemezdi” diye fısıldayacaktır.

Nina bakiredir ve karanlık tarafı ile yüzleşmemiştir ancak diğerlerinin hiçbir zaman yapamayacağı bir değere sahiptir; o da saflığıdır ve Beyaz Kuğu’yu ondan başkası oynayamayacaktır! Beyaz Kuğu rolünde harikalar yaratan Nina, ne kadar çalışırsa çalışsın, içindeki Siyah Kuğu’yu ortaya çıkaramamaktadır. Önündeki en büyük engelin cevabı ise yönetmeni ile arasında geçen şu diyalogda saklıdır:

Yönetmen: Buradaki dört yılında, her dansında, senin hareketlerini her seferinde daha da kusursuzlaştırma takıntını gördüm. Ama kendini rahat bıraktığını görmedim hiç.

Nina: Hiç!

Yönetmen: Tüm bu disiplin ne için?

Nina: Mükemmel olmak istiyorum, hepsi o.

Yönetmenin diğer gözdesi Lily ise kendini bıraktığı için Siyah Kuğu performansında Nina’dan çok daha iyidir. Kendi gölge yönünü Lily’nin aynasında gören Nina ile Lily arasındaki rekabet ilginç bir ilişkiye dönüşecektir. Mükemmelliyetçiliği, kendini bırakamayışı ve sadece aydınlık tarafını tanıyor olmanın eksikliğini yaşayan kahramanımız bir seçim yapmak zorunda kalacaktır. Onu başarıya taşıyacak olan şey ise kendi gölgesini kabul edip, beni ve gölgesinin bütünleşmesine izin vermek olacaktır.

“İyi ve kötü olarak, yapay ikiye bölünme, kişide tamamlanmamışlık hissi uyandıracaktır. İyi ve güzel için çabalarken kötü ve çirkine de ulaşırız” diyen Jung, sadece iyilik ve ahlaksal tamlığın var olmanın bütünlüğünün yerini alamadığını fark etmiştir. “Doğrunun ve yanlışın ötesinde bir yer var, seninle orada buluşacağız” diyen Mevlana gibi; iki kutbun arasında üçüncü bir kutup bulunduğunu belirtir. Ona göre, kötülüğü de bilmek zorundayız. Kendimizi her yönümüz ile tanımak ancak bu şekilde gerçekleşebilecektir. Gölgemizi reddetmek kişiliğimizin sönük kalmasına neden olacaktır. Gölgemizi kabul etmemizin olumlu tarafı ise insani gelişim için gerekli olan spontanlığın, yaratıcılığın, içgörünün ve yoğun coşkuların kaynağına ulaşacak olmamızdır. Peki, sen kendi gölgenle yüzleşmeye ne kadar hazırsın esas soru bu?